SELMA /DÖRDÜNCÜ BÖLÜM / YENİ HAYAT / YAZAN: AYŞE ÖZDEMİR

946 16 3
                                    

Kent merkezine inen Ali efendi, dört gün sonra İstanbul'a gidecek trende kendisi, kızı ve üç torunu için yer ayırttı. Köyün bağlı olduğu ilçede, tanıdıklarına sorup soruşturarak, damadının İstanbul'daki iş yerinin adresini de aldı. 

Tahta valize giysilerini yerleştiren Kadriye, sevinsin mi üzülsün mü bilemiyordu. Söylendiği gibi Zeynel biriyle yaşıyorsa, kendisini ve çocuklarını ister miydi? "Buraya niye geldiniz?" deyip, yine kendisini döver miydi? Babası bu kez de damadıyla dövüşüp, durumun daha da kötüleşmesine yol açar mıydı?

Kadriye ertesi gün babasının bostanında, kuyudan su çekerek çamaşır yıkıyordu. Leman yanında uyuyor, ikizler çevrede oynuyordu. Aklında Zeynel ve İstanbul ile ilgili sorularla boğuşurken, çamaşırların kirlerini iyice ovuyordu. Bir süre sonra Kıymet yanına geldi ama Esat yoktu. Kadriye delirmiş gibi Esat'ı ararken, kuyunun kapağını kapatmadığını gördü. Yarısına kadar su dolu kuyuya baktı ama bir şey göremedi. Hemen buğday tarlasına koşup, kan ter içinde çalışan babasına durumu anlattı.

Bostana koşan Ali efendi, kuyunun ağzını açık görünce, "Sen deli misin burası kapatılmaz mı?" diyerek kızının üstüne yürüdü. Sonra uzun bir değnek alıp kuyuya soktu ve suyu karıştırmaya başladı. Değneğe bir şeye takılınca, tarlalara gidip birkaç köylü çağırdı. Köylüler hep birlikte suyu boşaltınca, kuyuda Esat'ın cesedini buldular. Kuyuya inip çocuğun cesedini çıkardılar. Kendilerini yerden yere atıp çırpınarak ağlayan Ali efendi, Kadriye ve annesi üzüntüden sinir krizi geçirdiler. Esat köy mezarlığında toprağa verilirken, evlat acısıyla yanan Kadriye'ye, kayınpederiyle kaynanası da "Her şey senin yüzünden oldu" diyerek saldırdı. Yere düşünce bir dişi kırılıp sol gözü moraran Kadriye'yi köylüler kurtardı.

Ali efendi, çarşamba sabahı erkenden kızı ve iki torunuyla ilçe merkezine gidip İstanbul'a hareket edecek trene bindi. Trene Esat'ı kaybetmiş olarak bir eksik binmeleri, yolculuğun üstüne kederden bir sis kümesi gibi çöktü. Baba - kız yolculuk boyunca birbiriyle hiç konuşmadı. Sadece Kıymet ve Leman ile ilgilendiler. Haftalar geçmiş kadar uzun gelen yorucu yolculuktan sonra İstanbul'a ayak bastılar. Haydarpaşa'dan vapurla Sirkeci'ye geçtiler.

Devir, 'Dolandırıcılar Kralı Sülün Osman'ın Anadolu'dan gelen saf köylüleri "Galata Köprüsü'nü, Dolmabahçe'deki saat kulesini satıyorum" diye kandırıp, ellerindeki paralarını aldığı bir devirdi. Bunları İstanbul'u görmüş köylülerden duymuş olan Ali efendi, hikayeyi nasıl anlamışsa, Sülün Osman korkusuyla tedbirini köydeyken almıştı. Köyde toprağın altına gömdüğü küpten çıkardığı banknotlarını, karısının uzun donunun iç tarafına diktiği basma cebe çengel iğneyle tutturmuştu. Bu nedenle para lazım olduğunda, bir kuytuya girip uzun uzadıya uğraşıyordu.

Ali efendi, kızıyla torunlarını, Okmeydanı'nda oturan dayısının oğlu, marangoz Necmi'nin evine bırakacaktı. Necmi'nin eşi Hatice'nin kendilerine surat asmaması için, bahçesindeki ağaçtan topladığı yarım çuval cevizi hediye olarak getirmişti. Çocuklarla, tahta valizle ve ceviz torbasıyla yürüyüp otobüse binmek çok zor olduğundan, istemeye istemeye taksiye binmeye karar verdi.

Taksiciyle al takke ver külah kıyasıya pazarlık yaptıktan sonra fiyatta anlaştı. Anlaşmanın şerefine, şoförle kolunu çıkarabilecek kadar şiddetle tokalaştı. Yanına oturduğu taksicinin de Anadolu'dan bir köyden olduğunu öğrenince, aralarındaki muhabbet arttı. Taksici, "Karnın nerede doğuyorsa, memleket orasıdır" deyip idealini açıkladı: "Vallahi ben burada çocuklarımı okutup, adam edeceğim inşallah. Bizim gibi odun gelip odun gitmesinler."

Ali efendi yıllar önce askerden köye dönerken gördüğü İstanbul'un, şimdi daha kalabalık olduğunu fark etti. Necmi'nin evini zorlanarak da olsa buldu. Hatice'nin beş karış suratla, "Hoşgeldiniz" demesinden rahatsız oldu. "Sanki evini elinden alacağız, şurada birkaç gün kalıp gideceğiz. Niye surat yapıyor bilmem" diye geçirdi içinden.

"Zeynel'i bazen bizim hemşehrilerin Okmeydanı'ndaki kahvesinde görüyorum. İş yerini de biliyorum" diyen dayısının oğluyla birlikte, damadının çalıştığı Eminönü'ndeki ayakkabı imalathanesine gitti. Acı haberi bir gün önce alıp yıkılan Zeynel'i dışarı çağırttılar. Zeynel onları görünce önce şaşırdı. Sonra "Oğlumu öldürdünüz katiller" diye bağırarak kayınpederine saldırdı.

Yerde alt alta üst üste yuvarlanan damatla kayınpederi, çevredeki esnaf ayırdı. Kavgadan sonra ikisi de yolun kenarına oturup ağladı. Zeynel, "Bir oğluma sahip çıkamadınız" diye sert bir tonda konuşmaya başladı. "Ben de artık Kadriye'yi ve kızları istemiyorum. Madem ki oğluma bakamadı, kızlarıyla ne hali varsa görsün." Kayınpederi, "Bak oğlum aklını başına al" diyerek damadını sakinleşmeye davet etti. "Sadece senin değil, hepimizin yüreği yanıyor. Esat benim de en sevdiğim torunumdu. Ama yapacak bir şey yok, kazayla öldü. Eşinle kızlarını İstanbul'a getirdim. Sana teslim edip, ben köye döneceğim."

Ağlamasını aniden kesen Zeynel, "Ne diyorsun sen ya?" diyerek çıkıştı kayınpederine. "Başıma bela mı getirdin onları? Benim burada evim barkım yok. Param da yok. Karnımı zor doyuruyorum. Getirdiğin gibi götür, görmek istemiyorum, benim acım bana yeter." Damadının sözleriyle can evinden vurulan Ali Efendi, "Ulan deyyus" diye bağırmaya başladı: "Ulan kızımı sana vererek yaktığım yetmiyormuş gibi, üç çocuktan sonra şimdi de istemiyorsun ha. Ulan gebertirim seni, İstanbul'u sana mezar ederim. Bu akşam gelip, Necmi'nin evinden karını ve çocuklarını almadığın takdirde, yarın silahla buradayım. Bu kadar söylüyorum, ona göre..."

Ali efendi ile Necmi uzaklaşırken, kayınpederinin şakası olmadığını bilen Zeynel, ne yapacağını düşünmeye başladı. Sonra eşiyle çocuklarının bir süre kalabileceği yer konusunda, patronundan yardım istedi. Patron iki sokak ötedeki deponun arka odasında, en fazla bir hafta kalabileceklerini söyledi. Zeynel gidip eşiyle çocuklarını aldı. Esat'ın ölümü nedeniyle suçladığı Kadriye'yi feci şekilde dövdü. Kadriye deponun arkasındaki odada bir hafta yerinden kalkamadı, kızları perişan oldu.

Çok mutsuz olan Zeynel, bir hafta sonra eşiyle kızlarını, Okmeydanı'nda kiraladığı bir odaya götürdü. Oda, hemşehrileri olan bir aileye aitti, onların evinin arka tarafındaydı, doğru dürüst güneş görmüyordu. Aile, annelerini - babalarını köyden tanıdıkları Zeynel ile Kadriye'ye ellerinden geldiğince iyi davrandı. İki aile tuvalet ve mutfağı ortak kullandı.

Dört çocukları olan karı - koca, fakir sofralarına hep Kadriye ile çocuklarını da çağırdı. Kadriye'nin 'Yenge' dediği ev sahibesi Fahriye hanım, her gün saat 5 civarında çay sofrası kurardı. Kıymet ile Leman da bu sofrada, üstüne Sanayağ sürülüp, şeker serpilen ekmeklerden yiyip, suyla soğutulmuş çay içerdi. Semtte altyapı olmadığı için iki kadın yıkadıkları çamaşırların, bulaşıkların suyunu evin önüne serperdi.


SELMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin