Taemin Goodbye
1949 son baharı
16:40
Sehun(16) karşısında hıçkırıklara boğulan çocuğun gözlerine bakamıyordu. Bu vedadan hiç hoşnut değildi. Annesine yalvarmasına rağmen Kai'i (14) de götürmek için izin alamamıştı. Oysa şimdiye kadar ayrılmamışlardı. Jongin hiçbir zaman onun için bir hizmetli ya da hizmetlinin oğlu olmamıştı. O, Sehun'un yegane arkadaşı, yanından ayırmadığı oyuncak arabası ya da yıkanmaktan solan bez ayıcığıydı.
Kai doğduğunda Sehun 2 yaşındaydı. O zamanı hatırlaması mümkün değildi ama hatırladığı tüm anılarında bu ufaklık vardı. Onu geride bırakmasını nasıl istiyorlardı?
"Çok kısa bir süre için ayrı kalacaksınız, hem Yeseul (14) bizimle geliyor ve istersen Kai'le mektuplaşırsınız; bu daha heyecanlı olur, gördüğün yeni şeylerden o da haberdar olur" diye acısını heyecana dönüştürmeye çalışmıştı annesi.
Sehun, ılık esen rüzgarla savrulan siyah tutamları karıştırdı. "Ağlama ufaklık, çok uzun sürmeyeceğini söyledi annem, biliyorsun mecbur kalmasam seni bırakıp gitmezdim".
Kai seyrekleşen hıçkırıkları arasında başını kaldırdı ve Sehun'a baktı. "Tamam" diyebildi duyulmayacak bir tonda. Sehun, küçüğe çevirdiği bakışlarıyla istemsizce kıkırdadı. "Şu haline bak Kai çok pissin, göz yaşların yüzünü temizlemeye yetmemiş, burnun da akıyor, hadi gidip yüzünü yıkayalım; yarın sabah yola çıkacağız daha bana yardım etmen lazım".
Kai durdurmaya uğraştığı gözyaşları arasında yüzünü koluna silerek temizlemeye çalıştıysa da durum daha kötü olmaktan öteye geçemedi. Sehun onu pis olsa bile severdi, yoksa sevmez miydi?
Derin bir iç çekiş sonrası el ele tutuşup eve doğru ilerlediler. Toprak yol boyunca Sehun bu ayrılığın uzun sürmemesi için elinden geleni yapacağını düşünüp duruyor, Kai ise akmasını durduramadığı göz yaşlarıyla sessiz isyanına devam ediyordu. Neden onun Sehun'u uzaklara gidiyordu?
Eve ulaştıklarında bir kaç parça valiz kapı önündeki yerini almış, yanlarına yenilerinin eklenmesini bekliyordu.
Kai dizili valizleri görünce büyük olana sorgular bakışlar gönderdi. Ardından Sehun'un elinden kurtulup kapının önüne çıktı, terasın köşesine çöküp şiddetle ağlamaya başladı.
Sehun yarın sabah gideceklerini söylememiş miydi? Hemen mi gideceklerdi?
Sehun verandadan gelen ağıtla parçalara bölünüyordu. Kalbi gerçekten parçalanıyordu, beyninde Kai'in hıçkırıkları yankılanıyordu. Mutfak kapısında beliren annesine doğru koştu, sinirle yumruklarını sıkıyordu.
"YARIN DEMİŞTİN! YARIN SABAH DEMİŞTİN! YARIN GİTMEYECEK MİYDİK?" diye bağırmaya başladı. Annesi oğlunun yüzündeki korkulu gözlere acıyla baktı "eşyaları gönderiyorum Sehun, yarın sabah gideceğiz, yukarı çıkıp odanı kontrol eder misin almak istediğin başka bir şey var mı?" Sakince yanıtladı Bayan Oh.
Sehun gözlerindeki alaycı gülümsemeyle giriş kapısına döndü. "YANIMDA SADECE ONU İSTİYORUM, BUNU BİLİYORSUN!" Yeterince dışa vuramadığı öfkesiyle bağırdı. Hırsla dönüp annesini geride bırakarak evden çıktı.
Küçük olan başını kaldırdığında ona doğru yaklaşan Sehun'un bulanık görüntüsüyle karşılaştı. İşte şimdi son kez sarılacak ve gidecekti, onu bırakacaktı. Sehun, Kai'in karşısında durdu ve o da küçük çocuk gibi yere diz çöktü.
"Kai?"
"..."
"Kai?"
"..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PORTRE •sekai•
FanfictionReenkarnasyon ve tenasüh... Ortak yanları ruhun sürekliliğine dayansa da ayrıştığı yanlar keskindir. Tenasüh inanışı, ruhların dünyaya gelip gitmelerini ceza ve ödül düalitesine dayandırırken, reenkarnasyon kavramında ceza ya da ödül söz konusu de...
