YAŞAM VE ÖLÜM HAKKINDA

182 6 2
                                    


Birbirine kardeş iki olgu. Birinin olmaması durumunda diğeri geçersiz kalır. Bir yazıda okumuştum, doğum anında ölüm için geri sayım başlar. Ne garip bir gerçek. Garip diyorum sevinç ile karşıladığımız bir olay olan doğum, aslında ölüme doğru başlayan bir yolculuk. Birbirinin bu kadar içinde olan iki olgudan nedense biz sadece doğum ile ilgileniriz ve ölümü aklımıza getirmeyiz. Her anımızın yanı başındadır aslında ölüm. Hiçlikten gelme, hiçliğe gitme durumu. Ölüm düşüncesi genellikle ilerleyen yaşlarda gelmeye başlar aklımıza. Nedir ölüm bir son mu? Yoksa bir başlangıç mı? Biz dünyaya geldiğimiz anda, dünyaya gelmeden önceki halimizin ölümü ile mi başladık yaşam denen şeye? Dünyadan giderken korktuğumuz ölüm neden bu kadar etkiler bizi? Bilinç dediğimiz şey yaşam, bilincin bittiği an ölümdür de ondan mı? Biz insanlar genellikle bilmediklerimizden korkarız. Ölüm bilinmeyen olduğu için mi korkarız o zaman? Yaşamak demek nefes alıp vermenin ötesinde bir şey olmalı. Aksi halde ölüm döşeğinde bütün hayati fonksiyonları yavaşlamış bir insan, düşünmek yetisini, konuşma ve görme yetisini kaybetmiş bir durumda, öleceği günün gelmesini beklerken geçirdiği zaman dilimlerine, günlere, o insanın yaşadığı günler olarak bakabilir miyiz? Yaşamak bilinç ile mümkün olmalı. Bilinci olmayan bir insanın sadece dünyada kaldığı günlerin toplamına yaşam demek beni biraz zorluyor. Gençliğinde ve yaşlılığında her durumu ile yaşama katkıda bulunan insanın, bütün bedensel ve düşünsel işlevlerini yitirmesi ne acı. Her şey de olduğu gibi sahip olduğumuz beden de yaşlanmakta, kendini yenileyememekte ve bir süre sonra işlevini durdurmak ve ölmek durumundadır. Bu doğum anında başlayan bir olgu ise demek ki büyüme ve yaşlanma süreleri, aslında biraz kaba tabiri ile "eskime" anlamına gelir. Doğal etkenler her şeyi eskitir ve aşındırır. Bizler de eskir ve aşınırız. Bu başlangıç ve bitiş arasında hepimizin çeşit, çeşit yaşama biçimlerimiz mevcuttur. Biz hayatta iken bu başlangıç ve bitiş zamanı içerisindeki yaşamın hakimi olmak zorundayız. Biz bu dünya adı verilen duvar halısının birer ilmeğiyiz.(Bu lafı çok severim) Bir ilmeğin yerinde olmaması demek o desenin bozuk eksik olması demektir. Bu sebeple, bu bilince sahip olmamız ,bizim o halının güzel görünmesinde önemli bir rol sahibi olduğumuzu bilmemiz demektir. Dünyada ki her şey kusursuz bir ilişki içerisindedir. Bir tek insan ilişkileri kusurlu olabilmekte, ancak belki de bu kusurlu olma hali doğal akışı içerisindeki yaşamın kusursuzluğuna sebep olmaktadır. Kötü insanların varlığı ile iyi insanların değerinin anlaşılması gibi. Hayatımıza dair ne çok önem vardır bir düşünelim. Para, şan, şöhret, güç. Bunlar sayısız örneklerle çoğaltılabilir. Ya peki hepsine sahip olsak ta son nedir? Ölüm. E? O zaman bu ne hırs? Duyuyorum yine, bu saydıkların, o doğum ile ölüm arasında geçirdiğimiz zamanın kendimizce iyi olmasına olanak veren şeyler dediğinizi. Evet haklısınız. Ancak yine de düşünülmesi gereken yaşamın ikiz kardeşi ölüm geldiğinde ( ki ne zaman geleceği bilinmez) bu sahip olduklarımız mı kurtaracak bizi? İnsan olarak isteklerimizin, hırslarımızın olması bence gayet normal. Ancak bu istek ve hırslarımızın bizi esir etmesi ve başkalarına zarar vermesi ile ne elde etmişsek edelim, birilerinin de bize zarar vermesi ve ezmesi muhtemeldir. Bu kısacık ömürde bizim edinmemiz gereken, dostluk, sevgi ve yetecek kadar güç olmalı diye düşünüyorum. Bu laflar tabi ki gerçek hayat için komik, kitaplarda olması gereken hatta uygulamada bizi zayıf göstermesi muhtemel sözlerdir. Bunlara uyup yaşayan insanlara hikayelerde bile az rastlanır. Filozof veya geçmişte yaşamış dini ulu kişilerin hayatlarında önem verdikleri yaşama biçimidir bu. Biz zaten uygulayamayız, çünkü biz ne filozof, nede ulu bir din adamıyız. Bizler sıradan insanlarız sadece. Peki onlar nasıl başarmışlar bu yaşamı sürdürmeyi acaba? İnançla ve düşünme yolu ile olabilir mi? Peki bizim inancımız mı eksik yoksa düşünme tembeli miyiz? İnancımızın tam olduğunu var sayarak bir akıl yürütme yapalım. İnancımıza göre iyi bir insan olmak bize ne kazandıracak? Tanrının bizi affetmesini mi? Birilerine karşılıksız iyilik yapmak, yeteri kadara sahip olmak, fazlasını olmayanlarla paylaşmak, inancımıza göre bize bir getiri sağlar mı sağlamaz mı? Manevi olarak tatmin birinci çıkarımızdır. İkincisi ve bana göre daha etkili olanı korku ve Cennet beklentisidir. O zaman bu inanca göre olan varsayımda böyle bir soru gelmez mi insanın aklına? "Neden tanrının affetmesini düşündüğümüz şeyleri yaparken düşünmüyoruz da, bunları yaptıktan sonra af dilemek adına bir şeyler yapmaya çabalıyoruz?" Belki inançlı ama bir o kadar da kötü denebilecek hiç bir şeyi yapmamış insanlar da vardır. Bu insanlar da inanç uğruna güzel şeyler yapmış ve hayatlarını devam ettirmişlerdir. Peki bu insanların affa ihtiyaçları var mı? Ya beklentileri? Cennet. Birde düşünme yolu ile varsayım yapalım. Kendi ihtiyaçlarını karşılama çabasında ve fazlada gözü olmayan , fazlasını paylaşmasını bilen, kötülük yapmanın, kötülüğü kendisine getireceğini bilen biri. Başlangıcından beri kendi hayatı ile ölümün eş yürüdüğü bilincinde olması sebebi ile yaptığı her iyi şeyin karşılığını huzurlu bir yaşam için yapacaktır. Huzurlu bir yaşam asıl amaç olmalıdır. Huzur ve mutluluk insanın etrafına da huzur ve mutluluk dağıtmasını sağlar. Çevresindeki her şeye iyi bakar, hayattan zevk alır, korku ve ölümden sonraki bir hayatın hesabını yapmaz ve anını mutlu yaşamanın kendisinde ki etkisini bilir. Bu iki durumda da asıl olan yine "Ben" duygusu değil midir? "Ben" i öyle güçlüdür ki insanın, yaşadığı an itibari ile mutlu olmak ve eksiksiz yaşamak ona yetmez. Bu dünyada sanki gelip geçici imiş, diğer dünyada asıl hayatını yaşayacakmış gibi algılar. Bu dünyada hata yapacak sonra af dileyecek, diğer dünyada mutlu yaşayacaktır inancına göre. Peki biz bilgi ile, düşünce ile bu dünyayı düzgün yaşamayı neden önemsiz buluyoruz ki? Dini bilgiler dışında bilimsel bir gerçek mi öbür dünya? Ya yoksa öbür dünya? Boşuna mı harcıyoruz bu dünyadaki kısıtlı vaktimizi? Ya varsa ? Varsa bu bilimsel olmayan bir bilgi olması dolayısı ile itibar edilmemiş olabilir. Bu bilgi Tanrı bilgisidir denir. Tanrı her şeyi eksiksiz olarak yapmaz mı? Her hangi bir şeyi araştırmak ve onun hakkında kesin bir kanıya varmak için bilimi ve onun kesin sonuçlarını var eden Tanrı, neden öbür dünyanın varlığını bizlere bilimsel kanıtlarla sunmaz? Bilimsel kanıtlara nasıl itiraz edemiyor ve iki ile ikinin beş ettiğini savunamıyorsak, bilmediklerimize şüphe duymamız da bu kadar doğal değil midir? Eğer var ise içerisinde bir belirsizlik yok mu? Ama şuan yaşadığımız an ve yaşamımız iki ile ikinin toplamı olan dört kadar elle tutulur ve gerçek değil midir? O zaman gerçek olan mı şüpheli olan mı daha önem taşır? Şüphe eden kişi değil midir bu günkü bilim adamı denen kişi? Şüphe değil midir gelişimi sağlayan şey? Şüphe etmediklerimize daha fazla tutunmaz mıyız? Neden o zaman şuan şüphe etmediğimiz hayatımıza tutunmuyoruz? Hayat bizi pek çok bilgi ile doldurur. Bize çevre sağlamamız, iş yapmamız, saygı duyulmamız için gerekli bilgileri verir. Biz bu bilgileri kullanarak çevre sağlar, iş yapar, saygı duyuluruz. Veya tam tersi olur. Ailemiz olur veya olmaz, severiz, seviliriz. Veya tam tersi olur. Zengin oluruz, servet yaparız. Veya tam tersi olur. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Bu saydıklarımızı biz değil de başka birimi yapar? Demek ki yaşam bizim bilgilerimizi doğru ve iyi kullanabilme sanatıdır. Bu sanatta her birey kendisi için bir şeyler yapar. Bilerek veya bilmeyerek iyi şeyler, kötü şeyler yapar. Bu iyi ve kötü şeyler ilerideki zamanlarda bilerek veya bilmeyerek hayatını etkiler. Bu etkileme ile başka olaylar birleşir. Bu birleşmede yeni, yeni kararlar veririz. Önümüze pek çok seçenek çıkar. Bu seçenekleri aklımız ile eler birilerinden vaz geçer birilerini seçeriz. "Her seçiş bir vaz geçiş değil midir?" Vazgeçtiklerimizin ve seçtiklerimizin bize getirdiğini yaşarız. Bunlar her ne kadar bizim dışımızda gelişiyor gibi olsa da bizim yaşam dediğimiz tüm bu yaşadıklarımızdır. Ölüm ise bilmediğimizdir. Belirsizliktir. Sondur. Belki başka bir başlangıçtır. Bitecek olan ise kesinlikle ömürdür. Ömür bizim ise ve bize ait ise, Ölüm ile, bu bize aitin elimizden alınması demektir. Yani artık bize ait bir şey kalmamış demektir. Hayat bizimdir. Ölüm bizim olmayanın ta kendisidir.

DENEMELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin