SELMA / İKİNCİ BÖLÜM / HAYALETLER / YAZAN: AYŞE ÖZDEMİR

1.6K 21 3
                                    


         1940'lı yıllar... İç Anadolu'da komşu iki dağ köyü; Göktarla ve Yeşiltarla. Medeniyet o tarihte bu köylere çok uzak. Ne elektrik var ne traktör ne biçerdöver.... Tüm üretim beden gücüyle, el emeğiyle, hayvanların yardımıyla yapılıyor. Tabiat ne verirse o yenilip içiliyor. Başka türlüsü bilinmediğinden her şey organik. Akşam hava kararınca yatılıp, gün ağarmadan uyanılıyor. Sabahları odadaki ocakta kaynayan tarhana hızla kaşıklanıp tarlaya koşuluyor. Köylüler esir gibi çalışıyor.

Zifiri karanlık gecelerde, üzerlerinde binbir siluet oluşan yalçın dağlarla ilgili efsaneler anlatılıyor. Köylüler dağlardaki şekilli karaltıları hayallerine göre yorumluyor. Onlara göre dağlarda cinler, periler cirit atıyor. Peri düğünü gördüğünü, akrabasının düğününe gitmiş gibi anlatanlar var. "Perilerin düğün alayı davul, zurna çalarak derenin kenarından geçiyordu. Peri kızı ay gibiydi. Beni görmemeleri için çalılığın arasına gizlenip seyrettim."

Gördüğünü iddia ettiği peri kızına aşık olanlar da eksik değil. 25'ine gelmesine rağmen evlenecek birini bulamayan kibirli Hamza, "Peri kızı benimle başgöz olmak istedi ama ben reddettim" demekten bile çekinmiyor.

Görkemli ve bir o kadar ürkütücü tabiatta, ahalinin hayal dünyası uçsuz bucaksız ovalar kadar geniş. Ayın, yıldızların olmadığı gecelerde köy ve civarında yürümek zorunda kalan köylüler, hayaletlerin nefeslerini enselerinde hissediyor.

Köylülerden biri heyecanla anlatıyor: "Anam anam anam... Dün gece mezarlığın oradan geçerken, korkudan altıma yapıverecektim. Rahmetli Hüseyin dedem mezarında doğrulup bana el etti. Rahmetlinin homurtusunu duydum. Ama ne istediğini anlayamadım. Beni de mezara çeker diye, deli gibi koşup kendimi eve zor attım. Kendime geleyim de hep birlikte mezarının başına gidip, bir Fatiha okuyalım. Belli ki dedem duasız kalmış, yattığı yerde huzursuzluktan dönüp duruyor. Ah dedem ah mümkün olsaydı da iki laf edebilseydik keşke."

O yıldızsız gecede yaşanılanlar da akıllara unutulmayacak şekilde kazındı. Karanlıkta göz gözü görmüyordu. Çeşme başında laflayan Göktarla'nın gençleri, bir uğultu duyunca neye uğradıklarını şaşırdı. Bir anda çeşmenin arkasından bembeyaz bir yaratık fırladı. Kollarını açmış olan yaratık, garip sesler çıkararak gençlerin üstüne yürüdü. Karanlıkta ay gibi parlayan yaratığın kendilerini yutmasından korkan gençler, çığlık çığlığa evlerine koştu. Kaçarken lastik ayakkabısı ayağından fırlayanlar oldu.

Yorganların altına saklanıp sabaha kadar hayalet korkusuyla uyuyamadılar. Köyün içinde bulunan mezarlıkta yatanların, zaman zaman ortaya çıkıp evleri ziyaret ettiği, öteden beri konuşulurdu. Rivayete göre, intikam peşindeki bazı hayaletler hesap sormaya gelirdi. Ama sabahın aydınlığıyla birlikte gece yaşanan olayı farklı değerlendirenler oldu.

Köyün yeni yetmelerinden Fuat, deli dolu kişiliğiyle nam salmıştı. Ailesine ait tarlanın sınırını sürekli genişletmeye kalktığı için, köylüler ondan yaka silkiyordu. 17 yaşında iriyarı bir erkeğe dönüşen Fuat'ın en büyük keyfi, köylüleri korkutmaktı. Bazı köylüler bu nedenle gece hayalet sandıkları görüntünün, Fuat olduğunu söylüyordu. "Deli Fuat üstüne çarşaf örtüp bizi korkuttu" diyorlardı. Hayatında bir kez ilçeye gelen çadır tiyatrosunu görmüş Ahmet efendi, "Tiyatrocular da böyle yapıyor" diyerek olayı çözmeye çalışıyordu. Köylüler bu şüphe doğrultusunda gerçeği söylemesi için Fuat'ı defalarca sıkıştırdı. Ama tüm çabalarına rağmen bir itiraf duyamadılar.

Fuat o geceki hayaletin kendisi olduğunu, sadece aşık olduğu Sultan'a söyledi. Bu sırrı öğrenen Sultan, köylüleri korkutmanın mutluluğu içinde sevgilisiyle gurur duydu. Fuat'ın sırrını sadece kendisiyle paylaşması, aşkının büyüklüğünü gösteriyordu. İleride evlenen aşıklar, bu sırlarını hiçbir zaman açıklamadılar. Köylüler göç ettikleri büyük şehirlerde 40 yıl sonra bile, vaktiyle köyde hayaletin kendilerini nasıl kovaladığını anlattı.

SELMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin