10.Bölüm BİR DAĞA BİR KURŞUN

14.1K 766 101
                                    

Bu bölüm şehitlerimize, yine şehit olan harbiyeli öğrencilere, ve suçsuz yere hapse atılan askeri öğrencilere ithaf ediyorum. Vatan onları çok sevdi. Biz de.

Ve elbette size de ithaf ediyorum. Lütfen yanlışım varsa uyarın. Çok seviliyorsunuz 💙 DOLUNAY'DAN SONRASINI MULTİDEKİ TÜRKÜYLE DİNLEYİN DERİM BEN ÖYLE YAZDIM ÇÜNKÜ 😘

Alparslan oturduğu yerde huzursuzca etrafına bakındı ancak boyası sökülmeye yüz tutmuş duvarlar ona pek de yardımcı olmadı. İçinde adlandıramadığı bir can sıkıntısı baş göstermiş, kasları kasılmıştı. Hatta öyle bir sıkıntıydı ki bu, adam beylik tabancasını çıkarmış ve masanın üzerine bırakmıştı. Mavi beresi başında, olası bir operasyon anında el altında bulunması için eşyaları da yanı başındaydı.

Bir de kızın siyah çantasından çıkan pembe poşet vardı silahının hemen yanında. Poşete uzun uzun bakmak dışında hiçbir şey yapmadı kısa bir süre. Sonra eli yavaşça poşete uzandı. Pembe poşet elleri arasında ezildi ve ufalarak içindekinin şeklini belli etti. Uzun bir cisimdi ve şekilliydi. Adamın canı daha da sıkıldı, nefesi genzini yaktı.

Dolunay onlara bir şehit emanetiydi. Canını vatanı için çekinmeden veren Binbaşı Ali Zaloğlu'nun emanetiydi Türk milletine. Alparslan, emaneti koruyamamanın haklı ezikliğini yaşıyordu ki kızı da en son kendisi görmüştü. En son onun adını zikretmişti Dolunay. En son ona dokunmuş,onun gözlerinin içine bakmıştı.

Kızın telsizdeki sesini de en son o duymuştu. Alparslan diye bağırmıştı. Aslın da kızın kendisine komutan bey diye hitap etmesine o kadar alışmıştı ki, kendi adını duymak onu bir hayli şaşırtmıştı. Biliyordu. Hissetmişti işte. Kız kendisine çarpıp aceleci ve korku dolu gözlerle yüzüne baktığında bir haltlar olacağını anlamıştı. Ama bunu kesinlikle beklemiyordu.

Genç kızın acı bağırışları adamın zihninin duvarlarını yumrukluyor, beyninin her köşesini tırnak izleriyle donatıyordu. Kızın akan her damla kanı adamın gönlündeki yangına damlıyor ve alevleri o denli körüklüyordu ki, Alparslan bu yangın karşısın da nefes almakta dahi zorlanıyordu.

Poşeti yavaşça serbest bıraktığın da parmakları arasından masanın üzerine bir zincir süzüldü. Gri demirin ucunda bulunan künyeyse adamın parmaklarında asılı kalmıştı. Bu dedesinin künyesiydi. Alparslan'ın kaşları şaşkınlıkla havalanırken poşeti masaya bıraktı. Bu dedesinin künyesiydi işte. Ama kız bulmadığını söylememiş miydi? Neden yalan söylesindi ki?

Normal bir kız değil o.  Diye mırıldandı iç sesi. Aslında Alparslan iç sesiyle çok muhabbet eden bir adam değildi ama şu an için ona boyun eğmek adama daha cazip gelmişti. Düşünmek istemiyordu. Tek istediği kızı sağ salim bulup ailesinin yanına göndermekti.

Künyeyi cebine atıp önünde duran poşeti tekrar eline aldı. İçinde pembe bir hediye paketi vardı. Sebepsizce gülümsemeye başladı. Bunu kime almıştı? Ağabeyine? Pembe bir hediye paketine sardırmayacağı kesindi. Peki ya Batur? Ona olamaz mıydı? Olabilirdi. Dolunay ve Batur fazlasıyla yakındı zaten, Alparslan şaşırmazdı.

Yine de mantıklı olan tarafı bir kadına alınmış olabileceği şıkkını da düşünceleri arasına sıkıştırıverdi. Annesine de almış olabilirdi.

Gülümsemeye devam ederken paketi açtı. İlk başta her şey normaldi aslında. Kurt başlı bir bıçaktı elindeki. Ahşap sapın bittiği yerde ay yıldız şeklinde bir oyuk açılmıştı metale. Uzun uzun baktı bıçağa. Kurt başının altına sonradan yapıldığı belli olan çift başlı bir kartal motifi işlenmiş, onun hemen altına da küçük bir A harfi oyulmuştu.

Ve Alparslan, çift başlı kartalın Alparslan Han'ı simgelediğini biliyordu.

Bu hediye onun içindi. Kızın hayatını kurtarmıştı ve o, bu iyiliğin altında kalmamak için adama bir hediye almıştı. Vermek kısmet olmamıştı. Belki de hiç olmayacaktı ama yine de hediye yerine ulaşmıştı. Her ne kadar Dolunay bunu bilmese de.

VATAN UĞRUNA (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin