Sonsuzluk, güçlüydü. Sonsuzluk kapanına kıstırdığı duygular ve insan ruhları sayesinde güçlüydü. Sonsuzluğun en asil kölesi olan aşk, ona hep bağımlı kalacaktı.
Gerçek aşklar sonsuza kadar sürerdi. Gerçek nefret de sonsuza kadar sürerdi. Küçük bedenimde bu iki duyguyu da barındırabiliyordum. Ama bende başka bir şey daha vardı, asla açığa çıkaramadığım hislerim. Yaşadığım şu ana kadar bir şeyler söylemek isteyip de sustuğum zaman çok fazla olmuştu. Mesela annem ve Zeus neyin tanrısı olmam gerektiğini yanımda tartışırken güllerin tanrıçası olmak istediğimi söyleyemediğim gibi. Ya da anneme defne bölgesine neden gitmek istediğimi anlatmadığım gibi.
Başımdan çok fazla geçen bu susma olaylarında bazen kelimeleri söyleyecek cesaretim olmadığı için susuyordum, bazen ise konuşsam beni anlamayacaklarını bildiğim için içimden konuşmak gelmiyordu.
Diğerlerinden daha farklı bir düşünce sistemim vardı. Başkalarıyla kendimi kıyasladığımda ne kadar farklı olduğumu görebiliyordum, bunu bazen bir hazine olarak görüyordum bazen de kendimi onlar gibi olmaya zorluyordum. Başkalarının davranışlarını çok incelemediğim sürece kendimi seviyordum da zaten. Ama farklı olduğunuzda etrafınızdakiler sizi değiştirmeye ve basitleştirerek herkes gibi davranmanızı sağlamaya çalışır diye bir düşünce vardı hep bende. Ki, öyleydi de.
Şu an içimden konuşmak gelmiyordu. Hades beni anlamayacağı için değildi bu kesinlikle. Benim kelime lügatım durumumu anlatmak için yeterli değildi. Gözlerimin içine bakıyordu ve bir cevap bekliyordu. Nefesini yüzümde hissettikçe tiriyordum. Şu an konuşamama nedenim olmayan cesaretimdi belki de. Ne söylemem gerektiğini biliyordum ama arkasını önünü de düşünmeye çalışıyordum. Sadece... Yüzüme vuran nefesi bunu yaparken bana yardımcı olmuyordu. Gerçekten titriyordum.
Kelimelerim yoktu.
"Ölümün nefesi çiçek kokan gelini olur musun?"
Nefeslerim sıklaştı. Kelimeler aklımda çınladıkça ağırlıkları dilimin üzerine biniyordu.
Bu bir evlilik teklifiydi. Şaka değildi bu bir evlilik teklifiydi.
Eğer onu kabul edersem biliyordum ki yeryüzünü unutacaktım. Arada sırada Hades'le birlikte yukarı çıkabilirdim ama bunun dışında çıkamazdım. Ayrıca yeryüzünde ki bereket benim yüzümden eksilmişti. Ayrıca bana olan sevgisi gerçek miydi... Benimle ilgili gerçekten ne düşünüyordu?
Seneler boyu düşüünüp vermem gereken bir karar olmalıydı bu ama bana bakan gözleri eğer saniyeler içinde cevap vermezsem beni yanlış anlayacak gibiydi.
Ah!
Aklımdan o an geçmemesi gereken her şey geçmişti.
Annemin yeryüzünden bereketi kesmesi, annemi bir daha hiç görmeyecek olmam, Askelpios, yeryüzü, doğa, yeşil, Eros, Hades'in hisleri, benim hislerim,yeryüzü, yeraltı... Düşündükçe bunu kabul etmemem için sebepler arttıkça artıyordu. Ama diğer yandan düşündükçe kalmam için aklımdaki sebepler sınırlıydı. Yine de kalma isteğim ağır basıyordu. Ondan kaçabilirdim, yeraltından, ateşinden, varlığından kaçabilirdim fakat onu bırakırsam benliğimle olan mücadelemden kaçamazdım. İçten içe onu istediğimi biliyordum.
Ah! Onu deli gibi istiyordum.
Gözlerini kapattığında bir şeyleri yanlış anladığını anlamıştım. Yanlış anlamasını önlemek için geç kalmış sayılmazdım. Saniyeler içinde bunu telafi edebilir, onu öpebilir, yanlış anlaşılma yarasını sarabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yasak Meyve: Nar.
FantasyO bana yasaktı, ama ben ona değildim. O beni kaybetmeyi göze alamazdı ama ben alırdım. Ben karanlıktan korkardım ama onun karanlığında korkmuyordum. Belki onu bana saplantılı hale getiren aptal bir oktu. Ama benim onun kaba, sert, korumacı, kırıcı...