''Abdullah İbn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v) süt içti. Bunun üzerine ağzını çalkaladı ve: 'Bu (süt) yağlıdır' buyurdu.''
Hz. Muhammed (s.a.v)*
______________ _ _ _
Rumeysa'nın can dostu Hatice, ''Hatice Kara adına,'' diye cevap verdiği çalışanın arkasından ilerlemeye başladı. Önceden bu lüks balık lokantasına her fırsatta gelirdi. Hatta bir keresinde ailesini de getirmişti. Annesinin ve özellikle kız kardeşinin rahatsız tavırlarına sinir olmuştu. Suç işlemiş gibi, defalarca endişeli şekilde ''Abla, bizi buradan kovmasınlar?'' sorusuna, -tabii ki- kızın hiç unutmayacağı şekilde azarlayarak cevap vermişti.
Müslüman olmak, Allah'ın emir ve yasaklarına uygun giyinmeye çalışmak, kılık kıyafet, maddi durum, eğitim seviyesi gibi birçok şey, insanın kendini küçük görmesine sebep olmamalıydı. Bildiğin, balık yenilen basit bir lokantaydı. Müşterilerin çoğu elit kesim olsa bile kıyafet sınırlaması yoktu. E o zaman sorun neydi? Başörtüleri mi? Markalı olmayan kıyafetleri mi? Hiçbirinde ziynet eşyası bulunmaması mı? Hatırı sayılır meslekte çalışmamaları mı? Yemeğin tadına varmak varken, neden başkalarını düşündüklerini anlayamıyordu.
Diğer müşterilerden hiçbir farkları yoktu. Fiyatı ne ise ödeyecekler, topluluk ortamında başkalarını rahatsız edecek davranışta bulunmayacaklardı. Olur da içlerinden biri rahatsız olduğunu söyler, bunu belli ederse, Hatice ağzının payını vermeye çoktan hazırdı. Ama elbette öyle bir şey olmamıştı; birkaç garipseyen bakış dışında.
İçi kin, alay ve nefret dolu kişiler, her farklı yaşam tarzında olurdu. Sırf öyle cahiller yüzünden, belirli bir kesimi suçlamak yanlıştı. Üstelik, eğer sen kendini böyle yerlere uygun görmüyorsan, diğerleri nasıl kabul ederdi? Ailesine, çevresine hep bunu anlatmayı görev bilmişti.
Şimdi ise, usulca görevlinin peşinden ilerlerken rahatsız hissetmeden edemedi. Rumeysa'yla arkadaş olduğundan beri, fark etmeden dünyevi şeylerden uzaklaşmaya başlamıştı.
Ama şu an içi hiç rahat değildi. Alkol tüketilen bir yerde bulunmak benliğini rahatsız ediyordu. Ailesi gibi kendini buraya yakıştırmadığından değil, Allah'ın rızasını düşündüğünden vicdanı sızlıyordu.
Bu lokantadaki balık, içki satışı yapılmayan yerde de yenilebilirdi. Hatta evde de pişirilebilirdi. Böyle bir imkân yoksa bile, yemeden ölünmezdi. Ama azar azar günahları hoş görmeye başlamak, insanın imânını yok edebilirdi. Allah korusun.
''Hat-ice,'' diye çok tatlı bir aksan ismini söylediğinde duraksadı ve başını seslenen kişiye çevirdi.
Kıvır kıvır karamel rengi saçı, giyinişi ve güzel yüzüyle ilgi çeken kadın, masasından kalkarak hızlı adımlarla Hatice'nin yanına geldi. Nerede olduğunu önemsemeden kapalı kıza kocaman sarıldı. Hatice, aynı samimiyetle karşılık verdi. Bu kadını seviyordu. Başka ülkenin vatandaşı olmasına rağmen, ziyaret ettiği ülkenin inancına, örf ve âdetlerine birçok kişiden daha fazla saygı gösteriyordu.
İster istemez aklına, cami görevlisinin söyledikleri geldi. Yabancı turist kadınların, 'ibadet mekânı' camiye girerken etek ve başörtü takmak konusunda, bazı yerli turistler gibi zorluk ve sorun çıkarmadıklarını söylemişti.
''Seni çok, çok özledim. Neredesin? Neden çağırdığımda gelmiyorsun? Burayı sen tavsiye ettin ama uzun zamandır yoksun. Seni üzecek bir şey mi yaptım? Biliyorsun, her zaman Türkiye'de bulunamıyorum. Geldiğimde ise mutlaka görüşmek istiyorum.''
Hatice, içtenlikle gülümsemeden edemedi. Cevap vermeden önce başını etrafta gezdirdi. Buluşacağı kişiyi masasında oturur vaziyette gördü. Görevliye bundan sonrasını kendi halledebileceğini söyleyerek teşekkür etti. Adam uzaklaşınca, kadının sorusuna cevap verdi. Yan masadan birkaç kişi, onun yabancı dil bildiğine şaşırmış halde bakmadan edememişlerdi.
Bir lisan, bir insandı. Ama bu, hiçbir zaman kişinin kalitesini belirlemezdi.
''Rumeysa'yı hatırlıyor musun? Çoğu zaman onunla birlikteyim. Bana dinimi daha ayrıntılı öğretiyor ve farkında olmadan, gittikçe böyle yerlerden uzaklaşmaya başladım. Aksine Emily, seni ben de çok özledim. Bir gün ikinizi tanıştırmayı çok isterim.''
Oradan buradan birkaç şey konuşuldu. Diğerlerini rahatsız etmemek için kendi masasına davet eden kadına, başıyla onu bekleyen kişiyi işaret etti. Daha fazla vakit geçmeden, en yakın zamanda görüşme sözüyle vedalaştı.
Hatice, sevmediği büyük Hatice'nin masasına ilerledi. Karşısındaki sandalyeye kendini bıraktı.
''Kusura bakmayın,'' dedi, hiç üzgün olmayan ses tonuyla.
''Bakmıyorum, güzel kızım. Sizin yaşlarınızda büyüklere saygısızlık, kendini üstün görme gibi nahoş durumlar sık görülür. Biz yetişkinlere düşen, anlayışlı olmak, doğru yolu göstermektir.''
Ağzı şaşkınlıkla açılmadan edemedi. Kesinlikle Hatice'lerde bir şey vardı. Kadın, onu sokak ağzıyla aşağılamadan, tatlı tatlı iğneleyerek alt ediyordu. Aslında cevap verip tatsız ortamı daha da tatsızlaştırabilirdi ama pes etti. İki adaşın da derdi birdi: Rumeysa. Ve buraya bunu konuşmak için gelmişlerdi.
-
Görüşmeleri yaklaşık iki saat sürmüş, konu Rumeysa'nın son altı aydır bulunduğu kötü ruh hali olmuştu. Yemeklerini aksatmıyordu ama yaşamıyor gibiydi. Sanki üzülmesinler diye zorla gülümsüyordu. Önceden gözlerine varan mutluluğu silinmişti. Hatta Sevim Hoca bile, kızın durumu karşısında kendince neler yapabileceğini Hatice'ye sormuştu.
Babası dahil birçok kişi üzgündü. Rumeysa ise, nefsi acısından dolayı Allah'ın rızasını kaybetmekten korktuğundan, affedilmek için her fırsatta Rabbine yalvarıyordu. Bir kula kavuşamadığı için çektiği yoğun acıya kızıyordu ama elinden gelen bir şey yoktu. Yürek yangını gün geçtikçe azalmamış, aksine artmıştı. Kulakları her zaman gelecek olan o müjdeli(!) haberdeydi: Terzi Mehmed evleniyor...
Hatice, yedikleri lezzetli akşam yemeğinde bildiği ne varsa orta yaşlı kadına anlatmış, ona karşı beslediği öfkenin sebeplerini sıralamıştı. Maddiyat takıntısını, insanları ırkıyla, ailesiyle, mesleğiyle, eğitimiyle, görünüşüyle değerlendirmesini eleştirmişti. Terziyi bizzat araştırdığı, aile yaşantısını gözlemlediği, iş yerine gittiği gibi kişisel sırlarını açığa çıkarmıştı. Rumeysa'yı düşünenin bir tek o olmadığını altını çizerek defalarca belirtmişti.
Bir de, pişman olduğu şeyi öğrenmişti: Annesinin, Rumeysa'nın terzi Mehmed'i sevdiğinden haberi yoktu.
Gece, büyük Hatice'nin enine boyuna her şeyi daha detaylı düşünmesiyle ve küçük Hatice'nin de, dostunun sırrını onun iyiliği için de olsa ifşa etmenin verdiği vicdan azabıyla uzun geçecekti.
______________ _ _ _
# Bölüm fotoğrafı bana ait değildir.
# *Kaynak: Yedi Hadis İmamının İttifak Ettiği Hadisler - İbrâhim B. Abdullâh El-Hâzimî
|(Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İmam Ahmed B. Hanbel Eş-Şeybânî)|
# Rabbim askerlerimize yardım etsin, zafer nasiplendirsin, şehitlerimizin mekanı cennet olsun... Hak için canını ortaya koyanların Allah yar ve yardımcısı olsun... |Zeytin Dalı Harekatı|
# Rabbim zulüm altındaki kardeşlerimize yardım etsin... Onları ferahlığa ulaştırsın... Onlar yararına bir şeyler yapabilmeyi bizlere nasip etsin... Allah'ım yardım etsin... |Doğu Guta, Arakan vs... O kadar çok ki... :( |
# Hikâyede ehli sünnete ters olan bir şey görürseniz, lütfen söyleyin. Karakterin kendi hatası mı, yoksa benden dolayı mı, ona göre değiştiririm.