4• jongin: beni terk etme, beni bulma...

2.6K 371 60
                                    

Édith Piaf Ne me quitte pas





13.01.17



Ben Kim Jongin,

24 yaşındayım. Resim üzerine eğitim aldım. Ressam mıyım? Henüz emin değilim. Müzik dinlemekten, dans etmekten ve yalnızlıktan hoşlanıyorum. Ya da yalnızlığımla aşk yaşıyorum.

Neyse, konumuz bu değil. Konumuz bu günlüğü yazmaya karar vermemle aynı nedene dayanıyor. Sanırım ben...

Sanırım artık tamamen deliriyorum.








Jongin elindeki siyah deri kaplı defterin kapağını kapatıp ahşap masanın yanındaki dağınık yatağına uzandı. Gün aydınlanalı kısa bir süre olmuştu. Lanet kabuslar onu güneşten önce uyandırıyordu. Bir süre gözlerini tavana dikip düşünmeye devam etti. Gerçekten deliriyor olabilir miydi? Bu soruya bir cevap aramıyordu aslında, zaten cevap bulacağını da düşünmüyordu. Sadece Yeseul Büyükanneyle konuşması gerekiyordu. Aslında bu tür şeyleri sormaktan hoşlanmıyordu. Ancak bunca yıl yapılan tüm terapilere, tedavilere, ilaçlara karşılık değişen hiçbir şey olmamıştı. Üniversiteye başladığında her şey farklı olacak sanıyordu. Kendi evi, kendi işi, kendine ait bir dünyası vardı. Ama şimdi zihnindeki yabancı anılar onu daha çok etkiliyordu.

Büyükanneyi endişelendirmemek için her zaman ki 'seni özledim' bahanesine sığınmaktan başka çaresi yoktu. Yataktan doğrulup her zaman yaptığı gibi kendiyle muhabbete girişti. Ve duvarında korumalı cam ardına asılmış yüzü olmayan portreyle... Bu durumda dahi deli olmadığını söylemek zordu.

"Günaydın Jongin! Sana da günaydın kabusum."  Havlusunu alarak banyoya gitti.

Kendini bildi bileli, arayış içinde olduğunu hissettiği kabuslarla boğuşuyordu. Rüyalarındaki yerler tanıdık gelmediği gibi kimi, neyi, neden aradığı hakkında da bir fikri yoktu. Karanlık sıkışık bir yerde kaldığını görüyor, bağırmak istediğinde sesi çıkmıyordu. Onu kurtaracak biri olduğuna inandığı her defasında fırtınanın ortasında kalıyor, bazen kanla yıkanıyor, bazense balçıkla sıvanıyordu.

Boğuluyordu. Son nefesini alabilmişçesine nefes nefese uyanıyordu. Küçükken tüm bunlar daha korkutucuydu. O dönemlerde uyanmak yerine uykuda ağlama krizlerine giriyordu. En azından büyüdükçe bu ağlamaların kesilmiş olduğuna seviniyordu. Ancak her uykuya dalmadan önce bu gece kabussuz geçsin dileğini unutmuyordu. Ama dileklerini kimse duymuyordu.

Rüyalar başlarda yalnızca sesten ibaretken bu eve taşındığında duyduğu sese ilişkin bedenler hissetmeye başlamıştı. Yalnız değildi. Göremediği ancak yanında varlığını hissettiği o şey her kimse onda bir güven duygusu oluşturduğunu hissediyordu. Rüya bile olsa yalnız olmadığını deneyimliyordu.

Alışkın olduğu kabusları, birinin orada olduğunu, ona seslendiğini, onu aradığını düşündüğü kabuslara evrilmişti. Bu iyi mi, kötü mü bilmiyordu. Arkasındaki kim bilmiyordu, gerçeklikten ince bir çizgiyle ayrılan kabuslar kanını donduruyordu. O korkuyordu. Söz konusu dönüşümün tam olarak "kabusum" dediği yarım portreyi duvarına astığı gece başladığını düşündüyse de düşüncesini aptalca bir tespit olarak nitelemekten öteye gidememişti. Belki de olanlar, büyükanneye karşı kendini borçlu ya da sorumlu hissetmesinden kaynaklanan bir baskının sonucuydu.

Neredeyse dört yıl bitmişti ancak portreye dair kafasında oluşan en ufak bir şey dahi yoktu. Belki kömür çizgilerdeki gencin fotoğrafı ya da her hangi bir tarifi olsa işi kolaylaşırdı. Ancak büyükanne Jongin'e kimi istediğini değil, ne istediğini söylemişti. O her hangi birinin yüzünü istememişti, o aşık bir adam mutluluğu görmeyi arzu etmişti. Jongin onu birçok defa zorlasa da "bu portre sadece hayallerle çizilmiş çocuğum, ancak hayallerle tamamlandığında değerli olacak" demişti. Jongin hiç görmediği birinin hayalini nasıl kuracağını düşünürken bilmediği şey, Kai'in de o portreyle, sevdiği çocuğun hiç görmediği bir adama dönüştüğünü resmettiğiydi.

PORTRE •sekai•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin