GERÇEĞİN PEŞİNDEN KOŞMAK

57 1 0
                                    


Ve herşey anlamını buldukça,yitirir önemini.

Gerçeğin peşinden koşmak. Sanırım bu fiziksel bir koşma eylemi kadar yorucu. Hayatı sorgulamak güzel elbette. İnsan bunu tadına bir kez vardımı durmadan sorguluyor. Önce korkarak başlıyor bu işi yapmaya. Yüzleşmesi gereken bir ben buluyor karşısında ardından. Pek te tanıdık olmayan bir ben. Daha sonar iç huzur devreye giriyor. İç huzuru ile tanışması, sohbet edip anlaşması, nelerden vazgeçmek zorunda kaldığı, neleri istemediğini söylediği halde yaptığı, bir bir karşısına dikiliyor insanın. Önceleri bunu kabullenmek zor olsada o yabancılık bir sure sonar sıkı bir dostluğa dönüşüyor. Neye ihtiyacı olduğu konusunda artık bir başkasının sözlerine ihtiyacı kalmıyor insanın ve içindeki sesle olan güzel arkadaşlık ve dostluk huzur yolunda el ele hareket etme mutluluğunu veriyor insana. Ancak herşey bu andan itibaren daha bir karmaşaya giriyor. Neden mi? Ne istediğini bilen biri olarak yaşamayı seçiyor ama dilediği gibi kendi istekleri doğrultusunda yaşayamadığını farkediyor insan. Bir orta yol bulma çabası ve adı üzerinde bir şeye çabalama durumu ruhu yeniden yormaya başlıyor. Gerçekler bazen öyle anlamsızlaşıyor ki bilmesem daha az veya fazla mutlu olmayacağım diyor insan. Bulunduğumuz ortam öyle karışık insan yapıları ile dolu ve o kadar az kişi kendi kişiliğinin farkındalığında ki, normal olan kişiliğini bilmeyen insanların oluşturduğu topluluklar oluyor ve siz de doğal olarak bu insanlara ayak uydurmaya çalışan zavallı konumuna düşüyorsunuz. İnsan denen garip yaratık ( özellikle bu terimi kullandım) kendinin farkında olma yetisine sahip elini uzatsa ucundan köşesinden başlayacak tanımaya. Herşey elinin altında ama öyle tembel birr uh yapısına sahip ki , gereklilikler o kadar yer değiştirmiş durumda ki inanılmaz derecede vurdum duymaz ve sadece hazır bilgi ile yaşayabilir bir evrim geçirmiş. Felsefe tarihini okumaya meraklı olan ben, bilgimin sığlığı ile kendi kendime hayıflanırken, en ateşli konuda birşeyler savunan biri ile tanıştığımda once heyecanlanıyor ardından tamamen umutsuzca üzüntüler içine giriyorum. Bilginin hazırı öyle işlemiş ki ruhlarına onu yerinden kımıldatmak için dünyanın en güçlü vinçi yeterli gelmiyor. Bize öğretilenlerin bize verilmeden once isteğe gore şekillendirilmesi ve bu şekilde sunulması sonucu üzerinde düşünmemize gerek bile kalmayacak şekilde mantık çerçevesine oturtulmuş bilgilerle doluyoruz. Bu şekilde inanıyoruz, bu şekilde kişiliklerimizi oturtuyoruz, bu şekilde savunuyoruz her şeyi, bu şekilde mantık yürütüyoruz. Elbette herkes filozof olmayacak veya herkes hayatı evreni var olanı sorgulamayacak bir iş misali ama yinede bir şeylerin aslında hiçte bize anlatılanlar gibi olmadığını bas bas bağıran seslere kulak tıkamadan algıları açık bireyler olabiliriz diye düşünmekten geri duramıyorum. Şimdi asıl sorun şu. Sen düşünüyorsun da ne oluyor? Hiç. Ne kısır bir döngü değilmi? Hiç. Yeni eline ne geçiyor bunları düşünerek. Gerçekten bilmiyorum. Eşimin dediğine gore aklım daha açık oluyor, algılarım gelişiyor ve dünyaya daha başka bir gözle bakabiliyormuşum. Eee? Ne olacak bakıyorsam? Benim gibi bakanlarla sohbet ettiğimde bile aynı pencereden bakmadığımızı farkediyorum. Bu pencerelerin çokluğu belkide dünyayı yaşanır ve renkli yapan. Ama bana faydası ne? Bu öyle birşey ki olmaması beni üzüyor ama olması da mutlu etmiyor. Bu mutluluk aslında biraz ego, biraz içindeki baskın kişiliğin kendini övme isteği ile yanlışa bile sürüklüyor insanı. Gerçek ne peki? Biz neden gerçek diye bir şey arıyoruz? Gerçek olmadığı konusunda neye gore karar veriyoruz? Gerçek!. Bence gerçek bir his. Gerçek dediğimiz şeyi iki şekilde ele alabiliriz. Biri bir şeyin özündeki gerçeklik durumu yani bize gore nasıl olduğunun önemi yok o zaten gerçek. İkinci durum ise bizi duygulandırışı. Bu durum da özünün gerçekliğinin bir önemi yok bize gore gerçek olup olmaması önemli. Peki bu çelişkili bir durum değilmi? Yani herhangi bir şey için bu gerçek dediğimizde bu bir madde ise o madde zaten apaçık ortada olduğu için buna gerçek denilmemesi mümkünmü? Peki bu maddeyi gören bilen deneyimleyen herkes için bu gerçek üzerinde tartışılmayacak kadar apaçıkken bu maddenin gerçekliğinden bir haber başka birine bu maddenin gerçek olduğu konusunda ikna yoluna gidildiğinde burada ikinci gerçeklik tanımı söz konusu olmazmı? Yani gerçek maddeyi tariff eden birinin bu madde hakkında vereceği bilgiler eğer madde orada hazır değilse maddenin tüm özellikleri hakkında anlatılanların inanılır olması ve bunu dinleyen kişi tarafından da bu maddeyi hiç görmediği halde onaylaması durumunda gerçek kimliğine büründüğünü aksi taktirde kişinin ikna olmaması durumunda gerçek olan bu madde hakkında gerçek olduğu hükmüne varmayacaktır. İşte işin özü burada başlıyor. Birşeyin gerçek olup olmaması elbette önemli ama benim için gerçekmi? Beni gerçek olduğu konusunda ikna eden şeylere sahipmi? Ve benim için önemlimi? Birinci durum yani gerçeğin varlığı hali, ikinci durum benim bu gerçeğe ikna oluş halim, üçüncü ise en önemli benim için önemi ne? Bütün şartlar yerli yerinde ve benim için önemi de büyükse o zaman bu gerçeğin bir anlamı var, aksi taktirde gerçeğin benim için anlamı yok. Benim için anlamının olmaması anlamsız olduğu anlamına gelmediğine gore demekki benim için öneminin önemini başkasının değil benim anlamam şart. Hadi böyle gerçeklerin benim için önemli olduğunu varsayalım ve bu önem benim hayat biçimimi şekillendirsin. Bu önemli saydıklarıma gore yaşam sürerken, önem verdiğim gerçeklerin pek çoğunun başkaları tarafından önemsizliği ile karşılaşma ihtimalim yokmu? Elbette var o zaman bana gore gerçek olan bu şeyler önemini korurken karşılaştığım kişilerde çok önemsiz ise bana olan davranışları onların önemsiz saydıklarına gösterdiğim önem sonucu değişik olmayacakmı? Peki ya tam tersi? Bu durumda gerçeğin peşinden koşma eylemini sürdürdükçe gerçekten bir haber insanları ardımda bırakarak koşma eylemini devam ettirmem gereklimi? Bu benim isteğim ve önem vermeme bağlı olarak evet diye yanıtlansın. Bu durumda benim gerçeklerimle ilgilenmeyeyen kişiler bu koşuda geride kalacaklar ve ben benim gibi gerçeğin peşinde pek çok kişiyi geride bırakanlarla birlikte koşmaya devam edeceğim. Bu da kulağa hoş geliyor. Acaba benim gibi gerçeğin peşinde koşanlarla koşarken etrafıma baksam benimle aynı gerçeğin peşinde koşan kaç kişi vardır? Peki bu durumda biz yani gerçeğin peşinden koşanlar koşmayanlardan daha mı çok mutluyuz? Bu da duruma gore değişir. O zaman peki gerçeğin peşinden koşanlar arasında bize gore gerçek olmayan şeylerin peşinden koşanlara rastlama olanağımız yokmudur? Bize gore gerçek olmayan şeylerin peşinden koşanlar da kendilerini bizler gibi gerçeğin peşinden koştuklarını düşündüklerinden ötürü farklı ve mutlu hissetmiyorlarmı? O zaman nedir gerçeğin tanımı? Kime gore gerçek? Neye gore gerçek? Bu sorular eğer ortada bilinen ve kanıtlı bir gerçek varsa elbette saçma ve kolay cevaplanır şeyler olacaktır. Ama ya bu gerçekler hakkında elle tutulur, gözle görülür dediğimiz şeyler bizim böyle duygulanmamızdan dolayı bizlere öyle geliyorsa ve başka bir pencereden bakıldığında bu gerçeklerin gerçek olmama ihtimalinin yüksekliği çoksa? Gerçek eğer somut birşey yerine soyut bir kavramsa ne yapacağız? Gerçek sevgi, gerçek iyilik, gerçek kötülük vb. Bu gerçek artık ne kadar gerçek ki? Elle tutulur gözle görülür hali de yok. Bazen gerçekten iyilik yaptığımız duygusundayken karşımızdakine hayatının en büyük kötülüğünü yapabiliriz. Bunun tersi de mümkündür. Gerçek mutluluk dediğimiz şeydeki gerçek, mutluluğu yoğun yaşamamız anlamındamıdır. Yoğun yaşanan mutluluğun büyük bir yanlış anlama ile yaşanması ve ardından yaşanan şeyin insanda oluşturduğu çöküntü öyle büyük olur ki burada yaşanan mutluluk eylemnin gerçekliği ancak büyük duygulanış ve büyük iyi hissedişin ötesinde bir durum olmaz. Böylece bu mutluluğa gerçek dememizin anlamı da kalmaz. Gerçek olmayan bir mutluluğun olma imkanı bana gore yoktur. Mutlu olmak eylemi insanın kendisini mutlu hissetmesi sonucu ortaya çıkan birşeydir dolayısı ile ya mutlusundur ya değil. Bunun gerçek olmayanı olmayacağı gibi bu durumda gerçek mutluluk deyimi buradaki gerçeği değil mutluluğun yoğunluğunu ve büyüklüğünü anlatır. Mutluymuş gibi davranma hali gerçek olmayan mutluluktan çok birilerine mutluymuşuz görüntüsünü vermek için seçtiğimiz bir yoldur. Peki gerçek sevgi dediğimiz şeyi de aynı metot ile inceleyebilirmiyiz? Sevgi ya vardır ya yoktur. Sevginin yoğunluğu ve gösterme şekli o sevginin büyük, küçük veya gerçek diye adlandırılmasına sebep olur. Birini seviyormuş gibi yapabilirsiniz ama yine de ya seversiniz yada sevmezsiniz. Miş gibi yapma halinde ise sevgi yoktur. Çünkü eğer birini seviyorsanız zaten seviyorsunuz ve miş gibi yapmanıza gerek olmayacaktır. Ama sevmiyormuş gibi yapma olayı daha akla yatkındır. Burada yine var olan sevgidir ancak mış gibi davranarak var olan sevginin başkaları tarafından veya sevdiğimiz tarafından aksinin düşünülmesini istememiz sonucunda başvurduğumuz bir durumdur. Peki ozaman gerçek sevgi bu durumda zaten sevgi denen duygunun kendisi ise yine gerçek eki gereksiz ve sadece pekiştirme duygusu için eklenen bir ektir. Bu durumda demekki manevi duyguların gerçekliği kendinde mevcuttur. Siz bu duyguyu hissettiğinizde bu sizing için artık gerçektir. Demekki gerçek bizim bir şeye duygulanışımızdır. Peki ya yanlış duygulanmışsak ne olacak? Birinin bizden hoşlanmadığı duygusuna kapıldığımız olur. Bu hoşlanmama duygusunu biz de ona karşı beslediğimizde biz gerçek duygu olarak bu hoşlanmamayı Kabul ederiz. Peki karşımızdaki bizden hoşlandığı halde bize duygusunu bu doğrultuda iletmediyse ve biz bizden hoşlanmadığı kanaatine vardıysak bu bizim bizden hoşlanmadığı duygusunu doğru olarak Kabul etmemiz sonucu duygunun aslının hoşlanma olduğunu öğrediğimiz ve buna ikna olduğumuz zamana kadar o kişinin bizdden hoşlanmadığı fikrini doğru olarak Kabul etmemize sebep olacaktır. O zaman doğru ne? Sadece bizim doğru olduğunu kabullenerek doğru hissettiğimiz şeyler mi?

Bana bilimden örnekler ahlak kurallarından toplum kurallarından örnekler göstereceksiniz bunu ben de düşünüyorum ama hepsinin bir açıklamasının olduğunu düşündüğüm "doğrularım" ve "gerçelkerim" var. Zaten bilimsel olarak ispat edilmiş herhangi birşeye benim gerçek değildir deme şansım ortadan kısmen kalkmış durumda. Çünkü doğruluğunu ispat etmek için çaba harcamış ve deneyler ile bunu ispatlamış birilerinin doğrularını ben de benzer yöntemler kullanarak araştırmam ve ispata kalkmam ve eğer gerçek denilenin gerçek olmadığı konusunda delillerim varsa bunları sunmam ve savunmam gerekecektir. Ahlak kurallarına gelince bu doğrular benim için zemini en kaygan doğrular olarak görünür hep. Toplum kuralları ile zaten hemen hemen eş gider. Bazı ahlak kuralları değişik toplumlarda hiç de kurallar içinde sayılmayabilir. Bu durumda doğrular üzerine ne kadar çok analiz yapılsa belki şartlar doğrultusunda doğrular çürür yanlışlar doğruluk mertebelerine ulaşabilir. Belki kapalı toplumlarda bu geçişler çok kısa zaman dilimlerinde gerçekleşmez ama yine de zamanla ahlak ve toplum kuralları denilen ve toplumun birlikte yaşama üzerine ortak alınmış kararlarının zaman içerisinde eridiğine hepimiz şahit olabiliriz.

Bu durumda demekki her insan kendi çevresinde gördüklerinden ail eve arkadaşlarından öğrendiklerinden ülkesinin coğrafi ve dini durumuna gore belirli doğrulara sahip olarak yaşar. Aldığı eğitim ile kendisini geliştirir ve doğrularını sabit zeminlere oturtur veya oturttuğuna ikna olur. Yöneticilerinin yönlendirmesi ile devletlerin politikaları ile ülkelerindeki sanat ve edebiyatın gelişmesi ile eş orantıda doğruyu bulma ve doğrunun peşinden koşma olgusu gelişir. Kimi elindekiler ile mutlu mesut yaşarken kimileri de elindekilerin doğruluğundan şüphe ederek yeni doğruların peşinden bıkmadan usanmadan koşmaya devam eder. Ama bunu vucuda benzetecek olursak vucudun bir yerine özen göstersek te vucudun digger kısımları ile birlikte gelişmeme durumu çarpıklığa sebebiyet verecektir. Bu durumda sağlıklı bir bedene sahip olmanın yolu sağlıklı bir akıl ile olur. Sağlıklı düşünen bir akıl bedeninin ihtiyaçlarını bilir ve buna gore davranışlar belirler. Toplum olarak bizlerin bireylerden oluşmamız ve birey olarakta kendimizle barışmamız şarttır. Çünkü bizi birlikte yaşadığımız insanlarla birlikte değerlendiren başka kişiler birey olarak değil bizleri toplum olarak anarlar. Toplum olarak gerçeğin peşinde koşanlar sağlıklı akla sahip vucutlar gibidirler ve toplamda vucutlarının ihtiyaçlarına gore davrandıkları için uzaktan da sağlıklı ve dinç görünürler. Bu toplumlar bilime önem vererek kişisel gelişmelerini görüntünün ötesinde uygulama ile birbirlerine ve başkalarına hissettirirler. Gerçek dediğimiz bizim algımızla bizim için önemli ise algımızın gerçeği algılayacak kadar sağlıklı olması gereği ortaya çıkar. Bu sebeple düşünen insanların teşfik edilmesi ve eğitimin düşünme ve bilimsen metodlar ile çocuklara verilmesi kaçınılmaz olmalıdır. Ezberci değil araştırmacı ve sorgulayan bireyler sağlıklı toplumlar ortaya çıkarır dolayısı ile gerçek dediğimiz şeyin elle tutrulur olması hepimizin ortak duygulanışlar ile aynı mantık sorgulaması sonucu verdiğimiz doğru kararlar ile elle tutulur gerçeklerin peşinden koşmasına sebep olacaktır. Elbette yine farklı doğrular olacak ve farklı duygulanışlar ile gerçekliğin peşinden koşulmaya devam edilecektir.

DENEMELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin