Delireceğim delireceğim.
Chanyeol konuşmak istediğini söylediğinde beraber arka bahçeye gitmiştik. Aramızdaki gerginlikten rahatsız olduğunu ve arkadaş olmak istediğini söylemişti. Biz zaten arkadaştık Chanyeol bunu bozan sensin dediğimde ise dalga geçercesine gülmüştü.
"Sen beni seviyordun değil mi Rose?"
Beynimden vurulmuşa döndüm. Ellerini okul pantolonunun ceplerine soktu.
"İtiraz bile edemiyorsun."
"Evet seviyordum. Ama her şeyi mahvettin."
"Sorun ne anlamıyorum. Madem beni seviyordun neden seni öpünce bu kadar olay yarattın?"
"Chanyeol ben seni seviyordum sen beni sevmiyordun. Ve beni öperek duygularımı incittin. Hislerim bu kadar basit değildi benim."
"Seni sevmediğimi nereden çıkardın?" Sinir katsayım yükselirken bağırarak cevapladım.
"Çünkü bana hoşlandığın kızı anlatıyordun! Nayeon hakkındaki hislerini ve sırf onunla kavga ettin diye kıskandırmak için beni kullandın! Şimdi karşıma çıkıp da boş yere yaygara çıkarmışım gibi laflar söyleme bana!"
Arkamı dönüp giderken büyük eliyle sol bileğimi kavrayıp kendine çekti. Çekmenin etkisiyle göğsüne çarptım.
"Bırak!" Şuan hiç olmadığım kadar agresiftim. Ellerinden kurtulmak için debeleniyordum.
"Rose sakin olur musun?" Chanyeol konuşunca ne kadar yakın durduğumuzu fark ettim. Nefesi yüzümü yalarken sakinleşmeye çalıştım.
"Bırak." o kadar bıkkın bir şekilde söylemiştim ki Chanyeol zorlamadan bırakmıştı.
"Özür dilerim. Amacım duygularını küçümsemek değildi."
"Artık bir önemi yok."
Kollarımı sıvazlayarak okulun girişine ilerledim. Yalan söylemiştim. Önemi vardı ve ben acı çekiyordum. Kızgınlık geçmiş yerini hayal kırıklığına bırakmıştı. Sanki tam dondurmayı yiyeceğimde ellerimden kayıp kaldırıma düşmüş gibi hissediyordum.
Bütün gün test kitaplarına gömülmüştüm. Artık başım ağrımaya başlayınca masamdan kalkıp mutfağa gittim. Elime yeşil biber alıp yemeye başladım. Sessizdeki telefonuma baktığımda bir cevapsız arama vardı. Geri aradım.
"Efendim Taehyung?"
"Yürüyüş yapmak ister misin hava çok güzel."
"Olur."
"Tamam gelince ararım."
Beynime biraz oksijen gitse iyi olurdu. Odama girip siyah eşofman altımı, beyaz sweat ve üstüne siyah kapüşonlu ceketimi giydim. Ders çalışmak için topuz yaptığım saçlarımı ellemedim. Anahtarımı ve telefonumu alıp beklemeye başladım. Beş dakika sonra Taehyung aradığında aşağı indim.
Taehyung elinde telefonuyla kapının önünde bekliyordu. Siyah eşofman altı ve gri bir hoodie giymişti.
"Merhaba." dedim yanına geldiğimde. Telefonunu kapatıp cebine attı.
"Selam. İlk defa saçını toplu görüyorum."
"Artık hep böyle göreceksin sınava hazırlanan bir öğrenciyim."
Birlikte yürümeye başladık. "Nasıl gidiyor okul?" Omuz silktim.
"İdare eder. Her gün daha da sıkıcılaşıyor. Sürekli ders çalışıyorum. Sen ne yapıyorsun bu aralar?"
"Resim çiziyorum ve bazen çalışıyorum. Geçen hafta bir stüdyonun duvarına resim çizdim ve iyi para verdiler."
"Üniversiteye gitmeyi düşünmüyor musun?" Neredeyse 22 yaşındaydı ve hala üniversiteye gitmemişti.
"Hayır. Kendi işimi yapmak istiyorum okulda zamanımı harcayamam." Başımı salladım.
"Sen ne okumak istiyorsun?"
"Psikiyatri."
"Güzelmiş. Kapında doluşan hastaları hayal edebiliyorum."
"Dalga geçme!"
"Dalga geçmiyorum. Senin gibi bir psikiyatrist bulsam kapısından ayrılmazdım."
Dediği şeye karşılık gülümsedim.
Tempolu bir şekilde yürürken konuşmaya başladım.
"Keşke hala okulda olsaydın."
"Niye? Beni özledin mi?"
"Ondan değil. Senin yanında kendim gibi olabiliyorum. Bir şey gizlemek zorunda değilim. Ama diğerlerinin yanındayken... Bilmiyorum işte rahat değilim."
"Lisa'nın yanında bile mi?"
"Evet, Lisa'nın yanında bile. Lisa okuldaki en yakın arkadaşım ama beni anlamıyor, benim açımdan bakmıyor olaylara."
Gerçekten de öyleydi ona bir şey anlattığımda ya boşver ya da takma kafana diyordu. Dünya umurunda değildi.
Taehyung sanatçı olduğundan sanırım düşünceliydi. Her ağzına geleni söylemiyordu. Düşünüp tartıyordu.
"Kendimi değerli hissettim."
"Öylesin zaten."
"Değerli bir arkadaşınım." Yüzüne baktım. Yine oluyordu. Bana karşı bir şeyler hissediyordu ve ben ne hislerine karşılık veriyor ne de uzak duruyordum.
"Taehyung bir yere oturalım mı?" Artık düzgünce konuşmanın vakti gelmişti. Kaldırımda duran bir banka oturduk.
"Bak, neler olduğunu tam olarak kestiremiyorum kafam karışık. Hislerini az çok biliyorum ama şimdi karşılık veremem. Seni de kaybetmek istemiyorum. Kafamı toparlamam için bana biraz zaman ver. Sınavlar yaklaşıyor. Sınavlar bitene kadar bana zaman tanı. Ama bu zaman içinde seninle görüşmek istemiyorum anlamına gelmiyor."
"Peki." Gülümseyip alnıma firar eden saç tutamını yana kaydırdı. Büyük eli yanağımda durduğunda elimi elinin üstüne koydum.
Şurası kesindi. Taehyung bana huzur veriyordu. Ama onu seviyor muydum? Bunu hala bilmiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PLATONİK
Short Story"Cidden Rose. Bütün sınıf ondan hoşlandığını öğrendi ama o öğrenemedi. Sence de artık söylemenin vakti gelmedi mi?" Lisa bunu bilmem kaçıncı kez söylüyordu. Ne derse desin platoniklik benim kaderimdi. Ondan kurtulamıyorum.