Güneşin tam tepeye çıktığı zamanda, Jisoo ve ben arka koltuklarda ağzımız açık uyurken fotoğrafımızı çekmiş olan Baekhyun'u kovalıyordum. Jisoo ve Taehyung ise arabadan valizlerimizi çıkarıyorlardı. Artık gözlerim karardığında pes ettim yoksa buharlar çıkan kaldırıma yapışıp kalabilirdim.
Baekhyun hala telefonuna bakarak gülerken yardıma koyuldum. Cidden çocuktu bu. Artık 21 yaşındaydık... Neyse şu an buna kafa yoramam.
Taehyung, ben, Baekhyun ve Jisoo üç günlük bir tatile çıkmıştık. Sahil kenarında bir otele yerleştikten sonra yürüyüşe çıktık. Artık akşamüstü olduğundan kavurucu sıcaklık geçmişti. Jisoo ile odada üstümüzü değiştirmiştik. Baekhyun Jisoo ile aynı odada kalmak için yalvarsa da en doğru yerleşim şeklinin bu olduğuna karar verdik ve ben Jisoo ile oda arkadaşı oldum.
Üstümde kısa beyaz tişört altımda asker desenli kargo pantolonum vardı. Taehyung belimi sevdiği için belimi açıkta bırakan kıyafetler giyiyordum artık. Boynuma altın takılarımı geçirdikten sonra hazırdım.
Jisoo ise beyaz gömlek elbise giymişti. Ona bakarken "Girlfriend material diye bağırıyorsun Sooya." dedim. Karşılığında gözlerini kıstığı gülümsemesini aldım.
Erkekler karşımızdaki odada kalıyorlardı. Beş dakika boyu onları bekledik. Hazırlanmaları bizden daha uzun sürmüştü. Kapıdan ilk çıkan beyaz boynu açık gömleği ve kahverengi pantolonuyla Taehyung oldu. Gözlüğünü kafasına takmıştı. Tamam, bu kadar düştüğüm yeter Taehyung.
Sonra da geniş siyah tişörtü ve tişörtünün genişliğini aratmayan beyaz pantolonuyla Baekhyun belirdi.
"Baekhyun yedi yaşında gibi görünüyorsun."
"Artık arkadaşını beğenmez mi oldun doktor hanım." Laf dalaşına girecekken Taehyung'un ikimizi birden kolunun altına alıp sürüklemeye başlamasıyla susmak zorunda kaldık. Jisoo ise bu halimizi kamerasıyla çekiyordu.
Sahile indiğimizde esinti yüzünden saçlarım her tarafıma dağılmıştı. Bir ay önce saçlarımı açık pembeye boyatmıştım. Saçımı bileğimdeki lastikle toplamaya çalıştım ama rüzgar izin vermiyordu. Taehyung yardımıma yetişti ve saçlarımı yüzümden çekti ve arkama geçerek bağladı. Düzgün bağlamasa da ellemedim.
Sonraki bir saat Baekhyun ve benim kavgalarımızla, Jisoo'nun bizi kameraya alması ve Taehyung'un bizi sigara içerek izlemesiyle geçti. Yorulup kuma oturdum. Jisoo ve Baek fotoğraf çekiniyorlardı. Tae ise denizi izliyordu. Bu açıdan çok güzel göründüğü için telefonumla onu çekmeye başladım. Sanki hissetmiş gibi bana döndüğünde elimden telefonu düşürdüm.
Yanıma gelip oturdu ve kucağımdan telefonumu aldı.
"Birlikte pek fotoğrafımız yok."
Kolunu omzuma atarak selfie çekmeye başladı. Ekrana bakıp gülümseyerek poz veriyordum. Taehyung bir anda yanağımdan öpünce fotoğrafta ağzım açık çıkmıştı.
Gülmeye başladığında karnına vurdum. Klik sesiyle başımı çevirdiğimde Jisoo'yu kamerasıyla gördüm.
"Yeter Jisoo, diğer iki güne yer kalmayacak."
Omzunu silkip fotoğraf çekmeye devam etti.
Akşam olduğunda otelin yemeğine yetişmek için kalktık. Yemekte soslu makarna ve çorba vardı. Baek ve Jisoo yemeklerini yeyip kalktılar. Biz ise sessizce yemeğimizi yiyorduk.
"Annemle babam Avustralya'ya geri taşınıyorlar." dedim makarnamı yerken.
Kaşlarını kaldırdı. "Neden?"
"Buraya zaten iş için gelmiştik yine iş için gidiyorlar."
"Sen de gitmek istiyor musun?"
"Hayır burada bir düzenim var artık, sevdiklerim var. Hem istesem bile gidemem okulumu bitirmem lazım. En az beş yılım var yani."
"Nerede kalacaksın?"
"Oturduğumuz ev benim için çok büyük tek odalı bir ev kiralarım herhalde. Daha karar vermedim."
Başını sallarken makarnasına çatalını batırdı. Ama onu yemeden tabağa geri bıraktı.
"Benimle yaşa Rose."
Bu sefer çatalını tabağa bırakma sırası bendeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PLATONİK
Short Story"Cidden Rose. Bütün sınıf ondan hoşlandığını öğrendi ama o öğrenemedi. Sence de artık söylemenin vakti gelmedi mi?" Lisa bunu bilmem kaçıncı kez söylüyordu. Ne derse desin platoniklik benim kaderimdi. Ondan kurtulamıyorum.