İÇİMİZDEKİ KALABALIK

72 2 0
                                    


Uzun bir süreden sonra yeniden yazmak istedim. Her gün kendi kendime artık yazacak bir şeyim kalıp kalmadığını sorar olmuştum. İyi oldu yeniden yazmaya başlamam. Kendimi "oldum", "her şeyi daha iyi algılıyorum" diye buldum belki de. Her şeye daha olası bakar oldum. Her şey olanaklar dahilinde bu dünyada. Belki sadece toplumsal belirlemelere göre olanaklı veya olanaksız görünüyor gözümüze ama maalesef biz o toplumun birer bireyiyiz ve o toplumla entegre yaşıyoruz. Ne kadar farklı düşünsek de aslında bizim içimizde bir yerlerden bize toplum avazı çıktığı kadar bağırıyor. Kendim ile baş başa kalmayı sever oldum bu sıralarda. Öyle ki herkes haklıysa benim pek konuşacak sözüm kalmadı sanki. Peki herkes haklı mı? Kime göre haklı? Neye göre haklı? İşte bu sorulara cevap bulmak ve size göre haklı olmadığını bilebile başkalarının gözünden dünyaya bakmak ve empati kurmak. Asıl mesele bu, ama sizi bilenler ve tanıyanlar bu durumdan endişe eder hale geliyorlar bir süre sonra. Neden mi? Çünkü artık sanki sabit bir fikriniz kalmamış gibi görüntü vermeye başlıyorsunuz. O da olabilir, bu da olabilir. Bu durumda, şu şartta böyle olması imkan dahilindedir gibi cümlelere baş vurmak durumunda bırakıyor bu düşünce yöntemi sizi. Bazen öyle, bazen böyle düşünür oluyorsunuz, ama yine de en güzeli kendi başınıza kaldığınızdaki kalabalıkla uğraşmak oluyor. Düşünsenize bir kere siz kendi içinizdeki kalabalıkla bile hem fikir olamazken bir başka insanla, insanlarla nasıl hem fikir olmayı bekliyorsunuz ki ? Duruma göre vaziyet almak. Sanırım yeni okuduğum Kuantum felsefesine göre her şeyin devamlılık formülü bu. Ne ilginç değil mi ? Şartlar ne gerektiriyorsa aslında davranış bu şartlar doğrultusunda beliriyor. Aslında bana çok mantıklı gelen bir teori bu. İnsan dediğin şey su misali, hangi kaba dolarsa onun şeklini alıveriyor. Bu bize anın önemini bir kez daha ortaya koyuyor. "An" var oluşumuz ile anlamı olan bir kavram. "Anı yaşamak" bu ara moda bir tabir. Ne kadar doğru ancak ne kadar sorumluluk yüklü bir kavram. Bize ne kadar büyük bir yük veriyor. Bir düşünsenize "anlık" kararlar vermek ve "bir an" da istem dışı bir eylemle bütün hayatımızın akışı değişebiliyor. Bir anımızı bile plansız yaşamamak gibi bir yükümüz oluyor. Ama her anımızı planlamamız ne kadar mümkün? Bu o kadar da gerekli mi? Bu şekilde anı planlayarak yaşamamız bana göre mümkün değil. Çünkü şartlar bizi o anda şekillendiriyor ise, bizim önceden o şartları belirlemeye bir yetimizin olması gerekmiyor mu? Bu şartları zaman zaman kestirebilmek mümkün olabilir, bu da bizim bilgimiz ile doğru orantılı bir durum olabilir ama biz herhangi bir andan bahsediyorsak, o an zaten her an. Ne yapacağız o zaman her an tetikte mi olacağız hayata karşı? Böyle bir yaşam sizce ne kadar zevkli olabilir ki? İnsanı kaosa sürükleyen bir paradoks gibi bu durum. Eğer "an" da kaybolduysanız ki hala o anda oluyorsunuz an sonsuz kez tekrarlanıyor sizin yaşamınız boyunca ve size bu sonlu ( ömürle sınırlı ) sonsuzluk itici geldiyse bırakın anı düşünmeyi ve sadece anı yaşayın. Peki nasıl? Şimdi olduğu gibi elbette. Siz düşünseniz de düşünmeseniz de o an yaşanıyor zaten. Peki neden bu kadar lafa gerek var o zaman? Bu da benim keyfim diyelim ve gülüp geçelim. Ama değişmeyen şey bizim hangi şartta hangi tepkileri vereceğimiz ve o anı nasıl yaşayacağımız olacaktır. Peki bu bizim bilincimiz dışında gerçekleşen bir olgu mu? Elbette hayır. Tamamen bilincimiz dahilinde oluşan bir olgu. O zaman nasıl bileceğiz nasıl davranacağımızı hangi şartta? İşte o zaman içimizdeki kalabalık bize söyleyecek. Saçmaladığımı mı düşünüyorsunuz? O zaman biraz irdeleyelim bu kalabalığı. Biz doğduğumuz günden bu yana her "an" bilinçli bilinçsiz bir şeyler öğreniriz. Bu öğrendiklerimizi ilk günden bu yana bulunduğumuz ortamlar ve şartlara göre değerlendiririz. Bu ortam önce aile, sonra arkadaş çevresi, sonra iş ortamımız, ardından biriktirdiğimiz sosyal çevre hatta yaşadığımız ülke, daha da abartalım yaşadığımız yüzyıl bize kendi bilgilerini her an aktarır. Bu bilgiler kimine göre doğru, kimine göre yanlıştır ama bize göre doğru olanlar emin olun ki yukardaki çevrelerimizin doğruları veya onlarda gördüğümüz yanlışların bize doğru diye kabul ettirdiği şeylerdir. Tamam ama içimizdeki kalabalık nerede bu durumda? Biz iyi olmayı isteriz neden? Çünkü iyi olduğumuzda bize iyi davranılması gerektiğini farz ederiz ve bu doğrultuda kendimizi geliştirmeye çabalarız. İçimizdeki biri bunun doğruluğuna inanır ve bu yolda büyün hayatını sürdürmek için didinir. İyiliği yaptığımızda zaman zaman bu iyiliğin karşılığında kandırıldığımızı ve zarar gördüğümüzü görürüz. Değer verdiğiniz ve iyilik yaptığınız insanların size kötülük yaptıklarına şahit olursunuz. Bu sizi iyilik yapmaktan geri bırakmaz ve iyilik yapmaktan asla vazgeçmezsiniz ancak içinizdeki diğer kişilik söylenmeye başlar. "Bu gibi insanlara kötülük yapacaksın", " Buna iyilik yapmaya değmezmiş", "Madem ben sana iyilik yaparken sen benim kuyumu kazdın o zaman bende sana öyle bir şey yaparım ki bir daha aklın başına gelir". Veya bu gibi daha çeşitli sözler sizi baskılamaya başlar. Bu içinizdeki diğer bir kişinin "Ben" i korumak amacı ile "sen" i tetiklemesidir. Çevremiz bize namuslu olmayı öğretmeye çalışır, tüm bu namussuzlukların içerisinde. Namus kavramı oluştururuz içimizde o bile çevremizin, toplumumuzun bize sunduğu doğrultuda şekillenir. Bu namus "iki bacak arasında" ki namus ta olabilir, bir başkasının malına karşı da olabilir veya yine toplumun belirlediği bir konu hakkında da olabilir. "Namuslu insan olmak erdemdir" ile geçirilen bir hayatta namussuzların hem maddi hem manevi bakımdan namuslulardan daha iyi konumda olduğunu görmemiz bizim içimizdeki diğer kişiyi harekete geçirir. Namus hemen kılıfına uydurulur ve şartlar ile elimize geçen herhangi bir fırsatta içerden bağırır "Fırsatı değerlendir aptal mısın sen?" Haydi içimizdeki diğer kişileri de siz hayal edin ve gülümseyin. Sakin bir kişi misiniz? Diğeriniz çok mu sinirli? Bu örnekleri öyle çoğaltabiliriz ki kalabalığın sesinden kendi sesinizi duyamaz hale gelirsiniz. İşte bu sesleri duyabilmek ve o kişilikler ile iletişim kurabilmek anda karar verme ve anı şartlar doğrultusunda doğru yaşama yetisini kazandırır bizlere. Yanılmaz mıyız? Elbette yanılabiliriz, ama unutmayın ki biz yanılsak da an devam eder ve yeni şartlar oluştuğunda o yanılgımızın bizi üzen sonuçları ilerleyen zamanda oluşacak başka şartlarda bize yepyeni bir kazanç sağlayabilir. Bizi ilgilendiren ne? Bizim karar vermemiz gereken sadece bu. Bizim başımıza gelen en kötü şey kendimizi tanımadan yaşayacağımız anların bütünüdür. Ben buna "Hayat" diyorum. Hayat, doğduğum andan öleceğim ana kadar benim bilinçli veya bilinçsiz verdiğim kararların bir bütünüdür. Bu sebeple ben hayatımı dışarıdan gelen her etkide yine bilinçli veya bilinçsiz olarak yaşadığımı kabullendim ve bildim ki "Her seçiş bir vazgeçiş" ise ben seçmişim ve vazgeçmişim. Demek ki tamamen hayat benim seçimlerimden ibaret.

DENEMELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin