Ertesi sabah uyandığımda kendimi yorgun hissediyordum. Dün gece Alparslan annem ve beni eve kadar bırakmıştı. Üzerine tam oturan takım elbisesiyle o kadar yakışıklı görünüyordu ki az daha baksam güzelliği karşısında oturup ağlayacaktım ama bunun için uygun zamanı bulamamıştım. Yol boyu annem bizden biraz daha önde yürümüş, Alparslan ve beni yalnız bırakmak için elinden geleni yapmıştı.
Üstelik bir ara koruma olarak bizimle gelen asker ile öyle bir sohbete dalmıştı ki neredeyse varlığımızı unutacaktı. Arada ağabeyimin de adı geçiyor, bu zamanlarda yanındaki asker temkinli bir şekilde gülümseyerek etrafına bakınıyordu. Elbette komutanının yanında bir başka komutanının annesiyle o komutanın dedikodusunu yapıyor olmak rahatsız edici olmalıydı. Ama işin içine annem girince karşısındakinin susma şansı olmuyordu ve bundan genç adam da nasibini almıştı.
Alparslan yanıma yaklaşarak elimi tuttuğunda ise midemden aşağı bir kova asit dökülmüştü resmen. Elim ayağıma dolaşmış, kısa bir an soluksuz kalarak ölüme yaklaşmıştım. Hakkari'nin keskin soğuğuna rağmen sıcacık olan ellerini şimdi bile hatırlıyordum. Varlığının kalbimde bıraktığı etki ondan senelerce uzakta kalsam dahi unutamayacağım kadar yoğun ve katiydi. Oysa ben yüreğini kaybetmeli sevgilere kapatmış bir çocuk olmayı tercih edeli beş seneden fazla oluyordu. Şimdi ise yanımdaki bu adam sayesinde kazanmış genç bir kadındım. Sevilmenin nasıl güzel bir şey olduğunu bana bir kez daha hatırlatmış, vazgeçmeye çalıştığım bu duygunun ne kadar hayati olduğunu bir kez daha anlamamı sağlamıştı.
Elimi tutuyor olması, yanımda olmasından çok daha değersizdi. Varlığı bana yetiyordu. Gözümü açtığımda aklıma gelen güzel yüzü, kırıldığımda kulağıma sevgi sözcükleri fısıldayan tok sesi ve sarılmamak adına büyük bir savaş verdiğim güçlü bedeni bana yetiyordu.
" Dolunay! İşe geç kalacaksın. Haydi kahvaltıya! "
Annemin sesiyle kendime geldiğimde Alparslan'a kısa bir günaydın mesajı atıp salona geçtim. Kahvaltı masasını çoktan kuran annem çayları da doldurduktan sonra sandalyelerden birini çekerek oturdu. Bende tam karşısına oturduğumda bardağımı önüme çekip ona gülümsedim.
" Hayırdır? " diye sordu ekmek sepetini önüme iteklerken. " Pek bir mutlusun sabah sabah? "
" Evet. Bugün Alparslan'ı ve ağabeyimi görmeye karakola gideceğim. "
Annem bakışlarını yüzüme dikti. Gözlerinde gördüğüm tereddüte rağmen gülümsüyordu ama ben onun altında yatan şeyin pek de gülümsenmeyecek bir şey olduğunu fark ettim. Birkaç dakika yüzüme boş boş baktı, sonunda önüne dönerken mırıldanmıştı.
" Ağabeyin karakolda değil. "
"Nerede? "
" İlçeye gidecekti bugün. Herhalde oradadır ama sen git. Alparslan'ı görmüş olursun."
Bu kez ben bakışlarımı ona çevirmiştim. Tam tahmin ettiğim gibi dilinin altında bir şey saklıyordu ama bana söylemeye çekiniyordu.
" Ağabeyim de ne zaman sorsam hep ilçede. "
Annem sesimdeki imayı anlamış olacak ki elindeki çay bardağını masaya bırakıp gergince arkasına yaslandı. Söyleyip söylememek arasında gidip geldiği her ne ise bende bomba etkisi yaratacağını anladım. Yiğit bey bizden bir şeyler saklıyordu veyahut sakladığını zannediyordu çünkü annemin haline bakılırsa ağabeyimin sırrını çözmüştü. Nihayet söylemeye karar vermiş olacak ki benden başka her tarafta gezinen bakışları merakla kasılan yüzümde durdu.
" Galiba bir kız ile görüşüyor. "
" Ne ? Ne kızı ? "
" Maça kızı. Ay Dolunay, bazen hastanede karıştın falan mı diye kara kara düşünesim geliyor annem. Bas bayağı kız işte. Dün yanımızda gelen askeri daha önce de ağabeyinin yanında görmüştüm ben. Ona sordum. Bizimki ilçeye üniformayla gittiği zaman yanında götürdüğü askerleri ağabeyinin sürekli bir markete gittiğini, orada da kasiyer bir kızla konuştuğunu söylüyorlarmış."