Kuşkulanmakta haklıydı saat gece yarısını çoktan geçmişti ne bir tek ses ne de ondan bir iz vardı. Gece tamamen sessizliğe bürünmüştü. Rüzgârın yorgun sesi, ağaçların ninnileri dışında hiçbir ses kulaklarına değmiyordu. Dolunay vardı. Ama o yoktu. Yıldızlar bulutların arkasında kalmıştı. Tabi ya, belki de o da ama hayır böyle olmaz. Çıkar elbet bir yerden. Tavan arasındaki kuş sesleri bu gece daha çok belirgindi. Daha net duyuyorduk konuştuklarını. Anladı ki bina eskimişti artık çünkü duvarlar fısıldıyordu arada sırada. Yeni bir ev yeni bir kılıf gerekiyordu ki bedenimize önce eskisinden kurtulmalıydı. Çünkü aynı anda iki zamanı birden yaşamak yormuştu Roi'yi.
Süresiz bir matineden yeni çıkmıştı. Yollarda insanlar nadiren başlarını kaldırıyordu. Gökyüzü boşalmıştı sanki yoğun bir erekte döneminden sonra… Parçalanmış hayallerin kırıkları çarpıyordu ayaklarımın tabanına ve Roi serseri gibi bir sigara yakıp naralar atıyordu kimsenin duyamayacağı derecede sessiz, ürkek, içinden… Odanın kapısını açıp içeri girdi. İçerideki o pis koku doldu genzine. Her gün sıradanlaşıyordu. Sıradanlaşmasın diye uğraştığı her gün, farklı işlerle uğraşarak, o işlerin sıradanlaştığını göremiyordu ki! Kesinlikle tüm sorun buydu işte evet buldum ama hayır böyle olmaz. Ah evet yeni bir kitap alıp dalmalı kelimelerin arasına, ıssız bir yerde. Kitaptaki o karaktere bürümeli kendini, bir polisiye bir gerilim belki de John Saul okumalı ne dersiniz? Evet, evet o da olur Stephen King… Neyse aradan yıllar geçti gelmedi. Kuşkulanmakta haklıydı. O gitmişti. Onun yerine yenileri yamalıyordu. Herkese onun yerini kimse dolduramaz diyordu, içinden ise "ben gidince birileri böyle der mi acaba diye düşünüyordu ki aklına bir söz geldi; hepimiz evrende bir toz parçası kadar değersiziz. Kesinlikle buna karşı çıkacak birçok fikir vardır. Neyse ki biliyoruz onların kendi egolarını yükseltme çabası içinde olduklarını. Ben bireyim ben en üstün varlığım diye geçinenleri, hah öldükten sonra toprağın altında böceklerin ziyafeti olacaklarını bir çırpıda unutuveriyorlardı. Birilerini mutlu etmek, sevmek, sevişmek gibi şeyler aman neyse hayat devam ediyor değil mi?"
Köşesine gidip bugün gördüğü arkadaşından aldığı kınayı* özenle yaktı. Bunun onu rahatlatacağından neredeyse emin tavırları, beş on dakika sonra pişmanlığa doğru çoktan yol almıştı. Aniden duyduğu "Nasılsın?" tüm dikkatini o yöne çevirdi. Girerken görmemiş miydi? "Sen kimsin?" dedi kuşkulu ve biraz ürkek. Adam ufak bir gülümsemeyle -sanki bunun bir önemi yokmuş gibi- sorusunu tekrarladı. Roi;
-Burası olduğundan daha soğuk. Burası diğerleri gibi değil. Seninle tanışıyor muyuz? Adın ne? Burada ne işin var? Burası benim hücrem. Aradan kaç yıl geçti hatırlamıyorum. Kendimi buraya kapattığımdan beri bildiğim tek şey zamanın artık önemsiz olduğuydu. Kimsem yoktu. Kimse de yoktu zatenn yanımda olmak isteyen. Şimdi sen nereden çıktın? Bana hemen kim olduğunu ve benden ne istediğini söylemelisin, lütfen.
Diğerlerinden farksız olduğuna o kadar emindim ki gün dündü, güneş aynı güneş.
-Hazırsan başlayalım. Ben senim. Beni anlaman uzun sürmeyecek. Bu kadar zeki olman bunu gerektirir. Tuhaf olduğu kadar, kalp atışların kadar normalim ben. Şöyle ki; bu apaçık bir beyin bölünmesi. Upuzun bir hayat maratonunda kısacık bir anmış gibi tüm yaşam. Şimdi biraz dinlen, arkana yaslan ve sonsuz yeşillikleri düşün.
-Senin burada olmanla başlayan duygu bütünlüğü bu. Ama ben hala neden burada olduğunu anlamış değilim. Yalnızlığımı bozuyorsun. Kurduğum hayatın içine ediyorsun. Sana son defa soruyorum neden buradasın piç kurusu!
-Şakağındaki damar şişiiyor, sinirleniyorsun. Oysa bu çok yanlış. Hayatın senin için var ya da yok, senle kaybolan onca hatıra bir hiçmiş gibi davranıyorsun. Anla beni. Ben senim. Beni duyuyorsun, hissediyorsun. Küfür etmemelisin. Bu sana saygısızlık olur.
- Kendime saygım olsaydı şu harabede yaşar mıydım sence? Ne sanıyorsun sen hayatı sonsuz yeşillik mi? Yanılıyorsun adamım burası cehennemden farksız. Dışardaki insanlar cehennemdekilerden farksız. Benden istediğin kendime saygılı olmam ise bunun için çok geç kaldın. Ben saygıyı kaybedeli 10 sene oldu.
- Hayatta hiçbir şey için geç olmadığını söyleyen o kadar insan yanılıyor olamaz. Tek sorun düştüğünde kalkmayı becerebilmek değil midir? Neden cehennem içinde cennetin kurucusu olmayasın ki. Bunun için kendine saygıyla başlamalısın. Tabi önce kaybettiğin saygıyı bulmalısın. Hadi seninle saygıyı kaybettiğin yere gidelim. Bana karşı açık ol. Anlat dinlerim.
- Bunu anlatmak için daha çok erken olduğunu düşünüyorum. Daha seni tanımıyorum bile.
-Biraz konuşalım mı?
-Ne zamandır buna ihtiyacım olduğunu düşünüyordum. Bana dışardan bahsetmelisin. Gökyüzünden, parklardaki o sevgililerden, aşktan, arka sokaklardaki o evsiz adamlardan, bir arka sokağında para için kendini satan kadınların benim yaptıklarım hakkındaki düşüncelerinden. Bana denizlerin mavi olmadığından bahsetmelisin. Ayrılığın o kadar da kötü olmadığından. Ölümün soğukluğundan, yağmursuz bulutlardan.
-Ne bekliyorsun? Hayatın sana torpil geçmesini mi? Şansının hep yaver gitmesini mi? Ne bekliyorsun be adam! Hadi konuşalım anlatayım sana. Sen hayatın olumsuzluklarına yenilen milyonlarca kişiden birisin. Gözlerini kapatıp odana çekilince mi kazandığını zannediyorsun? Dışarda olanlar içerde sana dokunmuyor mu? Taşa takılman taşın suçu mu? Neden kendine bir bakmıyorsun? Kesinlikle göreceksin suçun taşta olmadığını. Sen suçlusun! Dışarda hayatın daha güzel olması için çaba sarf edenleri tek bırakıyorsun. Korkuyorsun. Yenilgiden düşmekten korkuyorsun. Beni tanımaktan bile korkuyorsun. Neden mi? Çünkü ben senin söyleyemediğin o doğruları yüzüne apaçık söylüyorum. Tüm yalınlığıyla. Anlamıyorsun değil mi? Anlayacaksın. Zırlamayı kes! Bir piç kurusu seni bu hale sokacak ne söyleyebilir. Hadi ama toparlanma vakti. Hayat cami avlusuna bırakılmış bir çocuk değil. Kaderine terk edilmiş bir çiçek değil. Sulamalısın. Yeşertmelisin. Umudu beslemeli bunun için ayakta dimdik durmayı öğrenmelisin.
Roi çoktan kınanın etkisiyle uykuya dalmıştı. Gördüğü rüyayı yarın hatırlayacaktı.
"Sesinin tonuna saklanmış evsiz cinlerle tanıştım bugün Raina. Ellerindeki soğukluktan bahsettiler kınanın ikinci nefesinde bana. Kaçıyormuşum bazen diyorlar, çoğu zaman ise yalan söylüyormuşum sana. Rus ruleti dönüyor beynimde ve ikinci tetikte mermi değiyor gözkapaklarıma. Yanıyordum Raina, bir üflesen sönecektim oysa..."
Sonra diyordu ki çağırıp bari siz doğruyu söyleyin bana. Dokun diyorlardı avuçlarına yollar açalım aklının her bucağına. Tutup getirelim sakladığın gerçekleri oralarda. Sen diyordum içimden Raina, sen...
Ama ne var ki Rai olması gerek yerde olmamaları gereken bir yerdeydi. Bitmesine ramak kala bir tiyatronun dramatik son sahnesini itinayla çekti.