SELAM NASILSINIZ? KİTABA YENİ BİR KARAKTER GELDİ! UMARIM BEĞENİRSİNİZ ONU. BU ARADA BÖLÜMÜ YAZDIM AMA YÜKLEMEYİ UNUTMUŞUM. KUSURA BAKMAYIN LÜTFEN 🙏 😊 +70 VOTE VE +20 YORUMA YENİ BÖLÜM GELECEK 🔮 YAZIM YANLIŞI VARSA UYARIN HEMENCECİK 💙
" Beni oyuna mı getirdiniz hemşire hanım, yoksa ben mi yanlış anlıyorum? ""Çok doğru anladınız, Alparslan Üsteğmenim bey. Tam da öyle yaptım."
Bakışları yüzümde dolaşmaya başladı. Mutlu görünüyordu ama aklındaki düşünceler okuyamayacağım kadar iyi saklanmıştı. Belki de harbiyede bunun bile eğitimi veriliyordu ki öyle bir ders varsa bile birincisi kesinlikle karşımdaki adam olmalıydı.
"Hava çok soğuk. İçeriye geç haydi. Üşütürsün yoksa. "
İri ve nasırlı elleri topladığım saçlarımın arasına daldığında gözlerimi kırpıştırıp bakışlarımı kusursuz yüzünde gezdirdim. Bana dokunurken o denli kibardı ki... Kendimi çok daha kıymetli hissediyor, en kötüsü ise buna alışmaya başlıyordum.
" Sen ne yapacaksın? Yüzün kızarmış soğuktan. "
" Ben bunlara alışığım ama senin öyle olduğunu zannetmiyorum. "
Ellerini saçlarımdan çekip birkaç adım geriledi. Burnunun ucu fazlaca kızarmıştı. Üstelik soğuk havanın da etkisiyle dolgun dudakları 'ben buradayım' dercesine kendini göstermeye başlamıştı. Nasıl oldu bilmiyorum ama kalbim saniyesinde derin bir heyecan dalgasıyla sağa sola çırpınarak bedenimi ağrıtmaya başladı. Bilirsiniz, beş saniyelik delilik denilen şey kalbin bu işaretiyle başlar, akıl devreye girene kadar istediğini yaptırır ve sonunda seni kendi kendini boğmak isteyeceğin büyük bir pişmanlığa sürüklerdi. Bende de öyle oldu. Alparslan'ın açtığı mesafeyi tek adımda kapatıp ayak parmaklarım üzerinde yükseldim. Aynı anda bedenim bir kez daha heyecanla kıvrıldı. Yapmaya yeltendiğim şeyin mantığı yoktu ama yapmazsam içimde kalacağı da su götürmez bir gerçekti. Zaten bir daha böyle delice hareket edemeyeceğimi de biliyordum.
Karşımdaki adamın kızarmış yanağına hızlı bir öpücük kondurdum. Bedenlerimiz bir birine değerken adeta yanıyor, keskin rüzgar ise bu alevi söndürmek yerine harlıyordu. Bu adam çok güzel kokuyordu ya da ben ona her yaklaştığımda cenneti yaşıyordum. Öyle ya, cennet müjdelenmişti ona. Yaşarsa vatan, şehit düşerse cennet vardı yolunda. Tıpkı diğerleri gibi. Babam gibi, ağabeyim gibi, Hasan gibi, Selim ağabey, Batur ve kalbi bayrağı için çarpan diğer herkes gibi. Sağlarında Tanrı Dağı, sollarında Uhud Dağı. Birinde Kür Şad, birinde Hamza. Babam belki adı güzel Ali'nin yanında. Nasıl güzel kokmasınlar?
Geri çekilir çekilmez arkamı dönüp koşar adım uzaklaştım ondan. Yoğun kar nedeniyle adımlarım takılsa bile durmadım. Ne yazık ki o beş saniyelik delilik gitmiş, beni kendi kendimi boğmak istediğim bir utançla baş başa bırakmıştı. Bundan sonra asla Alparslan'ın yüzüne bakamayacağımın bilincinde olmaksa çok daha kötüydü. Çünkü yaptığım bu şey telefondan 'seni seviyorum' demeye hiç benzemiyordu.
***
Ertesi gün kalktığımda telefonumda Alparslan'dan gelmiş olan bir mesaj vardı. Doğruyu söylemek gerekirse utancım hala geçmemiş olduğundan ilk beş altı dakika telefonun geniş camdan ekranına uzun uzun bakmış, ardından da onun beni göremeyeceği gerçeğini kendi kendime hatırlatıp mesajı açmıştım. Gelen mesaj ruhumu titretecek kadar güzel demek isterdim ama ne yazık ki öyle bir şey yoktu. Kabaca yazılmış Günaydın kelimesi sabahımı da aydınlatmamıştı üstelik. Tabiki dün yaşanan olaya gönderme yapmamasından memnundum ama bu denli 'kalas' bir mesaj da beklemiyordum hani. Alparslan kesinlikle aşktan veya romantizmden anlamayan bir adamdı ve ben o adama aşık olacak kadar çatlaktım.