POLİTiKACILARIN RUH HALLERI

40 1 0
                                    


Hep kitaplardan okurdum. Sanki bir film izler gibi, kendi yaşamımın dışında buldum hep politikacıları. Hep bir anlam olduğunu hissettim tüm hareketlerinde , tavırlarında, söyledikleri anlamsız ve zaman, zaman saptırılmış söylemlerinde gizliden gizliye. Bu anlamın her ne kadar kişisel çıkarlarına hizmet ettiğini bilsem de, bir insanın ülkesinin çıkarlarını hiçe saymasını bindiği dalı kesmek olarak nitelendiriyorum. Bu ülkede doğup yönetici olacak kadar fırsata eriştikten sonra bu fırsatı kendine maddi ve manevi güce çevirmek insan karakterinin gücü müdür yoksa zayıflığımı? Güç müdür? Paranın ve siyasal gücün kendisine gelmesi yoksa bir rastlantı sonucu mudur ? Bu durumda kişiliğinin kendisine verdiği güç ile her şeyi kendi çıkarlarına göre hesaplayıp, planlayıp uygulayabilen bir kişilik yapısı mıdır bu? Zayıflık mıdır yoksa? Kişiliğinin eksik yanlarını para ve siyasal güç ile kapatmak, paranın ve siyasal gücün kendisine doğal olarak sağladığı olanaklar sayesinde komplekslerini ve eksikliklerini saklamak, sanki birer üstünlükmüş gibi kibirlenmek, yönettiği halkın bir parçası olduğunu unutmak, kendisini onun üzerinde bir tanrısallık, kutsallık imparatorluğunda görmek midir? En başına dönerek politik güce sahip olan politikacıların ruh halleri hakkında bir inceleme yapalım. Bir insan herhangi bir mesleği seçmek için küçük yaşlarda eğilimler gösterir. Eğer seçeceği meslek aile bireylerinden biri tarafından yapılıyor ise bu doğal olarak model teşkil edecektir. Ancak bu durumda bile bazı meslekler özel bir yetenek ister. Bu yetenek sayesinde mesleğe yakın olan genç kendini bir şekilde bu mesleği öğrenir bulur. Bu meslek ile ilgili bir eğitime girer. Eğer bu meslek ailede yok ise, o zaman bir özenme ve kendini bu mesleğe yakın hissetme durumu söz konusudur. Bu durumda da genç o mesleğin gerektirdiği eğitimi almak için elindeki tüm fırsatları değerlendirecektir. Eğer bu bir sanat dalı ise , o sanat dalındaki yeteneği sayesinde sanatçı olmak için gerekli olan eğitimi ve usta çırak ilişkisi ile sanatsal becerisini geliştirecek ve yeterliliğini kanıtlaması için pek çok zaman harcayacaktır. Bu bir zenaat ise yine bir ustanın yanında çıraklık, kalfalık, ustalık dönemleri geçirecek ve zenaat ında yeterliliğini ispat etmek zorunda kalacaktır. Eğer seçtiği iş üniversite eğitimi gerektiren bir iş ise o zaman üniversitesinde bilgilerini dersleri yolu ile pekiştirecek, araştırmalar yaparak kendi branşında daha önce yapılanları araştıracak, kendisini o meslekte şu an var olan meslektaşlarının bilgisine ulaştıracaktır. Bu da yetmeyecek mesleği ile ilgili stajını yapacak yeterliğini ispat etmek zorunda kalacaktır. Biz bugün bir avukat, doktor gibi ihtiyaçlarımızda bile gideceğimiz avukatın ve doktorun diplomasına, branşına kısacası yeterliğine bakmaktayız. Durum bu iken en önemli konulardan biri olan devlet yönetmeyi nasıl olur da bu işin eğitimini almışlara bırakmıyoruz? Bunu aklım almıyor. Politikacı olmak için bu işi yapan kişinin üniversite eğitimi almasına gerek yok. Bilgi ve birikimi olmasına gerek yok. Seçme ve seçilme yaşına sahip olması ve en önemlisi politika yapmaya yetecek parası olması bu işi yapması için yeterli bir diploma değerinde. Bu ne kadar sağlıklı? Bu ne kadar doğru? Millet vekili olmak ne kadar önemli bir şey bir düşünelim. "Milletin vekili" Demek ki burada asıl olan vekili olduğu "millet" tir. "Millet" mecliste kendisinin sesini duyuracağı bir vekil tayin ediyor demektir bu. Bu gün baktığımızda "millet vekili" milletin sesini mecliste duyurmak yerine kendi cebini doldurmak ve yakın çevresinin çıkarları peşinde koşmaktadırlar. Durum böyle olunca millet vekilleri halkından çekinip, halkının çıkarları peşinde koşmaktansa, halk millet vekillerinin peşinde koşmak ve onlardan çekinir duruma düşmektedir. Demek ki millet vekili olmak kese doldurmak, zengin olmak, devletin olanaklarını bu amaçlar için kullanmak demek. Demek ki bu da bir meslek. Bunun için gereken eğitim ise "para ve güç". Bu millet vekilleri devletin yasalarının, kanunlarının, ticaret ilişkilerinin, diğer ülkeler ile olan ilişkilerin sağlanmasında ve yürütülmesinde bir şekilde söz sahibi değil mi? Bu büyük sorumluluğun ehliyetsiz insanlara verilmesi ne kadar doğrudur? Başka bir gerçek ise şudur. Aslında konularında yeterliği olan bürokratlar bu kişileri her konuda yönlendirir. Bu bürokratların kesindir ki yeterli bilgi ve deneyimi vardır, ancak bu bürokratların seçimleri de bu meclis tarafından kendi fikirleri doğrultusunda yapılmakta en azından böyle olmasa da ilişkiler bu doğrultuda sürmektedir. Kendi bilgisi ve yeterliği tam olan millet vekillerinin oluşturduğu mecliste bulunan iktidar partisi, bilinçsizce bürokratlar tarafından yönetilemeyecek, vizyon sahibi yöneticilerin politikaları birlikte çalıştıkları bürokratların kendilerini bilinçsizce yönlendirmesi durumunu ortadan kaldıracaktır. Bir parti toplumun sesi demektir. Aynı görüşleri barındıran insanların seslerini meclise taşıma ve ülkeyi çoğunlukla yönetme aracıdır aynı zamanda. Bir parti lideri ise o grubun sözcüsüdür. Bu sözcü o partiyi meydana getiren halk topluluğunun düşüncelerini, isteklerini dile getirir. O sadece bir sözcüdür. O sadece kendisi gibi düşünenlerin oyları ile partisini temsil eder. Siyasi görüşü kendi topluluğunun tabanının benimsediği ilkelerden ibarettir. Bir siyasi parti meclise girdimi seçimlerde aldığı oy oranında millet vekili çıkartarak, seçildiği dönem kadar devleti yönetme görevi almış olur. O zaman işler değişir. Artık o siyasi parti ve lideri bir ülkenin sorumluluğunu almış demektir. Artık sadece kendisine oy vereni değil tüm bir milleti temsil ediyor demektir. Bu ülkede kendisine oy vermeyen, kendisi gibi düşünmeyen, aynı ideolojiye sahip olmayan insan topluluklarının da yöneticisidir. Her ne kadar kendisine karşı olan görüşleri dile getiren muhalefet partileri de olsa, vereceği her karar da doğal olarak önce kendi parti seçmenine hoş görünen kararlara öncelik verecektir. Bu durumda bile ülkesinin diğer kesimini rahatsız edecek karalardan uzak durmak zorundadır. Muhalefet partilerinin uyarılarına kulak vermek zorundadır. Alacağı tüm kararlarda ülkenin tümünün nabzını tutmalıdır. Ülkesinin bugününü, yarınını düşünmeli ve ülkesini daha ilerilere götürecek işler yaparak hem kendi seçmenini hem de ona oy vermeyenleri mutlu edecek politikalar izlemelidir. Bu söylediklerimi hepimiz iyi biliyoruz. Bu olması gerekenlerin biraz ütopik olduğunun hepimiz farkındayız. Ama neden? Neden olmuyor? Olmama nedeni politikacının yeteri derecede ehil olmaması olabilir mi? Politikanın çıkar için cep doldurmak olmadığını bilmiyor veya bilmek işine gelmiyor olabilir mi? Bu kişilerin eğitimlerinin sosyoloji, toplum ve kişisel psikoloji dallarında yetersiz olması olabilir mi? Politika yapmanın ülke çıkarlarından çok kendi çıkarlarını korumak ve sağlamak olduğunu düşünüyor olmasından kaynaklanabilir mi? O zaman bir insan doktor olmak istiyorsa ve bunun için yıllarını veren bir eğitim alıyorsa bunun sebebi hayat kurtarmak, insanlara faydalı olmak değil de iyi para kazanmak mıdır? Bir kişi avukat olmaya karar verdiğinde sebebi insanların kendilerini savunmak adına kendilerine olan ihtiyaçlarını karşılamak değil de onların bu eksiklerinden faydalanıp onları zor durumlardan kurtarmak sonucu bir servet elde etmek midir? Peki bir politikacının amacı ülkesine, vatandaşına faydalı olup, ülkesinde refah ve huzur dolu bir yaşam sağlamak, milli çıkarları koruyucu politikalar izlemek, toplumun maddi ve manevi çıkarlarını koruyarak büyümesine yardımcı olmak değil de kendisinin ve yakın çevresinin hatta kendisine hizmet eden siyasi görüşlerin güçlerini ve servetlerini arttırarak kendisine oy vermeyen, kendisi gibi düşünmeyen geri kalana zulmetmek midir? Demek ki politika bir güç oyunudur. Demek ki politikacılar psikolojik sorunlarını bu sahip olacakları gücün sayesinde örtmek uğruna bu işi yapıyorlar. Ne kadar acı, aslında böyle olmaması gerektiğini her aklı başında insan söyler ama insan demek ki eline güç geçtiği zaman bu gücü kendi çıkarları doğrultusunda acımasız hatta orantısız bir biçimde kullanma zayıflığını gösteren bir canlı. Dünyada pek çok iyilik mevcut, her yerde bu iyilikleri görmek mümkün, hatta meslek dallarında da görmek mümkün bu iyilikleri. Düşünün her meslek aslında kendinden başkalarına hizmet vermek için vardır. Doğal olarak insanlar yaşamlarını sürdürmek adına bu mesleklerden gelir elde ederler, ancak içlerinde bu durumda bile iyilik gizlidir. Ayakkabıcı ayakkabı yaparak ayaklarımızı dış etkenlerden korur, estetiğe önem vererek bir tür ruhsal fayda da sağlar. Fırıncı ekmek üretir böylece biz ekmeğimiz için vakit harcamadan yemek keyfimizi sürdürürüz. Doktor sağlığımız adına bize yardımcı olur, bizim başa çıkamayacağımız hastalıklardan korumamıza, sağlıklı bir yaşam sürmemize destek verir. Politikacı ne yapıyor peki? (Bence politika bir meslek değildir) Bu işi meslek ediniyor ve devletin tüm olanaklarından faydalanıyor, kendine ve yakınlarına çıkar sağlayacak uygulamalar ve politikalar izliyor. Kendisi gibi düşünmeyenlere zulmediyor. Nerede burada fayda? Ben mi göremiyorum? Mutlaka bir ülkede herkesi mutlu edemezsiniz. Ancak size karşı olan, sizi eleştiren, yaptıklarınızı beğenmeyen, size muhalefet yapan kimselere de bundan dolayı düşmanlık besleyemezsiniz. Sizin gibi düşünenleri alanlara toplayarak, size karşı olanları düşmanmış gibi göstererek ülkenizdeki halkı bölemezsiniz. Sizin gibi düşünmeyen halkınıza hakaret edemezsiniz. Sizin gibi düşünmeyenler sesleri duyurmak için meydanlarda demokratik haklarını aramak için toplandığında kışkırtıcı sözler söyleyerek halkınızın bir kısmını diğeri üzerine kışkırtamazsınız. Hem ülkeyi yönetecek, hem kendinizin ve yakın çevrenizin ceplerini halkın diğer kısmının ceplerinden dolaylı şekilde aldıklarınızla dolduracak, ardından halkınızı birbirine düşürerek bundan güç elde etmeye çalışacaksınız. Polisi, sadece demokratik haklarını arayan ve bu sebeple meydanlarda seslerini duyurmaya çalışan halkınızın üzerine salarak üzerlerine tazyikli su ve gaz sıkıyorsanız, kendinize ve hükümetinize karşı fikirleri olan halkınızın bir bölümünü yine polisiniz öldüresiye dövüyor, göz altına alıp olmadık işkenceler yapıyorsa ve siz bunu demokrasi adına yaptığınızı söylüyorsanız, siz gözünü hırs bürümüş bir diktatörsünüz demektir. Bu da güç psikolojisinin devlet yönetimindeki en son noktasıdır. Problem artık maddi güçten uzak bireysel doyumsuzluk boyutundadır. Geçmişten günümüze baktığımızda ise tüm diktatörlerin sonu hüsrandır. Bu sebeple ülkemizde zaman, zaman bazı kesimlerce Mustafa Kemal Atatürk'e diktatör diyenlere gülüp geçiyorum. Mustafa Kemal Atatürk devlet adamıydı, devrimciydi, okumuş ve çok kültürlüydü ama hiç bir zaman diktatör değildi; çünkü hiç bir diktatör ölümünden sonra halkı tarafından bu kadar çok sevilmedi. 

DENEMELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin