7.Bölüm ALPARSLAN!

17.5K 807 62
                                    

Merhaba! Bölüm vakti. Lütfen beğenip yorum yapmayı unutmayın. Ve yanlışlarımı söyleyin. Telefondan yazıyorum çünkü. Her neyse. Seviliyorsunuz! 💙 Birde mesaj atarsanız atmayın demem 😏😑 Multide sırasıyla Alparslan, Dolunay, Yiğit ve Batur var


Alparslan sıkıntılı bir şekilde karakoldan çıktığında Yiğit'in sivil kıyafetleriyle kapıda beklediğini, ardından da kendisini fark edince hazır ola geçtiğini gördü. Siyah kıyafetleri ve öldürücü bakışlarıyla her zaman ki Yiğit'ti işte. Sert bakışları kendisine öyle odaklıydı ki, normal bir insan görse muhtemelen ya kaçar, ya da korkudan hareket dahi edemezdi . Ancak Alparslan, bu karakoldaki herkes gibi onu da tanıyor, suyuna gitmenin yolunu her zaman ustalıkla bulup uyguluyordu. Sonuç olarak o bir komutandı ve bu dağ başında komutan demek, aile demek oluyordu. Sakin nefesler alarak attığı her adımda karşısında ki adama daha çok yaklaştı.

Mavi beresi, elinin altında hediye edilmiş ancak suya kavuşamamış bir çiçek gibi eziliyor, adamın sert yumruğunun etkisiyle avuç içlerini kaşındırarak rahatsız ediyordu. Berenin siyah şeridi arsızca güçlü parmakları arasında süzülerek sallanmaya başladı. Biraz daha sıksa bereyi tamamen parçalayacaktı. Üzerine zimmetlenen bir şeye zarar verdiği için ağır cezalar yiyeceğinin de bilincindeydi oysaki.

Kahverengi postalları, karakol bahçesini boydan boya kaplayan çakıl taşlarını ezerek garip sesler çıkarırken ulaşmıştı genç askerin yanına. Karşısındaki adama ne diyeceğini bilemiyor gibi hissetse de bir kaç dakika önce kendisine gelen emir kesindi. Yine de, içini huzursuz eden bazı şeyler yok değildi. Bu şeylerin başında, askerin gözlerini dahi kaplayacak kadar derin olan aile özlemi geliyordu ki Alparslan bu özlemi kilometrelerce uzaktan tanıyabilirdi. Zira kendisi de aynı ağır duygunun altında neredeyse her Allah'ın günü eziliyordu. Annesi, babası, dedesi ve kardeşleri aklından tek bir saniye bile çıkmıyordu.

"Komutanım, bir sorun mu var? "

Yiğit, hafif toplanarak tişörtünün altında saklanmak zorunda bırakılmış kaslarını ortaya çıkardı. Normal bir yerde olsa, etrafta kızların olduğu, dikkat çekmeden bir şeyler yapamayacağı su götürmez bir gerçekti ama o asker olmuş, hudutta bir karakolda onlarca erkeğin arasında vatan toprağının kollarında yaşamayı seçmişti. Elbette bazen düşünmüyor değildi. Bir eşi olsa, belki bir kaç tane de çocuğu... Hiç de fena olmazdı.

"İlçeden aradılar. Yüzbaşı geliyormuş. Ailene bu gün gidemeyeceğini haber ver, sonrada üzerini giyin. "

Aslında Yiğit sakin bir adam sayılmazdı. Hatta ortaokul yıllarında sınıf arkadaşlarından bir çoğunu hastanelik etmişliği bile vardı. Ders dinlemez, kimseyi umursamaz ve sevmezdi. Ancak özlerdi. Kilometrelerce uzakta vatanı savunan babasını çok özlerdi mesela. Ya da yanındayken bir ruhu andıran, kalbini eşiyle uğurlayan annesini de çok özlerdi. Yiğit özlemle çok uzun süre sınanmıştı ama bu konuda birinciliği kız kardeşine duyduğu özleme verebilirdi gönül rahatlığıyla. Zira genç kız her daim aklının bir ucunda bulunuyor, hiç susmadan ağabey diye sesleniyor ve genç adamın zihnini meşgul ediyordu.

"Emredersiniz komutanım. "

Bir şey diyememek ise adamın en sinir olduğu şeydi. Karşısındaki insanlar ona bir şeyler der, kendisi ise aklına yatmasa dahi bu konuya boyun eğerdi. Sadakat, bu mesleğin şah damarıydı. Bazen şöyle kaşlarını çatıp, 'Hayır, olmaz öyle şey! ' diye bağırası geliyor, ancak sesini çıkaramıyordu. İşin en can alıcı noktası ise konu aileye geldiğinde ortaya çıkıyordu.

Komutanın yanından ayrılıp karakola girdiğinde yumruk yaptığı elini serbest bıraktı. Dolunay'a gelemeyeceğini nasıl haber vereceğini bile bilmiyorken komutanı yumrukladığını kırk yıl anlatamazdı herhalde. Kız kardeşi bir kenara, annesi karakolu basıp kendisini terlikle döverdi. Yapmışlığı vardı.

VATAN UĞRUNA (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin