28. Bölüm

2.4K 179 20
                                    

''Sarhoşluk verici her içki haramdır.''

Hz. Muhammed (s.a.v)*

______________ _ _ _


Saat sabah dokuzu sekiz geçiyordu. Cuma günü olduğundan Mehmed evdeydi. Arka bahçede kedilerle ilgileniyordu. Rumeysa ve annesi ise ön bahçede ayakta bekliyordu. Fadime'nin köyden misafiri gelecekti. Dışarıdan araba sesi duyuldu. Çarşafını giymek için içeri gitmeye çalışan gelinine engel oldu.

''Feracen yeterli, güzel kızım. Kocası gelmeyecek, hususi haber etti. Oğlunun da yaşı var ama aklı pek yok.''

''Zihinsel engelli mi?''

''Zavallı yavrucak. Babası döve döve delirtti çocuğu. Rabbim büyük, o da çektiği çilenin mutluluğunu yaşıyor şimdi. Çok şükür. Sabrın sonu selamettir, kızım-''

Bahçe kapısı açılma sesi duyuldu. İkilinin başı oraya kalktı. Kırklı yaşlarında görünen, kalın, düz, bol siyah pardesülü kadın içeri girdi. Yavaş adımlarla yanlarına vardı. Arkasında uzun boylu, saçları simsiyah genç bir adam vardı. Yüzünü kadının ensesine saklamasından belliydi ki, bahsi geçen zihinsel engelli çocuk buydu.

''Emine, hoş geldin yavrum.''

Fadime, anında elini öpüp sıkıca sarılan misafirine kollarını doladı. İçli içli ağlamaya başlamasıyla kendi de birkaç gözyaşı döktü. Çile çekenin halinden aynı acıdan tadan anlardı. Kaç yıl geçerse geçsin, kalpte açılan yara sıcaklığını yitirse de daimliğini korurdu.

''Teyzem, oy peygamber (s.a.v) kokulu teyzem... Yüzünü gözünü bilmeden nasıl da özlemişim seni... Hiç der misin, daha önce görüşmediğim biri diye. Niye bu özlem, teyzem? Söyle hele...''

Sırtına yapışmış oğluyla beraber geri çekilen Emine, köylüsünün yaşlı gözlerine baktı. O gözlerin rengi değişikti de, ardındaki duygular hep aynıydı. Rahmetli ablası, rahmetli anası, rahmetli ninesi... Adeta hepsi bir olmuş, onun gözleriyle sevgisini aktarıyordu.

''Aynı topraklarda doğduk kızım, aynı sudan içtik, aynı havayı soluduk, aynı acıyı bildik... Ebe ninenden gelen gönüldaşlığı ananda gördüm, sonra da bak, görür görmez hemen sende bildim...''

''Oy teyzem oy...''

Annesine yapışmayı bırakmamış çocuk kalpli adam, Rumeysa'ya kaçak bakışlar atıyordu. Belli ki güzelliğine hayran kalmıştı. İç güzelliğin dış güzelliğiyle buluştuğu nadidelerden biriydi karşısındaki. Rumeysa, onunkiler dışında başka gözlerle daha izlenildiğini fark etti. Başını büyük eve çevirdi. Arka bahçenin orada, kaşları çatık, birazcık sinirli gibi duran, çenesinde beyaz maske bulunan Mehmed'ini gördü. Önce bu halinin nedenini anlayamadı. Kahverengilerin izlediği kişiye baktı, durumu kavradı. Gülmemek için dudağını ısırdı.

Karanfil'i, şu an resmen kıskanıyordu...

Çok şükür, daha önce namahremle herhangi bir yakınlığı olmadığından, ilk defa böyle bir şeyi yaşıyorlardı. Tabii, evin reisi için berbat bir duygu olsa da, Rumeysa'nın kalbi hızlanmıştı. Kıskanılmak, nasıl güzel bir şeydi böyle?

Yanakları sıcakladı, kocaman gülümsemeyi içinde yaşadı.

''Gelin hanım, oğlum Ahmet'in aklı pek geri... Bakma herif gibi göründüğüne, bildiğin çocuk... Zarar vermeyi bilmez, aksine zarar görür benim yavrum... Yok, yine de rahatsız olurum diyorsan, haber edeyim babasına da yoldan dönsün, alsın oğlunu-''

Rumeysa, hızla misafirine baktı. Onu kırdığı düşüncesiyle üzüldü. İçten şekilde konuştu.

''Estağfirullah, Emine abla. Olur mu hiç öyle şey? Allah katında onun hükmü çocuktur, namahrem değil. Kaldı ki, gönlün böyle endişelendiyse suçu kendimde ararım.''

RumeysaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin