İLETİŞİM ÇAĞINDA Kİ İLETİŞİMSİZLİĞİMİZ

23 0 0
                                    


Evet çok şükür oğlum ameliyat oldu. Zor bir dönem onu bekliyor ama sağlığı için bunu da el birliği ile aşacağız. Hala hastahane odasındayız hala kendimizi yorgun hissediyoruz ama daha ilginci çok önemli bir deneyim yaşıyoruz bu hastahanede. Çok ilginç bir deneyim. İletişim çağındaki iletişimsizliği farkettik. İnsanlar birbirleri ile iletişim kurmakta ne kadar zorluk içerisindeler. Bunun sebepleri mutlaka var, elbette anlamak mümkün ancak bu iletişimsizliğin içerisinde rahatsız edici o kadar çok şey var ki bunlar benim bu yazıyı yazmama sebep oldu. Örneğin : Hemen kendi yakın çevremizden başlarsak ; Oğlumu ameliyat edecek doktor bizimle iletişim kurmadı. Sorduğumuz sorular ki, bizim soru sormamıza gerek kalmamalıydı çünkü biz değil doktor bu konuda bilgili ve tecrübeli olduğundan bizim durumumuzu daha önce başka hastlarda yaşamış olması gerekir. Neden 15 yaşında bir çocuğu ameliyat edecek olan doktor "Meraketme herşey güzel olacak, ameliyatın amacı şöyle böyledir, sen daha iyi olacaksın " demez? Bu doktorun çok başarılı olmasından dolayı kendini kurtarıcı ve kendisine ihtiyaç duyanın üzerinde bir kişilik olma hissini mi veriyor acaba? Koskoca profesörün iki kelimelik iletişimi ameliyat olacak çocuğun kafasındaki pek çok kendisine ait kara bulutu dağımaz mı? Bu hastahane beni gerçekten çok kötü etkiledi. Örnekleri çeşitlendiriyorum şimdi . Hastahanede çalışan güvenlik görevlilerinin iletişimsizliklerine ne demeli peki? Bir soru sormaya yaklaşmayı denediğiizde potansiyel suçlu psikolojisine sokuyorlar sizi ve olabilecek en ters ve kısa cevapla ikinci soruyu sormanızı engelliyorlar. Neden ? O görevli de kendisini (aslında hizmet verdiği ve evine götürdüğü iki lokma ekmeği kazandığı maaşının sebebi olan biz değilmiyiz? ) bizden üstün ve bize hükmeder yetkiye sahipmi hissediyor ? Eğer böyle ise yazık. Bilmiyormu o hastahane hastalanan halka hizmet amacı ile var. Ya hastahanedeki minik ama dev doktorcuklar? Neden böyle dedim? Hemen anlatıyım. Üzerine geçirdiği o önlük ve yeni alınan doktor diplomasının taze kosununun kendilerine verdiği sarhoşluğun etkisi ile burunlarını kaf dağına uzatan bu gelişmesini tamamlamamış zavallı kızlar ve oğlanlar, henüz kendi psikolojik gelişimlerini tamamlamadıkları için karşılarındaki hastalara tepeden bakma ve azarlama eğlencesini lunapark tadında yaşıyorlar. Aman soru sormaya kalkmayın!. Neden? Neden güler yüz yok, doktor devlet hastahanesinde güler yüzlü olmamamlıdır diye bir genelgemi var? Elbette empati yapabiliriz. İşleri çok zor. Günde bakmaları gereken hasta sayısının belki beş katı fazla hastaya bakıyorlar, okumuşu var cahili var, abuk subuk sorular soranı var, laftan anlamayanı var, işleri zor yani evet. Yapmasınlar bu işi o zaman kim mecbur etti onları bu mesleğe? Ben onlarla empati kurmam için zorlanıyorum da onlar neden bizlerle empati kurmuyorlar. Kendilerinin on yılda zar zor anladıkları hastalıklar bizim başımıza geldiğinde, o eğitimi alan onlarken ben o hastalık konusunda bilgi sahibi olmak zorundamıyım? Evet zorundaysam bana bu bilgiyi vermesi gereken kişi benim gittiğim hastahanenin doktoru değil mi? Neden bana bu bilgiyi vemek konusunda beni zorluyor o zaman? Neden kerpetenle laf almak zorundayım ağzından o doktorun? Yoruluyor yüzlerce kişiye bakmak zor geliyorsa eğer neden daha önce bu zorlukların farkında değilmiydi? Doktor olmasaydı o zaman o da. Eğer doktor olmayı seçtiyse ve bir devlet hastahanesinde çalışıyorsa bu kendi seçimidir ve ben hastayım diye maaş alır. Yani ben olmasam o doktor olsada bakacak hastası olmaz. Bunu elbette ters çevirebiliriz , doktor olmasa bizde tedavi olamayız diye. Bu elbette doğru ama bizim sadece belkediğimiz bu iletişim çağındaki iletişimsizliğin bitmesi. Bu her alanda böyle değil mi? Düşünsenize herhangi bir devlet dairesinde iş yaparken memurlar sizi neredeyse azarlar. Ne komik değil mi? Aslında onlar bizim işlerimizi halletmek için bizim vergilerimizle maaş alan insanlar. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün aynı durum bizi korusun ve güven içerisinde yaşayalım diye yine bizim vergilerimizle maaşları ödenen polislerde de söz konusu değil mi? Hangimiz gönül rahatlığı ile bir polise derdimizi anlatabiliriz? Hep sanki suçluymuş psikolojisi yaratılır üzerimizde veya her hangi bir durumda polis tarafından terslenir hatta aşağlanabiliriz. Fazla abarttığımı düşünebilirsiniz, elbette istisnalar vardır ama önemli olan genel kanıdır. Bu küçük görme ve kendini halktan üstün hissetme psikolojisi bizi yönetenlerde yokmu? Adı millet vekili, yani benim, bizim vekaletimizle bizlere hizmet etmek için yönetime seçtiklerimizin yanına destursuz uğrayamayız. Sanki onlar bizi seçmiş gibi dvranırlar. Bizler kıt kanaat geçinmeye çalışırken onlar kıyak yasalarla dolgun maaşlar alırlar. Ne için? Bizi yönetmek için . Neden o zaman bu bizi yönetenlerle bir iletişim sorunumuz var? Sanırım buradaki sorun bizlerin devamlı bir çıkar ilişkimizin olması. "Haydaa bu nereden çıktı şimdi" demeyin. Bizler neden bilinmez her yerde bir tanıdık olmasını isteriz. Bu bizi başkalarından daha özel bir duruma getirir diye düşünürüz. Örneğin : Biz eğer hastahanede bir doktor tanıyorsak sıraya girmeden muayene olma şansımızı kullanırız ve bize bir öncelik sağlaması bizi daha özel hissettirir. Eğer kapıdaki güvenlik elemanı tanıdıksa hiç zorlanmadan giriş çıkış yapabilir, diğerleri kapıdan içeri alınmazken biz elimizi kolumuzu sallayarak girip çıkarız. Bu bizi daha özel hissettirir. Eğer bir devlet dairesinde memur tanıdığımız varsa işlemlerimiz diğer kişilere göre çok daha seri yapılır. Hele bir millet vekili tanıdığımız varsa, devletin her alanında işlerimiz hallolur, belki de devletin pekçok fırsatlarını maddi kazanç yoluna çevirmemize imkan sağlar. Durum böyle olunca, bizim için, bizlerin vergileri ile, bizlere hizmet etmesi gerekenlere büyük payler veririz. Biz artık onların üstündeki kişiler olmaktan çıkar, işlerimizi halletmeleri için onları oldukları konumdan yukarı taşıyarak bizlere tepeden bakmalarına sebep oluruz. İşte durum bundan ibaret. Yani bizler bizlere hizmet edenlere muhtaç duruma düşürüyoruz kendimizi, sonra tanıdığı olan bu hizmetlerden ayrıcalıklı olarak faydalanıyor ve geriye kalanlarımız aynı hizmetleri sürünerek alıyoruz. Bu süreç bizi birbirimizle olan insani ilişklerimizdeki iletişimin kopmasına ve ilişkilerin çıkar ilişkileri haline gelmesine sebep oluyor. Biz böyle bir toplumun fertleriyiz ve bu toplumun en büyük sorunu vatandaşlık hakları ve bilinç eksikliğidir. Bütün bunlar eğitimin eksikliği ile doğru orantılıdır. Birbirimize selam vermekten korkar durumdayız. İyilik ve sevgi korkulan hatta alehimize kullanılması muhtemel silahlar olarak algılanıyor günümüzde. Birine iylik yapmanın bedeli olarak, iylik yaptığımız kişinin bu iyliğin karşılığında bize kötülüğünün dokunması korkusu genel kanı olarak topluma yerleşmiş. Devamlı bir aldatılmışlık hissi söz konusu. Birisi ihtiyacı olduğunu bize söylediğinde bu ihtiyaç haline pek çok kişi inanmamakta ve bu yardımdan uzak durmaktadır. Birbirimizi dinlememek gibi bir huy edindik. Sadece kendi ön yargılarımız ve sanılarımızla yaşıyoruz. Daha öncede dediğim gibi sanmak büyük hatalara yol açabilir. Bildiğimiz şeyler hakkında sanmayız. Bilmediğimiz şeyler hakkında daha önceden bildiğimiz bilgilerin ışığı altında sanarız. Bu bilgilerimizin ne kadar doğru ve sağlıklı olduğunu bilemeyiz. Demek ki insanlarla iletişim kurmak için insanları tanıma çabası gereklidir. Her insan dünyaya aynı pencereden bakmaz. Gördüklerimiz aynı olabilir ama bilgilerimiz doğrultusunda algılarımız farklıdır. Bizimle iletişime geçen insanlara verdiğimiz tepkiler de bizim toplum hafızamıza kazınır. Bir olay karşısında vereceğimiz tepkiler taklit edilebilir ve çığ gibi büyüyerek topluma mal olabilir. Örneğin birimizin karşıdan karşıya geçen bir yayaya arabamızla durarak yol vermemiz, o yayanın hoşuna gider ve kendisi de araba kullanırken başka bir yayaya yol vermesine sebebp olur. Bu örneği devam ettirmemiz durumunda insanın kendisine önem verildiğini görmesi ve hissetmesi dolayısı ile de bu önemi bir başkasına göstererek bu önem hareketinin topluma mal olması söz konusu olabilir. Bu da bir tür iletişimdir. Yolda yürürken veya asansörde karşılaştığımız hiç tanımadığımız birine merhaba, günaydın, iyi günler, iyi akşamlar gibi vereceğimiz güler yüzlü selamlar sonucu bu eylemlerin büyüyerek yayıldığını görmemiz mümkündür. Demek ki yine gelip ben meselesine takıldık. İnsan mutlu ise karşısındakini mutlu edebilir. Bu durumda iletişime geçtiğimiz her insanla güler yüzlü ve samimi bir davranışla konuşmamız her alanda bizlerin daha mutlu ve güzel bir dünyaya kavuşmamız için gerekli olduğunu söylememizde bir sakınca yoktur. Kendini anlamayan bir başkasını nasıl anlasın? Hepimizde yüksek olan egolarımız kendimizi bir başkasından üstün görmemiz konusunda bizi her daim ikna eder. Bu yanlışa son vermenin tek yolu egomuzu benliğe çevirmeye çalışmaktır. Ego bir başkasını küçümser, ben ise kendini küçülterek en küçük delikten rahatça geçer.

DENEMELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin