FARKLI BİLGİLER AYNI İNSANLIK

72 2 0
                                    


Dünya tarihini derinlemesine incelemeye gerek yok, biraz merak, biraz eline geçeni okuma alışkanlığı varsa insanda, insanı dehşete ve hayrete düşüren şeyler ile karşılaşıyor. Hele ki biraz da felsefe merakı varsa inanın filozof olmaya veya felsefenin derinliklerine dalmaya gerek kalmadan öyle bilgilere ulaşabiliyor ki insan. Dünyanın farkı yerlerinde yaşayan insanların, toplumların gelenek görenekleri, dini inançları, düşünce tarzları ile karşılaşınca pek çok soru da kendiliğinden akla geliveriyor. Bu insanlar sahip oldukları bilgiler doğrultusunda kendi inanç sistemlerini yaratmışlar ve yaşamışlar. Bir düzen kurmuşlar. Farklı bilgiler ama aynı insanlık. "Doğru" lar farklı, "inanç" lar farklı, "gelenek" ler farklı. Farklı olması normal değil mi? Normal olarak kabul edersek demek ki "doğrular" da farklı. "Doğru" farklı olabilir mi peki? Bizim diğerlerinden farklı bir yapıda olmamız, diğerlerinden farklı inançlarımızın olması, ya bizim ya onların yanlış olduğu anlamına gelmiyor mu? Demek ki birine göre doğru olan, başka birine yanlış olabiliyor. Neye göre doğruyuz biz o zaman? Veya onlar neye göre yanlışlar? Aynı dünyayı yaşıyoruz, aynı havayı soluyoruz, temel ihtiyaçlarımız tamamen aynı, bizleri farklılaştıran şeyler neler o zaman? Biraz okuyunca farklı düşünce tarzlarına hemen rastlıyoruz. Bizlerin yaşamlarını asıl etkileyen şeyler bireysel ihtiyaçlarımızın bir şekilde toplum kuralı haline dönmesidir. Ben ve sen arasındaki ilişkileri belirlerken tam bir eşitlik göz önüne alınmadığı durumlarda insanların fiziksel ve maddi güçleri belirleyici olabilmiştir. Düşünme yolunu seçen çok az kişi ise gücün felsefesini kimi zaman etkilese de ,çoğu zaman düşünürler, filozoflar temel sorunlar üzerinde tespitlerde bulunduğunda düzenin karıştırıcıları, bozucuları durumundan kendilerini kurtaramamışlardır. Dinler öncesi filozofların bile kendi aralarında yöntemsel farklılıklarının olması bize aklın bir inanca ihtiyacı olduğunu göstermektedir. İnanç ise bilinenden çok sanılandır. Ne kadar rasyonel düşünce içerisinde olunursa olunsun öyle bir yer vardır ki hesap kitap yetmez ve inanca, sanılara baş vurulur. Durum böyle olunca insanlar ortak inançlar edinir ve bu inançlar doğrultusunda bir yaşam sürmeye başlarlar. Hele ki bir de din olgusu o toplumun hayatına girdimi artık rasyonel düşünce kendini iyice sanılara ve dogmalara bırakır. İşte böyle toplumlar da meydana gelen kendi iç birliktelik, kendini ve inancını eksiksiz ve doğru sayma hali insanlarda tahammülsüzlüğe, kendi doğrusunu ne pahasına olursa olsun eksiksiz görme körlüğüne sebep olur. Peki o zaman dünyada milyarlarca insan aynı temellere sahip bir yaşam sürüyor ve aynı temel ihtiyaçlarla bir birinin aynı yaşamını sürdürüyorsa "gerçek" nedir? Neyin peşinde milyarlarca insan? Dini farklılıklar sebebi ile neden birbirlerine zulüm ediyorlar? Kimin dini daha doğru? Dinlerin getirdiği bilgiler dinler öncesinde var olan bilgiler değil mi? Eğer bizler aklımıza inanmıyorsak neye inanacağız? Başkalarının akıllarına mı? Ya onların akılları da sağlam değilse? Dinlerin bizlere yasakladıkları ile yapmamızı istedikleri şeyler neden bu kadar farklı birbirlerinden? Bütün dinlerin çıkış noktası ve kabul ettikleri tanrı eğer bir tane ise neden farklı dinlere ihtiyaç olsun ki? Ya dini olmayan topluluklar onların tanrısı yok mu? Tanrı sadece onu belirtilen dinleri tanıyanların tanrısı mı? Buna inanabilmek içi sadece düşünmemek yeterli. Düşününce insan soru soruyor. Soru sormamız aslında bizi insan yapıyor. Dinlerin dayattıklarını uygulamayıp, hatta haberi bile olmadan yaşayıp duran insanlar kötü insanlar mı? Neden sordum bu soruyu? Dinler doğruluğa ermemiz için bize gönderildiği söylenen kurallar ve yaşam biçimleri ise biz demek ki dinler öncesinde doğru değildik sonucu çıkıyor. Bize din ulaştığına göre bizlerin iyi insanlar olmamız gerekmiyor mu? Neden bu din kavgaları, ölümler, zulümler? Peki dinden bir haber yaşayan onca barışçı toplum var dünyada, şimdi bu sava göre onlar kötümü? Bu dinler onları iyi mi yapacak? Hangisi peki? Musevilik mi? Hristiyanlık mı? Müslümanlık mı? Bu sorunun cevabı her din mensubu için bile değişken olacakken, toplumların hala bir dine ihtiyacı olduğunu söylemek akıl işi midir? Ben insanların kişiliklerinin bu dinler ile düzelebileceğinden şüphe duyuyorum. Doğrunun bir olması gerektiği söylenir ya, doğru eğer bir ise bu konuda da bir olması gerekmez miydi? Elimizde olanlar sadece kulaktan dolma bilgiler ve din yayıcıların bizlere öğrettiği bilgiler değil mi? Belki dinlerin çıktığı zamanlarda yaşamış olsaydık ilk ağızdan aldığımız bilgiler ile inanç sistemimiz ihtiyaçlarımız doğrultusunda sanının ötesinde oluşmuş olacaktı. Ancak o halde bile aklımızın bize oyun oynama olasılığı fazla olacaktı. Bulunduğumuz düzenin kötü olması ve bu düzene karşı yeni ve iyi diye niteleyebileceğimiz bir düzenin getirilmeye çalışılması sebebi ile biz pek çok şeyi akla uygun hale getirecektik. Akla uygun hale gelmesi aklımızın ne derece çalıştığı ile de ilgilidir. Uygunluk ise bize ters gelmeyen şeylerdir. Peki o zaman akla uygun bulduğumuz bir şey bir başkasının aklına uygun değilse ne olacak? Buradaki durumu nasıl değerlendirebileceğiz? O zaman bizim gibi akla uygun olduğunu düşünenler ve akla uygun olmadığını savunanların matematiksel toplamları ile oluşan çoğunluk sayısına göre mi akla uygundur veya akla uygun değildir diyebileceğiz? Bence bu da sağlıklı bir belirleme olmayacaktır. Akla uygundur diyenlerin birikimleri, toplumdaki konumları, yaşama şartları bu birlikteliğe ortaklık veriyorsa ve akla uygun bulmayanlar yukarıdaki şartları daha farklı yaşadıkları için akla uygun bulmamışlar mıdır? Akla uygun veya değil buna bireylerin karar vermesi kendi akıllarının kendilerine gösterdiği yolla belirleniyorsa bu yine de bir bakıma iyidir. Ya bu kararı birileri toplum adına vermeye başlarsa? Altında yatan pek çok gerçeği görmezden gelip, getirip az düşünen, düşünme zahmetine katlanmayan bireyler bu kararları toplum adına veren bir sınıfın oluşmasına göz yumarak sırf "bunlar diyorsa doğrudur" düşünme tarzını benimserse ne olacak? O zaman toplumlar kendilerini yöneten bir sınıf oluşturmuş olacak ve onların dediklerinin yanlış olma ihtimalini göz ardı etmek zorunda kalacaklardır. Böyle bir durum söz konusu olduğunda ise toplum çıkarları adı altında bu sınıf kendini "ulu", "kutsal" ilan edecek ve kendi çıkarları doğrultusunda "gerçek" lere inanacak ve inandırmak için pek çok yola baş vuracaklardır .Demek ki düşünmeden, başkalarının düşüncelerini benimsemek bizler için o an güzel ve yararlı görünse de ileride bize karşı olabilecek pek çok şeyi kabullenmemize, bu kuralların hayatımızı bir hapishaneye çevirmesine sebep olacaktır. Kişiler olarak bizler aslında küçük şeyler ile hayatımızı sürdürüp ömrümüzü tamamlayabilecek her şeye sahibiz bu dünyada. Ancak bizler daha iyi yaşamak adı altında hep daha fazlasını ister hatta kullanacaklarımızdan fazlasını biriktirmek için her şeyi yapma yoluna gireriz. Bunun sonu yoktur. Kazandıkça kazanmak güçlendikçe güçlenmek isteriz. Kurallar, din, töre ve adetleri kullanarak kendi çıkarlarımız için başkalarının ezmekten, kullanmaktan çekinmeyiz. Durum böyle olunca inançlar ve din her zaman vitrinin önünde öneminin korurken, ardında bütün pislikler, kötülükler, acımasız oyunlar bize hakmış gibi görünür. Bunun bilinci ile yaşayan ve bu oyunun kurallarını koyup bu kurallara harfi harfine uyanlar zenginleşir, büyürken, bu kurallara düşünmeden inanan insan toplulukları ise ezilir, güçsüzleşir ve mutluluğu vitrindekileri seyretmekle bulup kendisini bu inançlarla yaşamanın "mutluluğu" na ve bu kuraların kendisine olanak verdiği ölçüde "kader" ini yaşamaya mahkum olur. İnsan aynıdır. Farklı olan kurallardır. Farklı olan bilgidir.

DENEMELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin