SELMA / 34. BÖLÜM / YÜZLEŞME / YAZAN: AYŞE ÖZDEMİR

322 5 0
                                    


     Ömrü ayakkabı imalathanelerinde geçen Zeynel, "Deri kokusu artık beni hasta ediyor" diyerek 60 yaşında emekli oldu. Günlerini semt kahvesinde, mahalleden arkadaşlarıyla politikacılara atıp tutarak, kağıt ve tavla oynayarak, sigara ve çay içerek geçirmeye başladı. Mahalleden Cumali bir hafta sonu akşama doğru karısının yaptığı baklavayı tepsiyle kahveye getirdi. Kahvedeki herkes baklavanın başına üşüştü. Baklava tepsisinin sarıldığı yıllar önceden kalma gazeteyi de diğer masanın üstüne koydular. (Cumali temizlikçi olarak bir bankada çalışıyordu. Bankada akşam memurların masalarda bıraktığı gazeteleri toplar eve getirirdi. Eşi Nezihe ile eski gazetelerden kese kağıdı yaparak pazarcılara satar, biraz para kazanırdı. Bu nedenle evlerinde daima eski gazeteler olurdu.)

Zeynel'in gözü, kahvedeki masanın üstüne konulan eski gazetedeki bir habere takılı kaldı. 'Randevuevine baskın' başlıklı haberin fotoğrafında gözaltına alınmış, hepsi dekolte elbiseli hayat kadınları arasında Selma'yı da gördü. Fotoğrafta arkadaşları yüzlerini elleriyle kapatmaya çalışırken, panik içindeki Selma gözlerini sonuna kadar açıp, muhabirin objektifine bakakalmıştı. Kızıyla bunca zaman sonra fotoğrafta bile olsa bu şekilde yüz yüze gelmek, Zeynel'in beyninde şok etkisi yarattı. Kimseye bir şey belli etmeden, 'Aniden uyku bastırdı' bahanesiyle kahveden çıkıp eve gitti.

Makbule kan ter içindeki kocasına ne olduğunu sordu ama cevap alamadı. Zeynel bir süredir yanında taşıdığı sakinleştirici haptan bir tane yutup yattı. Ama uyuyamadı. Tavana bakarak düşünmeye başladı.

Kızı Selma'ya sahip çıkamadığı duygusu, yıllar sonra benliğini sardı. Hayatının en yaralayıcı meselesi, unutmuşken yine gün yüzüne çıktı. Sanki hayat, kahvede o gazeteyi karşısına kasten çıkarmıştı. Tüm mesele "Kızını niye korumadın?" diye sorarak Zeynel'i köşeye sıkıştırmaktı. Bu soru karşı konulamaz gücüyle beynini sarsıyordu. Düşündükçe soğuk terler döküyor, eli ayağı birbirine dolanıyordu. Sanki birisi boğazına yapışıyor gibiydi.

Aklına tuhaf şeyler gelmeye başladı. Cinlerin kendisini esir alıp almadığını bile düşündü. Hemen dua okumaya başladı. Tam emeklilikte rahat etmeyi düşünürken, görünmeyen güçler peşine mi düşmüştü acaba? Duvarda bazı yaratıklara benzeyen şekiller gördü. Sonra berbat bir ruh haliyle uyuyakaldı ve karışık rüyalar gördü.

Selma elinde bir bez bebekle küçük bir kız olarak rüyasına girdi. Hem Selma hem bez bebeği ağlıyordu. İkisinin de gözlerinden yaşlar fışkırıyor, oda suyla doluyordu. Selma bağırıyordu: "Bak baba ben bebeğimin elini hiç bırakmıyorum. Ama sen benim elimi tutmadın baba. Beni dimdik tepeden aşağı yuvarladın. Çukura düştüm, çıkamadım. Üstümde yılanlar geziyor. Yılanlar bebeğimi sokmasınlar diye yavruma gövdemi siper ediyorum. Ama sen baba beni yılanların kucağına ittin. Bedenim zehirle doldu. Baba senin suçunu karşılayabilecek hiçbir ceza yok şu yeryüzünde. O yılanlar senin de vicdanını sokacak. Sen de benim gibi hiç mutlu olamayacaksın. Hani ben sizin kınalı kuzunuzdum. Niye beni kurtarmadın baba?"

Sonra bir anda Selma'nın dili aleve dönüşüp Zeynel'in yüzünü yaladı. Boğazına kadar suyun içinde kalan, yüzü alevden yanan Zeynel kurtulmak için Selma'nın saçına tutundu. Ama Selma'nın saçı da başından fırlayıp yuvarlanarak gülleye dönüştü ve hızla Zeynel'in kalbinin üstüne indi. Güllenin altında ezilen kalp paramparça oldu. Odaya dolan su, parçalanan kalbin kanıyla kırmızıya dönüştü.

Sabaha karşı "İmdat kurtarın beni" diye uyanan Zeynel göğsü sıkıştığı için pijamasını parçalamaya başladı. Odaya koşan Makbule, kocasının çırpındığını görünce, hemen dışarı fırlayıp sokağın başında oturan taksici Niyazi'nin kapısını çaldı. "Niyazi yetiş. Zeynel abin ölüyor" diye seslendi. Çizgili pijamasıyla taksisine koşan Niyazi, Zeynel'i hızla hastaneye götürdü.

Acil servisteki muayenede kalp krizi geçirdiği anlaşılan Zeynel, hastaneye yatırıldı. Bir hafta yattıktan sonra taburcu edildi. Eve dönünce, Makbule ile köye yerleşmeyi düşünmeye başladılar. Zeynel'in annesi Kiraz uzun bir süre önce köyde akrep sokmasıyla ölmüştü. Evi kimsesiz kalmıştı.

Zeynel eşiyle bir ay baba evinde kalarak, memlekette yaşayıp yaşayamayacağını anlamak istedi. Karı - koca kısa süre sonra köye gitti. Zeynel'in çocukluğunda, gençliğinde akşamları köye inen zifiri karanlığın yerini elektriğin aydınlığı almıştı. Vaktiyle karanlıkta gördükleri hayaletler, cinler, peri düğünleri aydınlıkla birlikte yok olmuştu.

Ama köyün nüfusu çok azalmıştı. İş derdindeki gençler, büyük şehirlere göç edince, geride sadece yaşlılar kalmıştı. Çok sıkılan Zeynel ile Makbule, bu kadar tenha bir yerde yaşayamayacaklarını anladı. En önemli sorun, hastanenin köye çok uzak olmasıydı. Ani bir rahatsızlık olsa, hastaneye ulaşana kadar yolda ölebileceklerini hesapladılar. Zeynel'in babadan kalma evi de yıkılmak üzereydi. Yıktırıp yeni bir ev yaptırması gerekiyordu ama o kadar parası yoktu. Mecburen İstanbul'a dönüp, Boztepe'de yaşamaya devam ettiler.

Zeynel'in yorgun kalbi, salçalı patates yemeğini fazla kaçırdığı bir akşam, geçirdiği krizin sonunda durdu. Defin işlemleri yapılırken, nüfus cüzdanının arasından düşen yıpranmış vesikalığa ve zor okunan mektuba kimse anlam veremedi. Yakınlarından biri, mektuptaki ve vesikalığın arkasındaki Maria kelimesini güçlükle okudu.

Cenazesine gelenlerin "Çok çile çektiği" dediği Zeynel, vaktiyle Kadriye'nin yanında kendisi için aldığı mezarda sonsuz uykusuna yattı. Dul maaşı almaya başlayan Makbule, Zeynel'den kalan evde felçli kızı ve damadıyla yaşamaya devam etti.


SELMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin