Dilan karşısındaki adamın her saniye değişen mimiklerini izlerken gülmemek için dudaklarını dişlemek zorunda kalmıştı. Biliyordu. İlk gün görmüştü aralarındaki uyumu. Eee, o kadar dizi izlemiş, kitap okumuştu. Onlarda da böyle olmuyor muydu?
"Dilan!"
Babasının sesini duyunca gülümsemesi hızla silindi, geriye çekilip babasına baktı.
"Efendim baba?"
"Kızım börekleri ver asker ağabeyine. Soğumadan yesinler."
"Tamam, baba."
Nasıl da unutmuştu? Annesi ve Nevin teyze tüm gece uyumamış bu börekler için uğraşmıştı. Son birkez Alparslan'a bakıp arabaya doğru ilerledi. Dört tepsi börek ona göz kırptığında nasıl taşıyacağını düşünecek zamanı yoktu. Hepsini kucaklamaya çalışacaktı ki kolunda hissettiği ellerle geriye çekilmek zorunda kaldı. Kendini yavaşça geriye çekip gelene baktığında askerlerden birisinin hemen yanında, arabanın önünde dikildiğini gördü. Başında mavi beresi olan adam kıza ters bir bakış atıp kibarca (!) kızı kenara çekti ve arabanın arka koltuğunda üst üste duran tepsileri hiç zorlanmadan tek eliyle yakaladı.
"Ne yapıyorsun sen? " diyen Dilan'a dönmedi bile. Zaten yeterince canı sıkkındı. Bu yüzden arabanın kapısını kapatırken yine fazla kibar (!) davranmıştı.
" Görmüyor musun? " dedi. "Kör müsün? "
" Görüyorum. Karşımda öküzden bozma bir insan evladı var. "
Asker, kızın kurduğu cümleye yine gözlerini devirerek karşılık vermişti. Elindeki tepsileri nöbet klübesinin orada bekleyen başka bir askere verdikten hemen sonra tekrar kıza döndü.
" En azından insan evladı olabilmişim. Değil mi? Bazıları hala yerinde sayıyor. "
Dilan bir an bayılacakmış gibi hissetti. Gözü dönmüş, burnundan ateşler çıkmaya başlamıştı. Bacaklarındaki sinirler eline toplandığında derin bir nefes alıp bakışlarını karakolun girişine çevirdi ancak Alparslan ortalarda görünmüyordu. Ne ara kaybolmuştu?
"Ukala." diye mırıldandı. Kollarını göğsünde bağlarken adamın tersi tarafa bakmaya başlamıştı. Ancak askerin bir milim bile kıpırdamadığını fark ettiğinde ondan uzaklaşmak adına nöbet klübesine yaklaştı. Ne ters insanlar vardı hayatta. Üstelik en gıcıklarından birisi Dilan'a denk gelmişti.
" Benimle doğru konuş! "
" Konuşmazsam ne olur? Dua et askersin. Yoksa görürdün sen! "
" Allah Allah. Ne gösterecektin? Merak ettim şimdi. "
Resmen burnundan duman çıkmaya başlamıştı. Gözlerini yumup sakinleşmeyi bekledi ancak bu sinir geçecek gibi değildi.
" Yumruk. Sever misin? "
Tam o sırada kızı uzak durması için belki de bininci defa uyaracak olan nöbetçi asker büyük bir bezmişlikle başını camdan uzattı.
" Bacım," derken ikisininde dikkatini üzerine çekmişti. "Allah aşkına bir uzaklaş. Gözünü seveyim ya. Bıktırdın beni hayattan. Az uzaklaş, uzaklaş!"
Dilan sinir komasına gireceğini hissettiği anda ağabeyleri ve babası karakolun kapısında belirtmişti. Öfkeden kızarmış küçük burnu, dolu gözleri ve yumruk yapılmaktan bembeyaz olmuş elleriyle korkutucu duruyordu. Kolunun tersiyle gözlerini tersçe sildi.
"İyi be! Yemedik karakolunu. "
"Bacım, bir saatte ömrümü yedin. O yetmiştir sana. "
Ne tarafa doğru bayılsaydı acaba? Burada kıble ne taraf oluyordu? Alparslan ne ara ortadan kaybolmuştu? Dilan'ın verdiği habere sevinmişti ancak görünen o ki sadece sevinmemiş, birde mutluluktan uçmuştu. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.