Yarım saattir oturmuş şarkı dinliyorduk. Bu durumdan şikayetçi değildim. Eve gitmek istemiyordum henüz. Eve gitsem çıkmak bilmem dışarı çıksam eve girmek bilmezdim.
Chanyeol'un telefonu çalınca kulaklığı kulağından çıkardı. Kalın sesiyle telefonu cevapladı.
"Alo?"
"..."
"Yok ben gelmek istemiyorum."
"..."
"Israr etme Nayeon."
"..."
"Tamam görüşürüz."
Ona baktığımda "Nayeon ve Baekhyun kafeye gitmişler beni de çağırıyorlar da."
"Niye gitmiyorsun."
"Sadece canım istemiyor."
Başımı salladım hafifçe.
"Sen niye Avusturya'dan geldin?"
"Aa. Biz koreliyiz ve babam burayı çok özledi. İşi de buraya taşıyınca, öyle geldik."
Daha doğru düzgün dili konuşamadığım için anca bu kadar olmuştu cümlem. Tabi komik cümlem yüzünden o da gülmüştü. Karşılığında ben de güldüm.
"Eee, biraz sen anlat. Sınıftakilerle falan uzun zamandır arkadaş mısınız?"
"Genelde evet. Baekhyun'la 5 yaşımızdan beri arkadaşız. Nayeon'la 10 yaşımdan beri. Kız kardeşim gibidir. Diğerleriyle ise liseye geçince tanıştık ama iyi çocuklardık. Tabi Jackson'ın sarkıntılıklarını saymazsak."
"Evet. Jackson daha çok bizim eski okuldaki çocuklara benziyor."
"Okulundaki çocuklar böyle miydi, yani kızlara mı asılırlar?"
"Asılmak demeyelim flört ederler."
"Peki ya sen?"
"Hayır. Ben biraz içime kapanığım. Pek konuşmam kimseyle."
"O zaman kendimi şanslı saymalıyım. " güldüğünde ben de güldüm. Ne yaparsa sanki ayna gibi yansıtıyordum.
"Bu akşam parka gelecek misin yine?" Ensesini kaşırken sormuştu bunu.
"Annemden izin almalıyım. Ve eve gitmek istemiyorum şuan. Bildiğin bir kitapçı var mı yakınlarda akşama kadar oyalanırım."
"Var tabi. İstersen seni gezdirebilirim."
"Aah, çok sevinirim." dedim elimi çırparken ama sonra bu tepkimden dolayı utandım.
Birlikte bir kitapçıya girdik. İngilizce kitapların bulunduğu bir rafa yöneldim. 'Me before you'yu gördüm ve kitabı raftan çektim. Rafın öbür tarafında Chanyeol'u görmemle korkmam bir oldu.
"Oh, korkuttum mu?"
"Ben çabuk korkarım da."
Yanıma geldi ve elimdeki kitaba baktı.
"İngilizcen gelişmiş olmalı."
"Ben doğduğumdan beri ingilizce konuşuyorum."
"Vayy" Elini çak şeklinde bana uzatınca ben de koca eline çak yaptım.
"Vay canına elin çok küçük."
Evet elim 7 yaşındaki çocuklarla eş büyüklükteydi.
"Seninkiler de çok büyük."
"Karşılaştıralım mı?"
Elimizi karşılaştırdığımızda aradaki fark gülünç derecede fazlaydı. İkimiz bunun karşısında gülerken Lisa'nın sesini duyduk.
"Hey gençler!" yanında fazla uzun olmayan siyah saçlı bir çocuk vardı.
"Selam Lisa." Chanyeol'le tokalaştılar.
Lisa'ya bir bakan tekrar bakardı. Uzun boylu ve havalıydı.
Onunla selamlaştım. Lisa yanındaki çocukla tanıştırdı beni. Adı Ten'di ve erkek arkadaşıydı.
Dördümüz akşama kadar birlikte takıldık ve parka gittik. Kendimi artık ona yakın hissediyordum. Hiç kimseye olmadığım kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PLATONİK
Historia Corta"Cidden Rose. Bütün sınıf ondan hoşlandığını öğrendi ama o öğrenemedi. Sence de artık söylemenin vakti gelmedi mi?" Lisa bunu bilmem kaçıncı kez söylüyordu. Ne derse desin platoniklik benim kaderimdi. Ondan kurtulamıyorum.