Payanda için ödün veriyordu kendinden hatta gülüyordu arada sırada, bir türlü telafuza yanaşmayan cümleler düğümleniyordu boğazına. ”Bunun bir çözümü olmalı” diyordu kendi kendine, ıhlamur kokulu bir sabah okula giderken.
Aylardan… Ne önemi vardı. Belki bu satırı okusa yine unuttu derdi rakamları, oysa bu sefer tabutlayıp gömmüştü o günü gösteren tüm sayıları ve takvim yapraklarını.
O ıhlamur kokulu sabahında Paris’in, habercisiymiş gibi inzarı olmuştu düşen yağmur damlalarının ahengi. Bıraksalar boşalacaktı yoğun bir erekteden sonra gökyüzü Manş denizine, gecesinde gözyaşları taşıracaktı Manş denizini. Sisli o iş başı saati sokaklarda insanlar yaklaşan felaketten bihaber. Roi ise çantasından da ağır bir yükü göğüslemişti sanki göğsünde okula giderken. İlk arzusu Payanda’yı görmekti, nihayetinde işte beyaz kurdeleleriyle Payanda çekim alanına girmiş, Roi’nin düşük suratı gülümsemeyle şekillenmişti. Ne var ki, göğsündeki ağırlık gramajını hiç kaybetmedi.
Roi için Payanda’ya yakın olmak tenefüslerde mümkün. Utangaçlığı dolu dizgin, Payanda ise kuğu gibi özgüven ile dolu. Sırf ona dokunabilmek için el şakalarını kullanıyordu. Biri kaçıp diğeri kovalıyordu. Rutindi artık tüm eylemler ve kahrolası merdivenler…
Bu sefer kaçan Roi’ydi arkasında Payanda. Diğer çocukların neşeli bağırışları. Tanrım bu katlanılmaz. Merdivenlerden ikişer üçer atladı Roi yakalanmamak için, koridorda zaten bilerek yakalanacaktı Payanda’ya. Merdivenler… İlk dönemeçi döndü Roi ve kulağına o asla unutamayacağı ses değdi. Roi donup kaldı son basamakta dönemedi arkasına.Aklında bir ton düşünce kaskatı kesmişti bedenini. Çocukların neşeli sesi yerini telaş çığlıklarına bırakınca irkildi. Yavaşca omuzundan geriye baktı, geriye, arkasına, Payanda’nın geleceği o merdiven basamaklarına. Payanda yerde yatıyordu. Sanki beyaz kurdelesi kırmızıya aşık olmuştu.
Payanda öğretmenleri tarafından apar topar hastaneye kaldırıldı. Olayı gören koridor nöbetçisi aynı zamanda sınıf öğretmenleriydi. Sonraki gün Roi’deki çöküş gözünden kaçmamıştı. Aradan iki gün geçti, Payanda’yı hastanede ziyaret edeceklerini bildirdi sınıfa öğretmen. Roi gözlerini öğretmene dikti, hiç bir tepki vermeden tekrar önündekilere. Suçluluk duygusu o kadar ağırdı ki Roi gitmeyeceğini söyledi. Öğretmenin ikna çabası işe yaramıştı, en nihayetinde ilk giden Roi olmalıydı, Payanda’nın en yakın arkadaşıydı.
Hastane koridorları her zaman çekilmez bir yerdi Roi için. Payanda yerine başkası olsa asla buraya adım atmazdı. Payanda’nın odasının önüne gelmişlerdi. Candan içeriye baktı, beyaz çarşafların içinde kraliçe gibi yatıyordu. Yanında annesi elini sıkıca tutuyordu.Bir kaç dakika sonra öğretmen, doktorun herkesin girmesi için izin vermediğini söyleyerek camdan el sallamalarını istedi Payanda’ya. Ama bir istisna olabilirdi, Payanda “Roi geldi mi?” diye sorunca içeri giren öğretmene. Durumun hassasiyetinin farkında olan öğretmen çoktan Payanda’nın annesine olan biteni anlatmıştı. Kapıdan “Roi buraya gel” diye seslenince Roi’nin kalbi yerinden fırlayacak gibi atmaya başladı ve tabiki nefesi gitti. “Payanda seni görmek istiyor” dedi öğretmen Payanda’nın annesinin yanında. Onlar kapı eşiğinde, çocuklar camda. Roi yavaş yavaş çekine çekine odaya adımını attı. Annesinin saçlarını okşaması Roi’yi biraz cesaretlendirmişti odaya girerken.Roi yatağın yanına diz çöktü. Payanda Roi’ye uzun uzun baktıktan sonra “Çok aptalsın” dedi. Roi şaşırdı ama sükunetini bozmadı. Devam etti Payanda; “Peşinden o kadar koştum ama sen bir kere dönüpte beni sevdiğini söylemedin!” Odadaki sessizli şimdi Payanda’nın hıçkırıkları dolduruyordu. Roi ise boğazına yumruk gibi oturan ağırlığı düşündü. Ayağa kalkıp koşarak çıkmıştı odadan, tuvallete koşuyordu. Gözyaşlarını tutamamıştı Roi, avazı çıktığı kadarbağırıp haykırmak istese de sessiz sessiz ağlıyordu kitlediği tuvallet kabininde. Gözyaşları göğsünü ıslatmıştı, sanki göğsünü yarıp kalbini almak için ön hazırlıktı.
Yine her zamanki gibi bir okul günü. Ihlamur kokusu yoktu artık. Roi sırasında oturuyor, gözleri Payanda’nın boş sırasına dalmıştı. Öğretmen sınıfa girdiğinde yüzündeki o burukluk ele vermişti çoktan kendini, kötü haber vardı! “Çıkarmayın kitapları” dedi öğretmen, herkes meraklı. Ve dudaklarından idam edildi kelimeler Roi’nin beyninin dört duvarına;
“Payanda arkadaşınız dün gece beyin kanaması sonucu hayatını kaybetti.”
Biraz sessizlik…
Çok sürmedi, çocuklar ağlayıp feryat figan kızılca kıyamet koptu sınıfta. Roi yine kaskatı kesildi oturduğu sırada, derin bir nefes alıp bıraktı. Birkaç kız çocugu ve öğretmenin gözlerinin üzerinde olduğunu farketti. Hiç tepki vermedi. Gözlerinden tek bir damla yaş süzüldü dudaklarına, dudaklarına gözyaşının tuzlu tadı değdi. İşte bundan sonra reaksiyona uğradı tüm hastalıklı tavırlar. Ve and içti bir daha ağlamamaya.
O kadar karmaşıktı ki duygular, tanrıya olan inancını bile kaybetmişti ve diğer tüm kızlardan nefret eder olmuştu. İşte bu olayların çıkış noktası bu dayanılması güç vicdan azabıydı. Kim ne derse desin Roi asla aldırmadı. Suçluydu. Biliyordu ki kaçmasaydı Payanda hala nefes alacaktı.