|25| Yolun sonuna geldiğinde, korku yüklü bir ses tonuyla bağırmaya başladı. "Kimse yok mu? Ne olursunuz bir ses verin..." dedi fakat şehrin gürültüsü Nehir'in sesini boğuyordu...
|25.|
Pencereden efil efil esen ılık rüzgâr perdeleri ahenkle dans ettiriyor, boynumun altından vücuduma doğru yol alıyordu. Bitmiş kahvaltılıklara doğru baktım. İçim müthiş şekilde sıkılıyor, sanki kalbim kötü kalpli biri tarafından hapsedilmişti... Portmantoya doğru yöneldim ve omzumun gerisinden bakarak:
''Hadi anne geç kalıyoruz.'' dedim telaşlı bir sesle.
Seslenmemin ardından annem elindeki çantayı yere düşürdü ve ortalığa makyaj malzemeleri, selpak, ayna, biber gazı ve Ali bozuntusunun vesikalık fotoğrafı saçıldı. Yerde yatan vesikalık fotoğrafa kaşlarımı çatarak bir süre baktım. Bu yerde yatan adam benim bir zamanlar babamdı, çekinmeden sarılarak uyuduğum, saçlarımı tarayan, ayakkabılarımı bağlamayı öğreten, el ele alışverişe gittiğimiz günler gözlerimin önünden film şeridi gibi akıp gidiyordu. Yere eğilerek fotoğrafı elime aldım ve sinirle yırttım. Annem, Deniz ve kardeşim ise öylece sıraya dizilmiş, elimde parçalanan fotoğrafa bakıyorlardı. Ali bozuntusunun ilk önce gözleri yere düştü, daha sonra ise ağzı ve kulakları olan parçaları ellerimin arasından süzülerek layık olduğu yere düşüyorlardı, annemin ayaklarının dibine. Dışarıdan boğuk bir sesle ''datt dattt'' diye çalan kornanın sesiyle kapıya doğru yöneldik. Deniz ise koluma girerek:
''Her şey ama her şey daha güzel olacak.'' diyerek kolumu sevdi.
Taksiye doğru bindik ve mahkemeye doğru yol almaya başladık. Cam kenarı her zamanki gibi benimdi. Koşuşturan insanları izleyerek, mahkeme salonunda konuşacaklarımı düşünüyordum. Deniz ise sürekli yüzüme bakıp duruyordu.
''İyi misin güzel göz?''
Fısıldar gibi bir sesle ''İyiyim'' dedim.
Adliyeye doğru geldiğimizde, koşar adımlarla davanın olacağı salona doğru yöneldik. Seyrek saçlı, orta boylu, kalın gözlüklü, elinde ise çeşitli dosyalar olan hakim yere doğru bakarak kürsüsüne oturdu. Annem, Deniz ve kardeşim ise izleyiciler kısmına oturmuşlardı. Avukatım ile birlikte davacı kısmında duruyorduk. Ali bozuntusu ise duruşma salonun ortasında sanıklar için ayrılan yerde zavallı gibi duruyordu. Üzerine giydiği takım elbiseyle iyi halden yararlanmak istediği apaçık ortadaydı. Sinirle başımı sağa doğru çevirerek derin bir iç geçirdim. Cumhuriyet savcısı ve katip de yerini aldıktan sonra duruşma başladı. Ali bozuntusu kendini dünyanın en zavallı insanı yaparak hakkında söylenen her şeye bir bir itiraz ediyordu. Benim yerime ise avukatım konuşuyor ve elindeki kayıtları hakime sunarak olayın doğru olduğunu beyan ediyordu. Mahkemede benimle alakalı olan bir durumun bir başkası yani avukatımın savunması durumuna akıl sır erdiremiyor, benim konuşmam gereken yerlerde avukatımın konuşmasından oldukça rahatsız oluyordum. O zaman ben niye davacı yerindeydim ki? Bende bu bölümde okuyacaktım ama avukat olmayı aklımın ucundan bile geçirmiyordum. Hakime olmayı düşünüyor ve bu uğurda ne gerekiyorsa onu yapacaktım.
Ali bozuntusu son rolünü de yaparak ağlamaya başladı. Timsah gözyaşlarını avucunun içiyle silerek:
''Hakim Bey ben kızlarımı seviyorum. Çok pişmanım, nefsime yenik düştüm. Bütün ailemden özür dilerim. Kapalı kutuya sokmayın beni, lütfen kızım beni affet!'' dedi ağlayarak.
Hakim bana doğru bakarak:
''Söylemek istediğin, eklemek istediğin bir şey var mı?'' dedi ciddiyetle.
Yere doğru bakarak iç geçirdim. Ardından aileme doğru baktım ve sonra ise ağlayan Ali bozuntusuna bakarak:
''Var.'' dedim kafamı sallayarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EN ACI AŞK (BİTTİ)
General FictionTamamlandı✔ Aslında hepimizin hayatı bir hikâye değil mi? Nehir ve Deniz'in kavuşma hikâyesi. Kim bilebilirdi ki koca denizin, nehirde boğulacağını. Yetimhanede başlayan hayat ve Nehir ve Deniz'in hepimizi derinden sarsacak aşk hikâyesi... Yetimhane...