Bölüm 9: Düş Duvarları

181 7 2
                                    

Sadece izdüşümüydü Raina’daki. Roi’nin tasarladığı kusursuz tasarıya benzeyen tek kadın, rüyalarındaki yeşil peri.

Gün ağardı. O vakit dolunay hala gökyüzünde, kandiller gibi serilmiş yıldız kümeleri Paris’in üzerinde. Sabahın o soğuk biraz da ürpertici sessizliği… Vakitsiz yıkanmış çamaşırlar gibi, enine çekince boyuna uzayan bir adam olmuştu Roi. Büyümekle çocukluk yaptığını belki beş-altı yıl sonra öğrenecekti. Yirmili yaşların zorluğunu dört cephesi kuşatılmış bir savaş meydanına girince görecekti. Yine de az çok tahmin ediyordu, bu yüzden Raina onun kaçış planı olacaktı, geçmişinden ve geleceğinden, sığınacağı bir liman fırtınanın eşiğinde. Yalanların yalayıp geçtiği dümendeki o gemi, rüzgarı ardına alıp Raina’ya kırmıştı rotayı, işte fırtına bu rota üzerinde güverteyi kamçılayacaktı.

Neyse ki dolunay artık karşı binanın ardında kalmıştı. Roi kalkıp bir sabah kahvesi yaptı kendine çift kişilik fincanların tekiyle. Pencere kenarında defteri ve kalemine dokunmayı kahve keyfine ayırmıştı. Yeni güne merhaba merasimlerini martılara bıraktı.

Pek çok insanın bir çok insana dair fikri elbet vardı. Pek çoğu için ise ön yargı duvarları itinayla örülmüştü zihinlerine. Özü anlamaya giden yolun engebeli ve zor oluşu kolaya kaçmaya neden oluyordu. Kolayı mı, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmalarıydı. Görünen o ki; “Ağız bu torba değil ki büzesin” atasözü bu duruma çok yakışırdı. Roi insanların kendisi hakkındaki düşüncelere önem veriyordu. Gel gör ki onu başarılı kılan hırsına yenik düştüğünü de çoğu gece uyumadan önce düşünüyordu. Bailadığı işi sonuna kadar götürme iç dürtüsü “Her şeyi bırakıp uzaklara gitme” hayalini sürekli erteliyordu. Kendisi bile farkına varmadan ruhuna vurulan zincire yeni halkalar ekliyordu. Oysa tek düşü “Düşler Krallığı’nı” kurmaktı. Tek kişilik dev bir ütopya, tek kişilik bir imparatorluk.

Maskeler değiştikçe yüzler unutulur olmuştu. Öze varmak artık çok daha zor oluyordu. Roi’yi tanımlayacak belki bir sözcük dahi laf arasında yutulup yok oluyordu. Roi “Bir gün biri çözecek olursa, ellerine bırakacağım şehrin altın anahtarını” diyordu, Raina’ya bu konuda güveniyordu da. Tüm bu akıl oyunları, hayatlar üzerine atılan zarlar, rus ruletleri, Roi’nin zihninin işiydi. Tabiki dış çevre için ego ön yargısının en büyük sebebiydi. Diyordu ki biri:

-Neydi önemli hissetmene neden bu denli? Hangi çiğ yürekli kabarttı kibrini?

-Nereden çıkardın bunu?

-Yazdıklarını okudum. Biliyorum okunmasını sevmezsin ama biraz konuşayım izin ver lütfen.

Başını tamam der gibi aşağı yukarı salladı birkaç adam sağa giderken.

-Her yazında hiçlikten bahsediyorsun. Bir hiç olduğundan ve bunun iyi bir şey olduğundan. Durumu kabul etmek mi acaba? Yoksa doğru mu diye sorguluyorsun hala. Sanki biraz sitem de karışmış satırlarına. Ben seni çok iyi anlıyorum. Belki de bir tek ben anlıyorum?

-Hayır, sadece sende diğerleri gibi anladığını sanıyorsun. Başını duvarlarımdan birine vurudğunda başını kaldıracaksın sende. O zaman anlayacaksın işte, anladığın ise yanlış anlamış olduğun olacak. Deneyimle sabit bir tespit.

-Belki salağa yatıyorum. Bazı şeyleri sadece bilmek yeter, söylemek gerekmez ve söylemiyorum diye anlamıyorsun diyemezsin. Hatırlıyor musun bir keresinde bahsetmiştin ya; yanlış anlar diye yalan söylemiştin ona. Asıl sorun nerede biliyorsun her şeyi düşünen, detaycılığı beyninin.

-Farkındasın.

-Evet, tabiki emininm bunu da düşünmüştür o beyin.

-Ne varmış benim beynim de, görevini yerine getiriyor işte “Düşünmek” herkesinki gibi işte.

-Bu arada benimle buluşmak istedi, şehirdışındaydım yoksa bende çok isterdim buluşmak.

-Neden?

-Ne neden, anlamadım?

-Neden çok isterdin buluşmak?

-Belki birkaç şeyini aklayabilirdim.

-O kadar kara ki ne aklanır ne de paklanır bir çok şeyim. Zaman kaybı bir uğraş olurdu. Hem bir fikri değiştirmek zordur. Senin de kendine göre zaman alacak uğraşların var, neden benimkilerle uğraşacaktın ki, saçma…

-Hiçte saçma değil. Bunu senin de çok istediğini biliyorum ama gurur değil mi? Hep gururdan dolayı kaybediyoruz işte.

-Kaybetmedim ben, kaybeden biri varsa o da o.

-İşte bu da egon. O dev yaratık. Aslan burcunun en belirgin özelliği.

-Burçlarla pek ilgilenmiyorum. Hem bu ego değil aslında artı ve eksi terazisi. Sonuç artı ise kaybeden değilim. Eksi olsaydı umrumda olacak mııydı peki? Hayır!

-Buna inanmıyorum. Yenilgiyi kabul etmiyorsun.

-Yenilseydim ederdim.

-Yenilmiş gibisin.

-Gibiyim ama değilim.

-Bunu da önceden tasarladın değil mi? Her şeyiyle kişiler Delit, Aubina, Aida hepsini önceden ayarlayıp pusuya yattın. Ve işte senin sahenen ve gösteriyi sergiledin. Bu yüzden yenilmedim diyorsun.

-Belki.

-Anlıyorum, belki dediğine göre…

Durum bundan ibaretti. Anladığını sanıyordu Roi’yi, Roi keşke anlasaydın diyordu içinden bir kadeh cin parlatırken.

DÜŞLER KRALLIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin