YAŞAMAK GERÇEK BİR SANATTIR

64 0 0
                                    


Bu yazıları yazma amacım sadece kendi düşüncelerimi kağıt üzerine dökmektir. Kesinlikle bir öğreticiliği, bir belirleyiciliği yoktur. Bilgimi sınıyorum sadece ve yazdıkça görüyorum ki sahiden Sokrates'in dediği gibi tek bildiğim hiç bir şey bilmediğimdir. Her an fikrim her konuda değişiyor. Bir öyle, bir böyle düşünüyorum. Empati kurmayı öğrenmek için uzun zamandır (gençliğimden bu yana) çaba harcıyorum. Etrafımdaki insanları inceliyorum. Her insanda farklı bir dünya buluyorum. Keşke çok vaktim olsa ve hayatımı devam ettirmek için çalışmak zorunda kalmasam da, her insanın hayatını inceleme fırsatım olsa. Ne çok şey öğrenirdim kim bilir? Hep söylerlerdi ama bu kadar net görmemiştim "Hayat kırk yaşından sonra anlam kazanır" diye. Evet ben kırkımı aşalı 7-8 sene oluyor ve her şeyin üzerindeki sis perdesi kalktı gibi, belki de ben öyle görmeye başladım, yanılgılarım azaldı veya bana öyle geliyor. Olacakları daha iyi tahmin edebiliyorum veya tahminlerimin yüzdeleri bana böyle hissettiriyor. Beklentilerim daha net, heyecanlarım da bile mantık oluşmaya başladı sanki, umutsuz bekleyişlerim azaldı. Umutlarım mı tükendi acaba? Yok buna inanmıyorum. Umut edeceğim şeyler daha olabilir ve daha olasılıklı şeyler halini aldı bence. Kendimi tanıma yolunda daha da bir yalnızım artık, sakin kafa ile düşünmek, bu yolculukta aklım ile arkadaş olmak, ona güvenmek benim bu yolda daha fazla ilerlememe sebep oluyor sanki. Kendimi kusurlu gördüğüm o kadar çok şey var ki, bunları ele aldığımda kusurlarımın beni yansıttığını görüyorum, bu kusurlardan vazgeçmeye çalışmanın anlamsızlığı ise cabası. Kusurlarımla ben, "ben" isem kusurlarımdan kurtulduğumda ben olmama olasılığım var demektir. Kusurlarımı terk ederken oluşturduğum davranış biçimleri ise benim yeni "ben"' imin davranışlarıdır. Bu sanki oyun gibi. Hoş bir kişilik tanıma ve benlik oluşturma oyunu. Çoğu zaman, pek çok konuda yüzde yüz haklı olduğumu düşündüğüm oldu. Yüzde yüz haklı olmanın pek te imkan dahilinde olmadığını öğrenmem vakit aldı ama yeni bir pencere açtı hayatımda. Sanat'ı düşünün. Çok temel kavramlardan bahsedeceğim. Müziği ele alalım. Temelinde iki unsur vardır aslında ritim ve sesler. Ritim ve sesler doğada bize hazır olarak sunulmuştur. Her şeyin bir ritmi ve duysak ta duymasak ta bir sesi vardır. Biz bu doğal şeylere sahip yaşarız. Hayatımızın her anında vardır bu şeyler. Peki doğada bulunan bu ritim ve seslere biz müzik diyebilir miyiz? Ancak bu doğal şeyler bir uyum ve armoni içerisinde bir araya gelirse bu müzik olmaz mı? O zaman bu doğadaki ritim ve sesleri bir araya getirmek gerekir. Bu ritim ve sesleri bir araya getirmek için ise ya bunları doğadan bire bir alarak kullanırız yada bu ritim ve sesleri üretecek araçlara ihtiyaç duyarız. Bu araçları kullanarak oluşturduğumuz şeylere bir uyum içerisinde düzen verirsek, bir armoni ile sunarsak ortaya müzik çıkar. Bu müziği yapana müzisyen deriz. Müzisyen doğadaki bu doğal şeylere kendi yaratıcılığını ekleyerek bu malzeme ile kendi duygu ve düşüncelerini bir araya getirir. Bu da ona sanatçı dememize sebep olur. Bu duygu ve düşünceler bizim duygu ve düşüncelerimizi yansıtıyor ise o zaman daha çok kabul görür ve yayılır. Anlam kazanır. Bu yeteneğe sahip olan sanatçı kendisini geliştirdikçe daha ince noktaları paylaşacak, daha karmaşık duygularını müzik yolu ile anlatabilecektir. Burada artık onun sanatının incelikleri başlayacak ve onu anlayanlar belirli oranda azalmaya başlayacaktır. Anlama gücümüz bilgimiz ile sınırlıdır çünkü. Şimdi insana bakalım. İnsan ruhu buradaki müzisyen olsun. Hayat ise doğadaki ritim ve sesler. İnsan ruhu hayatın tüm ritim ve seslerini doğal olarak yaşamının her anında duymaktadır. Bu ruh hissettiği bütün ritim ve sesleri bir enstrüman kullanarak müziğe çevirmelidir. Bu enstrüman Bedendir. Bu benzetmeye göre insan ruhu ve bedeni doğadaki "ritim" ve "sesleri" bir uyum içerisinde düzene sokar, bir armoni içerisinde enstrümanı olan bedeni ile kendi müziğini oluşturur. Bu arada kendi yaratıcılığı ile bu müziği icra etmeye başlar. Bu da her insanın bir müziği olduğu anlamına gelir. Müzikte ki on iki ses ve temel birkaç ritmik unsurun bir araya gelmesi ile sonsuz, birbirinden farklı melodiler meydana geldiği gibi, insan müziği de sonsuz ve birbirinden farklıdır. Benzerlikler ve etkileşimler müzikte de olduğu gibi yaşamın müziğinde de kaçınılmazdır ancak aynı olma imkanı yoktur. Müzikte olduğu gibi hayatın müziğinde de bilgi arttıkça anlayanı da azalacaktır. Bu bilgi düzeyine ulaşan beyinler ancak bu müzikten haz alacaklar ve hayranlık duyabileceklerdir. Müzikte ve sanatın her dalında önem kazanan özgün ve yaratıcı olanlardır. Birbirlerini taklit eden sanat eserleri asıllarını yaşatmaktan öte, yaratıcısına bir şey katmayacaktır. Hayatın müziğinde de durum aynıdır. Elindeki malzemeler ile özgün eserler yaratanlar olduğu gibi, elindeki malzemenin armonisine önem vermeyenler daha kolay anlaşılır, çabuk tüketilir, değeri daha az eserler yaratırlar. Bu eserler bu malzemeyi aynı derecede kullanma yetisine sahip herkes tarafından kolayca üretilebileceği için çok değerli olmazlar. Küçük farklarla bir birlerinin aynı ve tekrarı olup çıkarlar, sıradanlaşırlar. İnsanların hayat müzikleri de böyledir. Kimi insanlar doğayı daha iyi dinleyerek oluşturdukları armoniler ve kurallar ile özel hayat müzikleri yaratırlar, kimileri ise sıradan şeyler üreterek hayatlarının müziklerini az farklılıklarla sunarlar. Demek ki yaşamımızı iyi incelememiz sonucu özgün ve daha özel yaşam müzikleri üretebiliriz. Bu sebeple hayatı bir sanatçı gibi yaşamak gerekir. İnce ayrıtılar hayat şarkımızın kalitesini belirler. Çünkü yaşamak gerçek bir sanattır. 

DENEMELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin