Bölüm 17-Umut Sancıları

583 2 45
                                    




2017 ARALIK

Günün acı çığlıklarıyla kara kış perdesini çekmiş, salonum tüm rehavetiyle karanlıkla aydınlık arasında kalmıştı. Tıpkı ruhum gibi...

İki tarafa sığmayan iki tarafın da kabul etmediği günahlarım bana cehennemin kapısında diz çöktürmüş, yüreğimin ücrasındaki merhamet ise cennetin koynundaki kırık dala asılı kalmama sebep olmuştu.

İnsan günahı severdi, insan günaha bulanır battığı bataklıkta erirdi.

Eriyecektim, eriyecektik.

Sorgularım, sorularım kafamda birer ukteydi. Acılar zihnimde yer ediyordu. Kalp acıyı hissetmezdi. Zihnen acı çekerdik. Kalp vücuda kan pompalayan organdan başka bir şey değildi. Yürek tabirine sığınan zavallı insanlar, hissettikleri çarpıntıya farklı anlamlar yüklemişler yıllarca buna inanmışlardı. İnsan aklıyla sever, kendi sonunu kendi çizerdi. Zihnim per perişandı, zihnim kurtarılmayı bekliyordu. Aklımda fikrimde olan, yıllarca zihnimi işgal eden tek adam, Uğur'du. Uğur, tahtına kurulduğu zihnimde yerini yavaş yavaş Eray'a devrediyordu. Burada ben kontrolü tamamen kaybediyordum.

Artık Uğur yoktu. Bu gerçekle yüzleştiğimde eskisi gibi paramparça olmuyordum. Tek korkum, zihnimin Eray'a açtığı veya açacağı yerdi.

Gitmek eylemini gerçekleştirdiğim zamandan itibaren aklımdan bir saniye bile çıkmamıştı. Farklı bir hayatı yaşarsam onun zihnimdeki hakimiyetinden sıyrılacağım kanısındaydım. Yanıldığımı anlamak zor olmamıştı, orada İngiltere'de ne kadar çabalarsam çabalayayım her an Uğur gerçeği yakamdaydı.

Yıllarca gözümün önünden gitmeyen sahneler, boğazımdaki ilmeğin sahibiydi. İlmek sağlamdı, gemici düğümüyle düğüm almış yerini alacak başka bir acıya fırsat vermemişti. Ta ki gelene kadar...

Gelip aile kavramımın toprağa gömüldüğünü gözlerimle görene kadar...

Uğur'un nefes alamadığını öğrenene kadar...

Yaslandığım koltuğun kolçağına veda eden bedenimi salonun Fransız balkonuna doğru yönlendirdim. Bütün gecemi burada, koltukta, yerde evin herhangi bir bölümünde heba etmiş, geceyi buruk bir şekilde arkamda bırakmıştım. Sokaktaki yalnızlığı süpüren rüzgarın uğultusunu duymak için sabırsızlanan kulaklarım, sessizliğin ninnisini dinlemeye hazırdı. Fransız balkonun kapısını araladım. Üzerimdeki tişört Aralık ayına inat asla değişmeyen alışkanlıklarımdan biriydi. Üşüyen kollarım, sabah ayazını merhametle kucakladı. Telefonum neredeydi, bana ulaşmak isteyenler ne haldeydi bir fikrim yoktu. Miray ve Mert, şehir dışına çıkmışlardı. Mert, Miray'ı kaçırmak buralardan uzaklaşmak istiyordu.

Eray ile ilgili başlattığı araştırma kısa sürmüştü. Onunla ilgili kötü herhangi bir şeye rast gelmediğini fakat gene de içine sinmediğini belirtmiş durmuştu. Bir ordu koruma eşliğinde İstanbul'dan ayrılmışlar şehri terk edene kadar Miray'ın ağır küfürlerine maruz kalmıştım.

Babanın kesin talimatı vardı, Mert'in varlığı her ne kadar güven veren büyük bir etken olsa da içi rahat etmeyecekti. Yılların sarmaladığı Babanın o büyük sır, bilinmezlik kulvarında can çekişiyordu. Bu bilinmezlik bizim merakımızı eşeliyor, sınırı olmayan hislerin boşluğunda savruluyorduk. Mira, annesine ne olduğunu bir türlü öğrenemiyordu. Baba ile araları defalarca açılmış olmasına rağmen, Ahmer baba ser verip sır vermemişti.

Onun yanında yılları ellerimle savurmuştum ve babayı az da olsa tanıyorsam, Mira'nın annesine ne olduğunu asla öğrenemeyecektik. Bu sır mezara kadar gidecekti.

İNKİSAR-I HAYALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin