BİR ŞEYE AİT OLMAK VE AİT OLDUĞUNU HİSSETTİĞİN ŞEYE SAHİP ÇIKMAK

36 1 0
                                    

Aidiyet üzerine pek çok şey konuşulmuş ve de yazılmıştır. Ben ait olma duygusunu ve ait olduğumuzu hissettiğimiz şeye sahip çıkmak üzerine birkaç şey söylemek istiyorum sadece. Nedir ait hissetme kavramı? Neden bir şeye ait hissetme duygumuz vardır? Veya neden kendimizi bazı şeylere ait hissetmeyiz? Bu soruların pek çok cevabı mevcuttur. Felsefi olarak yaklaşabiliriz bu sorulara. Veya sosyal boyutu ile ele alabiliriz. Ancak benim üzerinde durmak istediğim günlük yaşantımızda bize aitlerin bize etkileri. Aslında birey olarak kendimizi hayatımızın her döneminde bir şeylere ait, veya bir şeyleri bize ait olarak görmekteyiz. Bizi biz yapan şey de zaten bize aitleri biriktirmek ve bunlara sahip çıkmak değil midir? Biz dünyamızda yaşadığımız süre boyunca hep bir şeylere ait değil miyiz? Bizi dünyaya getiren ailemize. İçinde doğduğumuz ülkemize. Eğitimini aldığımız okullarımıza. Bizi yönlendiren öğretmenlerimize. Peki biz bir şeylere ait olarak yaşıyorsak bizim ait olduğumuz şeyler de bu durumda bize ait olan şeyler olmuyor mu? Bizim ailemiz. Bizim ülkemiz. Bizim okulumuz. Bizim öğretmenimiz. Bu demek ki bizim hem bir şeye ait, hem de bir şeyin bize ait olması durumu söz konusudur. Ben burada genel aidiyetin ötesinde başka aidiyetlerden de bahsetmek istiyorum. Düşünelim. Birimiz çiftçi olurken, diğerimiz doktor oluyor. Veya kimi politikacı olurken kimimiz sanatçı oluyoruz. Bu meslekler bizi yine bir şekilde birbirimize ait yapsa da farklı çıkarlar ve yaşam şekilleri bizleri bu durumda birbirimize ait olduğumuz alt bilincinden uzaklaştırıyor. Bu ayrışma aslında alt metindeki aidiyet gerçeğini değiştirmiyor. Sadece ait olma hissini bize vermiyor. Bir şey var ki bu ; mesleği, hayat şekli, yaşam standartları ve aklınıza gelebilecek her farklılığa rağmen bir birimizi birbirimize ait hissettiriyor ve sahip çıkma duygumuzu tetikliyor. Ne mi bu? Tabi ki "Sanat" Kiminizin "ne alaka?" Dediğini duyar gibiyim. Ne alaka olduğunu anlatmaya çalışacağım müsaadenizle. Sanat insanların bu dünya da biriktirdiği her şeyi, herkesin gördüğünden farklı bir biçimde dile getirme şeklidir bana göre. Müzik, edebiyat, resim ve heykel, dans, mimari, tiyatro ve sinema bu dile getirmenin yedi değişik sunum şeklidir. Her bir sanat, bilinen bilgiler ışığında doğadaki kusursuzluğu çeşitli şekillerde bir araya getirerek ,herkesten farklı bir biçimde göstermek ve elindeki malzeme ile tanrısal bir yaratıcılık gücünü eklemek sureti ile sergilemek için vardır. Buradaki aidiyet nerede diyeceksiniz. Buradaki aidiyet ; Her sanatçı doğup büyüdüğü ve içerisinde yetiştiği toplumun biriktiricisidir. Hatta yaşadığı çağın biriktiricisidir. İçerisindeki yaratıcılık, daha önceki yaratıcıların etkilerini taşır. Bu durumda ise her zaman bir öncekinin üzerine kendi yaşamının bilgilerini ekler. Bu bilgiler kendi çevresinden,ailesinden,toplumundan,kültüründen,ülkesinden,etkilendiği diğer kültürlerden kendisine geçmiştir. Bu sanatçı sanatı ile dile getirdiği ve paylaştığı bilgisi ile ortak ses, ortak düşünce, ortak mutluluk, ortak hüzün ürünleri meydana getirir. Sanat sanatçı ve sanatsever arasında paylaşılan bir olgudur. Herkes sanatçı olamaz ama herkes sanat sever olabilir. Sanatçı sadece akademisyen olmaz. Halkın içinden ve sanat eğitiminden bir haber de olabilir. Sanat eğitimi de zaten sanatın ilk günlerinden bu yana edinilen bilgilerin tespit edilip sanatçı adayına verilmesinden başka bir şey değildir. Sanatın halk içerisinde gelişeni ve halkın günlük yaşantısında her anını, acısını, sevincini, aka gelen her durumunu tespit eden bir halk sanatı vardır. Kilimi, halısı, manisi, türküsü, deseni, oyunu ile, akla gelen her şeyi günün anlatımına ve geleceğin bilgisine sunar. Bunun sanat olmadığını ve halk kültürü olduğunu savunanlar da vardır elbet. Biz ister sanat, ister halk kültürü denilsin tüm bunlara ait hissederiz kendimizi. Hissetmeyenler de vardır elbet. Ancak onlar da kendilerini başka şeylere ait hissetseler de ortak payda yine sanat olacaktır. Peki ama bu genellemenin ötesinde de bir aidiyet söz konusu mudur? Evet. Örneğin hemşericilik vardır. Nedense nerelisin? diye sorulur ve aynı şehirli ise bir anda birbirine yakın hisseder insanlar. Bir başka örnek meslek grupları arasında vardır. Ne iş yaptığı sorulur insanlara. Eğer aynı meslek grubunda ise hemen iletişim daha sıkı ve yakın olur. Bu aynı mesleğe ait olmanın verdiği bir duygudur. Ben burada sanat üzerinde durmak istiyorum. Sanatla uğraşan sanatçılar içinde bu durum aynıdır. Ancak burada işin içine yaratıcılık ruhu da girdiği için aidiyet tam ama, diğer mesleklere oranla kıskançlık ve çekememe duyguları daha fazla olacaktır. Bu durum aslında belki diğer meslekler için de söz konusu olsa da sanatçı ruhunun çeşitliliği ve sanat konusunda olduğu gibi yaratıcılığının tüm yaşantısına yansıması sebebi ile diğer mesleklerden daha yoğun olacaktır. Ve bu kıskançlık zaman zaman gizli saklı da olmaz. Sanat alanında asıl olan sanatçının sanat eserini daha fazla insana sunması ve beğendirmesidir. Ben bu tartışmaya girmek istemiyorum ama, denir ki ; sanatçı sanat eserini beğeni için değil sanata bir hizmet olsun diye yapar. Yani sanat için sanat yapar. Bu durum bana pek inandırıcı gelmez. Çünkü sanatı ortaya koyan sanatçı her ne kadar ruh halini, bilgisini, birikimini sanat eserine vermenin hazzı içerisinde kendi eseri ile bir bütün haline gelirse de, bu eser gizli, saklı ve göreni beğeneni olmadığında ne sanatçı için nede o sanat için bir faydası olmayacaktır. Sanat eserleri sanatçıya ait, sanatçı da içinde yetiştiği topluma aittir. İşte size yine bir aidiyet. Ancak burada yukarıda belirttiğimiz kıskançlık ve çekememezlik durumu sanatçının besin kaynağı durumundadır. Şimdi saçmaladın diyeceksiniz, duyar gibiyim. Saçmalamadım açıklayabilirim. Bir sanatçı adayı önce yeteneğini keşfeder, ardından bir ustayı takip eder, ardından o ve başka ustaları taklit eder. Bu sanatçının tarzının, sanatsal kişiliğinin gelişmesinin en önemli yoludur. Hiçbir sanat eseri yoktan var olmaz. Mutlaka bir öncüsü vardır. Durum böyle olunca bir önceki usta ile çırak arasında başlayan, önce ustaya olan saygı, sonra ustaya olan imrenme, ardından kendini geliştirdikçe ustaya yaklaşma hissi, buna birde kendi yeteneklerini eklemeye başladıktan sonra eklenen yeni çevre de katılınca durum ustaya karşı gizli bir savaşa dönüşür. Burada saygılı ama o kadarda hırslı bir gelişme söz konusu dur.

DENEMELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin