Darned's Tale (6)

26 5 75
                                    

"Bu benim üzerimdeki lanet." Şaşkınlıkla ona doğru döndüm.

"N-Ne?" Bu imkansızdı. Dünya üzerinde lanetlenebilen tek varlık insandır. Eğer gerçekten lanetlenmişse...

"Ne yazıyor burda?"

"Söylediğime inanacak mısın?" Tabi ki hayır. Ne yazdığını kendim öğrenmeliyim. Ama lanet olsun ki hiç bir eşyam yanımda değil!

"Peki şöyle yapalım. Ben sana eşyalarından ihtiyacın olanları vereyim sen de bu işin doğrusunu öğren. Böylece bana inanırsın değil mi?" Yüzümde düşünceli bir ifade belirirken ne yapmam gerektiğini tartıyordum. Eğer ortada bir lanet varsa bunu kaldırmam gerekliydi.

"Anlaştık."

***

Kütüphaneden bir kitap aldı ve masaya koydu. Ayraçla işaretlenmiş bir sayfayı açtı.

"Eşyaların gelene kadar bunu oku." Bir kağıda bir şeyler karalayıp bir kıza verdi. Kız aceleyle çıkarken kitabı aldım.

"Çok eski zamanlardan birinde başıboş ruhlardan biri insanlardan bir kadına aşık oldu. Bir bedene sahip olmak istedi... Eee bu hikaye ne hakkında?"

"Okuduğunda açıklayacağım." Birazcık sinirlensem de çocukluk yapmamak için kitaba döndüm.

"Bu ruhun adı Vulpis'di. Yüzyıllardır yaşıyordu ve engin bir bilgeliğe sahipti. İstediği kadına ulaşmak için önce bir insan olmalıydı. Büyü birikimini kullanarak kendine defalarca beden oluşturdu ama oluşturduğu bedenler büyü gücüne dayanamıyor ve parçalanıyordu. Son bir çare olarak kendi ismini paylaşan hayvan olan tilkiyi kullandı ve oluşturduğu bedenle bileştirdi.

Oluşan bedene kendini mühürledi. Artık kısmen de olsa bir insandı. Diğer kısmı da seçtiği hayvan olarak tilkiydi. Sevdiği kıza gitti ve aşkını itiraf etti. Ama kadın onun yarı insan halinden korktu ve onu reddetti. Aynı zamanda bütün insanlar da ondan korkuyor ve aşağılıyorlardı. Büyük bir üzüntüyle bir dağa çıktı. Büyüsüyle kendine bir şato inşa etti. Yıllar boyunca burada büyü çalışarak bedenini düzeltmeye çalıştı. Bir çok büyü keşfetti ve onlarla kitaplar yazdı.

Bir zaman sonra sevdiği kadın öldü. Onun cesedini alıp şatoya getirdi. Tekrar onu dirilteceğine yemin etti ve onu dondurdu. O günden sonra hem bedenini düzeltmek, hem de kadınını diriltmek için çalışmaya başladı. Yüzyıllar boyunca çok fazla kitap yazdı.

Bir süre sonra evine kütüphanesini çalmak için gelen adamların ruhlarını büyülerinde kullanmaya başladı. Bazen de geceleri ava çıkar ve sevdiği kadının gümüş kolyesi gibi gümüş takan kadınların ruhunu çalar. Ve onu dirilteceği güne kadar bunu yapacaktır."

Hikaye bitince derin bir sessizlik oluştu. Anlayamadığım çok nokta vardı.

"Ne düşünüyorsun, Bayan Avcı?"

"Bu hikaye gerçek mi?"

"Senin ve benim kadar." Durdum. Bu gerçekten inanılmazdı. Kütüphaneye döndüm. Gerçekten çok büyüktü.

"Bu kitaplar Vulpis'in mi?" Yüzü düşünceli bir hal aldı. Sonra kafasını kaşıyıp tekrar bana döndü.

"Evet onun." Raflardaki kitaplarda parmaklarımı gezdirdim. Sayfalar dolusu büyü vardı burada. Hepsi de engin bir bilgelikle yazılmış muhteşem büyüler olmalıydı. Tabi dedikleri doğruysa.

"Peki o zaman...sen Vulpis misin?" Beyaz ve düzgün dişlerini gösterek gülümsedi.

"Öyle mi görünüyorum?"

"Gümüş takan kızları kaçırmak açısından evet."

"Sence tatlı kadınların ruhlarını çalar mıyım? Şu yakışıklı yüzüme bir bak."

"Ego göklerde bakıyorum. En nefret ettiğim erkek tipi."

"Ne egosu saçmalama canım haha komik kızsın. Öhöm bu arada nasıl erkeklerden hoşlanıyordun?" Gözlerimi devirerek baktım.

"Sen olmadığın kesin. Neyse konuya dönelim. Şu tilki ne yapıyor insanların ruhlarını? Daha önce insan ruhu kullanılarak yapılan bir büyü duymamıştım." Biraz hayal kırıklığına uğrayarak baktı. Sonra yerinden kalkıp yanıma geldi. Kollarını bağlayarak yanıma, kütüphaneye yaslandı.

"Aslında hikayenin o kısmı tamamen uydurulmuş. Gerçi kütüphanedeki büyüleri elde etmek için gelenler hariç."

"Peki bu hikayedeki senin rolünü öğrenebilir miyiz?"

"Onu da duvardaki yazıyı çevirince anlayacaksın." Gözlerini hafifçe kıstı ve gülümsedi. Bu ifadeyle meydan mı okuyordu yoksa başka bir amacı vardı anlayamadım.

Bir süre öyle kaldıktan sonra hizmetçi eşyalarımın bir kısmını getirdi. Koşup kitaplarımla hasret giderdim. Ne yazık ki ne kılıcım vardı ne de iksir yapmak için malzemelerim.

"Bu konuda bayağı tutucusun, hala kılıcımı vermedin."

"Sana beni yaralama fırsatı veremem, bu konuda oldukça ciddi görünüyorsun. Ayrıca sırtım hala acıyor." İlk başta anlayamasam da daha sonra dikenlerin sırtında olduğunu hatırladım.

Eşyalarımı aldıktan sonra bana eşlik eden hizmetçiyle birlikte dışarı çıktım. Dev kapının kenarlarındaki derin oyma süslerden yardım alarak duvara tırmandım. Bir süre kelimeleri kitabımda aradım.

"Yüce Vulpis'in..." İlk kelimeleri bulduktan sonra diğer kelimeyi tanımıştım.

"Yüce Vulpis'in öfkesi..." Öfkesi mi? Hemen sonraki kelimeleri aramaya başladım.

"Yüce Vulpis'in öfkesini üzerine çeken ve bilgisine göz diken kişi. Beni..." Sonraki kelimeyi uzun süre aramama rağmen bulamadım. Vakit kaybetmemeye karar vererek diğer kelimelere geçtim.

"Beni Marya'dan ayırdın. Hatanın bedeli olarak..." Bedel mi? Neymiş o bedel? Neden diğer kelimeyi bulamıyorum?

Tamam sakinleş. Heyacanlandığımda hiç bir zaman aradığım kelimeleri bulamam bu yüzden sakin olmalıyım.

"Hatanın bedeli olarak...lanetimi iliklerinde hisset. İnsanlar sana bana baktıkları gibi baksın. Ta ki..." Tam sorularım cevaplanırken kafam saha da çok karışıyordu.

"Taa ki gümüş takan prensesin, kalbini avlayana kadar." Elimi kanla yazılmış yazının son kelimesinde gezdirdim. Gözlerim sonuna kadar açıldı.

"Prenses..."

"Evet, benim prensesim." Aşağıda merdivenlerin üzerinde bekleyen Lavi'ye baktım.

"Kızları bu yüzden kaçırdın demek. Hepsinin gümûş eşyaları vardı."

"Evet."

"Peki hangisi prenses?" Yüzünde tatlı bir tebessüm oluşurken gözlerinin içi parladı.

"Prensesim...sensin."

Laru StoriesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin