Siyah kutusunu yavaşca aralıyordu. Anılarına nasıl hükmetmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Müzik, notalar, izlediği bir filmi, izlerken saçlarına titreyerek dokunuşlarını anımsadı, reçina kokan kemanını eliyle okşadığında.
Yüzü yine o sinsi gülümsemesine bürünmüştü. Aklı yine ona oyun oynuyor gibiydi, emin olamadı. Kemanını ensesinden kavrayıp yavaşca şah damarına yaklaştırdı. Şimdi onun zamanıydı. Bir ara duraksadı ve gözlerini kapattı, odada sinek olsa kanatlarını duyacaktı sanki. Tenindeki nem parmaklarının ıslak bir pamuğa dokunuşu gibiydi. Boynunu boynuna dayadığında nefes alışverişi o misk kokusuyla buluşuyordu, göğsü göğsüne siper o kuyudan su çeker gibi hızlıca inip kalkıyordu. Zaman yavaşladı. İlk nokta Vivaldi'nin "Dört mevsim" konçertosundandı. Nefesi ateşle dans ediyordu buz gibi tenini tırmalarken. Ellerinden bacaklarına yayılıyordu. Kıvılcımlar Es'ti, derin bir nefes çekip tellerin üzerinden isteksizce son kez kayıp gitti.
Anılarına nasıl hükmetmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Huzurluydu, kulaklarında hiç çalmayan melodiler duyuyordu, mutluydu ona dokunurken içindeki nefret yerini sadeliğe bırakıyordu. Ruhu ihtiyacı olanları alıp uzaklaşırken siyah kutusunu tekrar aralayıp, yüzündeki huzurdan bir kaç damla, tazelikten bir tutam koparıp kemanın altına serdi.
Köşede duran içki şişesine sanki bir geyiğin su içerkenki telaşı ile baktı uzun uzun bir gözü cam kenarındaki kalem ve yanından ayırmadığı defterde. Oysa daha yeni tanışmıştı Raina'yla. Kabuslarından arındığı her gece, gördüğü kadına bu kadar benzemesine şaşırdı kendi kendine. Öyle ki daha yüzünü görmeden hem de. Payanda koymuştu adını, ulaşılmaz diye tabir ettiği hayal dünyasındaki kadına. Payanda, acaba bu kadın da mı vücut bulmuştu. Aklından bu sorular geçerken ruhu ruh eşini buldu diye zafer naraları atıyordu.
Raina... Bir volkan gibi gitgide yükseltiyordu içindeki o sindirdiği hisleri. Raina... Yıkıyordu içindeki yüzyıllık kehanetleri. Bunun farkında olması yine de dindirmiyordu büyülü ormanda başlayan devasa yangın selini. Hızla işgal ediyordu örümcek ağlarıyla kaplı ruhunun her bir zerresini.
Camın kenarına geçip yine, bir kadeh cin parlattı. Penceredeki yansımasını görünce aniden irkildi. Bu durumun gülünçlüğünü daha sonra hatırlamak üzere kalemi kağıtla seviştirdi yine ve yeniden.
"Gece mi çöktü gözlerine, yoksa karanlıkta mı boğuluyor gülüşün? Ruhum şiirlere mezar olmuş yıllardır. Hangi mısranın dirilişiydi nefesin Payanda?"
Son bir kez daha son nefese çektiği sigaranın dumanı ruhunu kaplarken hayalinin sis perdesi, kaybolmuş bir hayat ve daha nicesine adanmış intihar melodileri kadar acı dolu, hüzün garnitürü serpiştirilmiş kelimeler sığdırmıştı cüzdanın en ücra köşesine. Küllük ise tepe tepe izmarit... Kapı çaldı. Huzurunu bozan bu saçma zil sesine bir çözüm bulma düşüncesiyle yavaşca yerinden doğrulup kapıya yöneldi. Uzun zamandır görmediği Delit, bir elini duvara dayamış sabırsızlık gösterimi yapıyordu. Bu Delit olmasaydı çoktan kapıyı suratına kapatıp huzuruna geri koşardı. Delit, Roi'nin bir şey demesine fırsat bulmadan salona doğru hızlıca yürümüştü zaten. Roi, bu duruma ne kadar bozulsa da, bir şey demeden kapıyı kapatıp cam kenarındaki defterinin yanına gitti. Yazdıklarını başkasının okumasından nefret ederdi. Delit; "Bu gece sendeyim", dedi. Roi şaşkınlığını belli etmeden "Neden?" diye sordu. Gerçektende neden katlanıyordu ki Delit'e. Tabii ya, Roi'yi tanıyan belki de tek kişiydi.
-Nedense isteksiz gibi gördüm seni, ben ise senin de mutlu olacağını düşünmüştüm.
-Aksini iddia etmedim.
-Hadi ama! Yüzünden belli bir kere. Sanki seni tanımıyorum Roi, dedi yarı dolu bardağa ve yanında duran içki şişesine bakarken.
-Belki.
-Neyse ne! Bu gece buradayım. Hem bir kadeh cin ısmarlarsan belki bu soğukluğunu almama yardımcı olur, dedi sinsice gülümseyerek.
4. kadehinden son yudumu aldığından başındaki ağrı dayanılmaz olmuştu. Karşısında oturan Delit'e bir şey demeden yatak odasına doğru sendeleye sendeleye yürüdü. Yatağa kendini attığında arkasından gelen Delit'in kapıyı kapattığı farketti. Ve dedi ki içinden, "Bir yosma daha..."
Delit, Roi'nin üzerinde kadınlığını sunarken, Roi cinin etkisiyle Delit'i Raina sanıyordu. Kokusu yatağa sinecekti. Şımartılmış bir afrodizyak tutup saçlarından Roi'yi ona savuruyordu sanki. Romantizmin basamaklarını aşındırırken ikiside farkında değildi. Şehir susuyor, yelkovan ile akrep grev yapıyor. Saati şaşırmış bir Ortodoks papazı gibi sabaha karşı beş gibi çan çalıyordu yatak odasında, telefonu çalıyordu. Babil'den beri bilinen tüm kehanetler bir anda alt üstü oldu.
Delit apar topar giyinip evden çıkarken Roi tek kelime dahi etmedi. Yüzüne pişmanlık Delit'in çıkarken kapıyı çekmesiyle çökmüştü. Aklından Raina geçiyordu, Raina ruhunu ele geçiriyordu.