Güçlü olacağım?
Hah! Kıçı sikilmekten yırtılmış bir adam bile benden daha güçlü kalabilirdi belki.
O akşam başlayıp sonraki günün sonuna kadar yatağımdan çıkmamış, kahveyle beslenmiş, ağlamaktan ölmüş, telefonumu kapatıp yatağımın altına itip itinayla hiçbir şeye bakmamıştım. Annemle abim meraktan çıldırmak üzereydi ama onları odama almıyordum bile. Bir ara kafamda intihar senaryoları yazdım ama aynı şeyi Berkay'a ikinci defa yaşatmak istemedim. Çünkü hayatımın en kötü günü olsa ve tüm yaşama hevesim emilmiş olsa bile, Berkay bana aşık olmasa bile ikinci defa dolaylı yoldan onun suçu olarak biri ölecekti. Ona bu vicdan azabını yaşatamazdım.
Sonraki sabah bir günlük dinlenmenin(!) ardından uyandığımda banyoya girip aynanın karşısına dikilmemle yüzümü buruşturdum. Saçlarım birbirine girmişti, ter kokuyordum ve gözlerimin etrafıyla dudaklarım kıpkırmızıydı. Dudağımın üstü yine alerji yapmış ve benek benek olmuştu. Ağlayınca böyle oluyordu.
Duşa girip çıktım, okul formamı giyinip yüzümü kontrol ettim. Aşırı soluk olması, gözlerimin uyuşturucu almışım gibi görünmesi dışında pek bir sıkıntı yoktu.
Kahvaltı yerine dolaptan soğuk kahve alıp kafaya dikerken iş için hazırlanan annem girdi mutfağa. Gözlerini yüzüme dikip yanıma geldi, yüzümü avuçları içine aldı. "Oğlum, neyin var senin ya kaç gündür?" dedi annem en hüzünlü bakışlarıyla bana bakarken.
"İyiyim anne."
"Anneye yalan söylenmez." dedi kaşlarını çatarak. İç geçirdim.
"Geç kalıyorsun." Bakışları saate kaydı, bir inleme bırakıp koştura koştura çıktı evden.
Çıkarken "Bunu gelince konuşacağız!" diye uyarmayı unutmadı. Ben de göz devirip kahvemi içe içe bir de abime yakalanmadan evden çıkıp otobüsüme yetiştim.
Sınıfa girdiğimde sırama oturmamla Yiğit ve Yusuf başıma üşüştü. "Ne oldu lan sana? Yok oldun ortadan." Ha, Berkay'ın sözleri üzerine sınıfa dönmektense okuldan kaçıp kendimi eve atmayı tercih etmiştim.
"Bu konuda konuşmak istemiyorum." deyip dudaklarımı gerçek gibi görünmesini umduğum bir gülümseme oturttum.
"Bak söylemek zorundasın. Gözlerinin kıpkırmızı olduğunu es geçsem bile, o gün Berkay'ın-" Yusuf Yiğit'i dürtünce Yiğit sustu.
"Berkay'ın ne?" dedim kaşlarımı çatarak. Birbirlerine döndüler ve sessiz bir polemiğe girdiler. Elimi çeneme koyup bayık bakışlarımı onlara diktim.
Sonunda bir karar vermiş olacaklar ki bana döndüler. "Söyleyemeyiz." dediler aynı anda.
"Ya söyleyin, bu sefer gerçekten Berkay'a hiçbir şey çaktırmayacağım." Birbirlerine baktılar. Birden Yiğit bana döndü.
"Sen ne olduğunu anlat, biz de Berkay'ı." İç geçirip başımla onayladım. Başka çarem yoktu ki saklamam gereken bir şey de yoktu ortada. Sadece tekrar ağlamaktan korkuyordum.
"Homo olduğunu ve kalbinin ona ait olduğunu söyledi. Bana yer yokmuş." dedim kısık sesle başımı eğerek. Yine gözlerim sulanmaya başladı.
"Aa... Deniz." diye mırıldandı Yiğit. Gözleri iri iriydi.
"Ben ondan bana aşık olmasını istemedim ki. Biliyordum zaten beni asla sevemeyeceğini. Ben yalnızca kendi içimde onu sevmek, hakkında bir şeyler öğrenip mutlu olmak istiyordum." Burnumu çektim.
"Deniz, Berkay..." diye mırıldandı Yusuf.
"Berkay aptal." dedim sonunda. "Ve düşüncesiz. Ben o üzülmesin diye elimden geleni yaparken o her şeyi yüzüme vurup beni yaralıyor. Ben biliyorum zaten söylediği şeyleri. Bıraksın bari biraz hayal dünyasında yaşayayım." Yutkunup başımı kaldırıp onlara baktım. Şaşkınlıkla bana bakıyorlardı. Ellerimle gözlerimi kuruladım. "Ağlamaktan nefret ediyorum ama konu Berkay olunca tutamıyorum kendimi."
"Ben de şu an şunu fark ettim ki," Sesini duymamla irkildim, öylece iri gözlerle karşıya bakmaya başladım. Arkamdaydı. "ağlamana sebep olmaktan nefret ediyorum." Kaçmak için yan tarafa atak yaptım ama elini sıraya uzatıp beni araya sıkıştırdı. Diğer tarafta duvar vardı zaten. Önümde Yiğit ve Yusuf. Arkamda da o. "Beni affet. Ama seni kendimden uzak tutmazsam kafayı yiyeceğim. Beni seni itmeye sen zorluyorsun."
"Bunu bu kadar yaralayarak yapmak zorunda değilsin." dedim başımı eğerek.
"Uzak dur deyince anlıyor musun acaba?" Ses tonunda gülümsediğini sezdim. Yine de söylediği şey beni de gülümsetirken aklıma gelen o günle birlikte gözlerim iyice doldu. Tüm irademle yaşları itmeye çalıştım ama beceremiyordum.
"Üzgünüm." İç geçirdi arkamda. Nefesi enseme çarpınca tüylerimin diken diken olduğunu hissettim.
"Seni üzmezsem, beni üzeceksin." Can evimden vurmuştu.
"Senden uzak duracağım." diye mırıldandım.
"Güzel." diye karşılık verdi ve elini çekti. Tam dibimde duran bedenden kaçacakken elini tekrar oraya koyup durdurdu beni. "Ve benim için üzülmeni istemiyorum. Ben bir şey yapmadığım hâlde canını sıkman da saçma olur. Ağlamak falan da yok. Anlaştık mı?" Başımla ağır ağır onayladım. "Söz verdin, unutma." Tekrar başımla onayladım.
Elini çekmesiyle kendimi sınıftan dışarı atmam bir oldu. Gözlerimde yaşlarla tuvalete doğru koşuyordum. Özür dilerim, sözümü tutamıyorum ben.
Biri yakaladı bileğimden beni, hızla kendine çevirdi. Yiğit'ti bu. "Anlaştığımız gibi." dedi. Ve hızlı hızlı konuşmaya başladı. "Dün Berkay'ın evine gittik siz ortadan kaybolunca. Sinir krizi geçiriyordu, bütün eşyaları indirmişti. Sakinleştirmeye çalıştık ama bağırıp duruyordu. 'İstemiyorum.' diyor, başka bir şey demiyordu. Sonunda yorgun düşüp uyuyakaldı ama uykusunda sayıklamaya başladı. Şey dedi o..."
"Ne?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Başını eğip hafifçe tebessüm etti.
"Sana aşık olmak istemiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Esmer (Gay)
Teen FictionDÜZENLENDİ! Ve birini çok sevmek yasaklanmıştı. Sen cezalandırıldın. O kadar çok seviyordun ki elinden alındı. Ve sen de elimden kayma diye, o gün bir tık daha az seveceğime seni, yemin ettim. Yemin ederken bile biliyordum başaramayacağımı. Özür dil...