''Gerçekten yüce Allah, ümmetimin (fiilen) yapmadıkça ya da (dilleriyle) söylemedikçe, içlerinden geçirdikleri (kötü) şeylerden sorumlu tutmaz.''
Hz. Muhammed (s.a.v)*
______________ _ _ _
Otobüs durağından evimize giden yokuşu çıkıyoruz. Hatice, alt mahallemizde oturuyor. Bunu öğrenmeden önce, babam beni duraktan arabayla alırdı. Yakın mahallelerde olduğumuz için sevinmiştim. Ben onu tanımıyordum ama bu civarda çarşaflı kadın bir elin sayısını geçmediğinden, yüz yüze görüşmemiş olsak da beni tanıyormuş. Ben ise, komşularımızın dahi çoğunu tanımıyorum. Annem, çocukluğumuzdan beri farklı semtlerde oturan, maddi durumu iyi insanlarla görüştü. Onları misafir etti, onların misafiri oldu. Büyüdüğümde ise yatılı Kur'an Kurslarına gittim. Hatice'nin deyişiyle, babamın kuyumcu olması da beni tanımasındaki bir diğer sebepmiş. Yoksulluktan zenginliğe diye anlatılırmış, ailemin hikâyesi.
''Bizim sokak kızı köylü Hatice değil mi bu ya?''
Önünden geçtiğimiz bahçe duvarının üzerinde oturan gençlerden biri sesleniyor. Her izin zamanı eve dönüşümüzde aynı sahne yaşanıyor. Üzülüyorum ama arkadaşımı kırmamak için herhangi bir şey söylemiyorum. İnsanın geçmişi, geleceğini etkiliyor. Değiştim desen bile önceki hayatın sana engel oluyor. Yeni halinle kabul edilmen, saygı duyulman zaman alıyor.
Tamamen tesettüre girip haremlik-selamlık uygulamak isteyen, ama akrabaları ya da çevresi tarafından zorluk yaşayan birkaç arkadaşım olduğundan, Hatice'yi kıracak tepki vermemeyi başardığımı düşünüyorum. Yine de, benim yanımda böyle bir şey yaşadığı için kendini üzgün hissettiği, sessizce yürümeye devam etmesinden belli.
Her zamanki gibi olacak, birkaç dakika sonra geniş alana vardığımızda gençler takibi bırakacak ve Hatice kendi evine girecek. Bu sefer onun halasına kaçmasına izin vermeden binaya girmesini bekleyeceğim. Tabii eğer, yolun kalan diğer yarısını beraber yürüdüğüm kişi de beni beklerse...
Namahremi düşündüğümden vicdan azabım artıyor. Beni yaratandan utandığım için başımı eğişim ve gencin ''Tarikata katılmış, bizi kesmese bari,'' deyişi aynı ana denk geliyor.
Hatice, gerçekten üzgün olan ifademin sebebini yanlış anlıyor. Tuttuğu ipi sinirle bırakıyor. Ağır bavulumu tek elim kaldıramıyor, yere düşüyor. Öfkeli arkadaşıma durumu açıklayamadan olan oluyor; suskunluğunu eski tarzıyla bozuyor.
''Emir, bana baksana sen! Her Cuma buraya başıboş arkadaşlarınla pineklemek için geliyor gibi gözüküyorsun ama bence olay bambaşka ya! Her nereye baksam oradasın! Bakkala gidiyorum, sürpriz: Emir de orada! Kurstan eve geliyorum, sürpriz: Emir burada! Balkona çıkıyorum, sürpriz: Emir evimin karşısında! Hayır, yanlış anlaşılacak diye korkuyorum. Yoksa beni mi istiyorsun sen? He, eğer öyleyse anana haber et de beş yüz bin gaymeyi hazır edesin. Ne zaman beş yüz bin gaymeyi babamın önüne goyarsın, o zaman beni garın yaparsın. He dur ya, Cuma gününde değil miyiz biz? Bu vakitte erkekler camide Cuma namazını kılıyor olur. Hadi canım- Yoksa sen- Şimdi burada olduğuna göre- Yoksa sen garı mısın, Emir? Eğer öyle ise yazık günah, bu kadar erkekle gezme. Adın çıkar mazallah, benden söylemesi, bacım. Hareketlerine diggat edesen.''
Büyük kahkaha gürültüsü kopuyor. Arkadaşları, adı Emir olan gençle ''Garı Emir,'' diye dalga geçtiğinde, ''Ben Cuma vakti buradaysam, siz neredesiniz geri zekâlılar? Size de karı dedi,'' diye karşılık veriyor.
Oluşan durumdan o kadar çok rahatsız oluyorum ki, yerdeki bavulun ağırlığını umursamadan iplerinden kaldırıyorum, aceleyle yürümeye başlıyorum. Saniye geçmiyor, Hatice de yanımda yürümeye başlıyor. İplere uzanıyor ama çekindiğinden elini yanına indiriyor. Aşırı mutsuz ve pişman sesle konuşuyor.
