''Seni affetmiyorum.''

6.9K 263 14
                                    

Uzun yazmayı becerdiğim gün beni daha çok seveceksiniz biliyorum :D Ama heyecanı arttırmak için belirli bir yerde kesmem gerekiyor ve uzatabildiğim kadar uzatmaya çalışıyorum. 

İyi okumalar,  parçayla beraber okursanız daha iyi olabilir :)

Söylediğim tek bir kelime beynimde yankılanıyordu. Bu benim canımı bu kadar yaktıysa onu düşünmek bile istemiyordum. Eğer bana biraz olsun değer veriyorsa, benden biraz bile olsa hoşlanmışsa bu canını yakmış olmalıydı. Onu reddetmiştim. Onu affetmemiştim. Her kız gibi olmadığımı, onun için deli olmadığımı ve gerektiğinde onu kendi oyununda ezebileceğimi göstermiştim. 

Hayır.


Kendi irademe hayran kalarak duruşumun bozulmamasına özen gösterdim. Şimdi daha dik duruyordum. Burdan sonra dönüş yoktu. Bitmişti. Onu reddetmiştim ve bu onu birdaha kazanamayacağım anlamına geliyordu. 

Bir kaç saniye sabit bir şekilde suratıma baktı. Ciddi olup olmadığımı test ediyordu.

''Demek hayır ha.'' dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Bu şekilde gülümsemesinden hem nefret ediyordum hem de bende tarif edemediğim duygulara neden oluyordu.

Direk gözlerinin içine bakmaya gayret göstererek iç çektim. ''Evet. Seni affetmiyorum.''

Hala ne üzgün ya da kızgın gözüküyordu. Biraz bile olsun hayal kırıklığı yoktu. Sadece şaşırmış gözüküyordu ve ben nedenini biliyordum.

Onu reddedemiyeceğimi, bir özrüyle iki çabalamasıyla ona döneceğimi sanıyordu. Çünkü egosu bu kadar sağlamdı işte bu piçin. 

''Tamam.'' gülümsemesi solup yerini komik bir ifadeye bıraktı. Hala suratında tarif edemediğim bir ifade vardı. ''Sen bilirsin.'' omuz silkip kapıya yürüdü. Arkasına bir kere bile bakmadan kapıdan süzüldü. 

Duruşunda bir değişiklik aradım ama yoktu.

Umurunda bile değildi. Ben vardım ya da yoktum umursamıyordu. Yerimi her zaman doldurabilirdi.

Kendimi bu şekilde aşağılamayı bırakıp çantamda su arayışına giriştim. Bir anda dilim damağım kurumuştu. Dudaklarım birbirine yapışmıştı. Bu susadığımdan mı yoksa yapmış olduğum şeyin zorluğundanmıydı bilemiyordum. 

Sakin adımlarla kantinin yolunu tuttum. Düşüncelerimi mümkün olduğunca ondan uzak tutmaya çalışıyordum. 

Yapabileceğim tek buydu zaten.

---

''Ne? Yani efendim? Ben.. soruyu tekrarlar mısınız?''

Çatık kaşlı yaşlı ingilizce öğretmenim ikinci kez iç çekti. ''Uykunu iyi alamadın sanırım. Benim dersimde uyumamayı akıl edemiyorsan bunun tek açıklaması bu olmalı.'' 

''Ben.. üzgünüm. Biraz hastayım ve gece iyi uyuduğum söylenemez.'' dedim kendimi toparlamaya çalışırken. 

Kendimi saçıma başıma çeki düzen vermeye zorladım. En son bir metini türkçeye çeviriyorduk ve uyuduğumu bırakın kafamı sıraya koyduğumu bile hatırlamıyordum. Yorgunluktan şişmiş gözlerimle kafamı kaldırmamaya özen gösterdim.

''Bir daha kafanı sırada görmeyeceğim.'' ingilizcecinin sözlerini zil sesi tamamladı. Minnettar dolu bir ses çıkararak kitabımı çantaya tıkıp dışarı çıktım. 

Hala kendime gelemediğimden yavaş adımlarla merdivenleri inmeye başladım.

Dünden beri İnanç aklımdan çıkmıyordu. Çıkması da mümkün değil di ya. Yaptığım şeyi hak etmişmiydi yoksa etmemişmiydi bilemiyordum. Salaklık mıydı yoksa doğru mu yapmıştım? Bu sorular beynimi yiyip bitiriyordu. 

Sınıftaki konuşmamızdan sonra onu görmemiş sayılabilirdim. Okulda olduğunu biliyordum ama bir şekilde karşıma çıkmak istemiyordu. Haksız sayılmazdı. Benim aksime beni görmek istememesi normaldi. 

Onu reddeden tek kız olmalıydım. Ama bu bile kendimi iyi hissettirmiyordu çünkü başka şansım olmadığını biliyordum. Bundan sonra o yoktu ve bunu yapan bendim. Bunu kendim istemiştim. Şimdi ise onsuzluğa katlanmak zorundaydım. 

Düşüncelerim kafamı yiyip bitirirken 2 bedene çarptığımı hissedip ağlamaktan şişmiş suratımı çarptığım kişilerden özür dilemek için kaldırdım.

Gördüğüm şeyle özür dilemenin gereksiz olduğunu düşündüm.

İnanç ve son sınıflardan adının Alev olduğunu sandığım kız.

Kol kola.

Bedenleri birbirine yakın.

Hatta, biraz fazla yakın. Öyle ki bu benim çanlarımın çalması için yeterliydi.

İnanç gözünü kaçırırken Alev bana gülümsemekle yetindi. 

Şoktan olduğum yerde donakaldığımdan bir kaç saniye geçmelerine müsaade edemedim. Alev beklentiyle bana bakarken kendime hayali bir tokat attım.

Bu canımı hiç yakmamış gibi Aleve sahte bir gülümseme gönderip İnançla göz temasından kaçındım. Sol taraflarından geçip hızlıca okul kapısından çıktım. 

Bir taksi durdurup kendime ağlama izni verdim.

Şu bir kaç gün içerisinde bilemem kaç kere ağlamıştım ve bu artık olağan hale gelmişti. Göz yaşlarım tek ihtiyacım olan şey ağlamakmış gibi dinmeksizin akıyordu. Öyleki bluzuma düşen iri damlaları görebiliyordum. 

Hızlıca gözlerimi kırpıp başımı kaldırdım. Taksicinin soru soran bakışlarına karşılıp vermeyip kısaca ''Meydana doğru ilerleyin.'' dedim. 

Eve gitmek şuan istediğim son şeydi. O 4 duvar arasında ağlamak beni daha üzgün yapıyordu ve artık üzülmekten sıkılmıştım.

Hem bunu ben istememişmiydim? Ona 'hayır' diyen ben değil miydim? Ağlamaya hakkım yoktu. 

Bunu bekliyor olmam lazımdı. Ona sürekli 'kendin ol' diyen bendim ve işte. Kendisi oluyordu. İnanç oluyordu. O buydu işte. Anında başkasını koluna takabiliyordu. Oysa ben aptal gibi bütün gece onun için ağlamıştım. 

Bininci kez ağlamamaya söz verdirdim kendime. 

Kendisi bilirdi. O bunu yapabiliyorsa, pekala bende yapabilirdim. 

Ama bunun için birine ihtiyacım vardı. 

Onu bulabileceğim bir yer aklıma geldiğinde direk adresi verdim. 

Bu yaptığım şeyden sonra onu tamamen kaybedeceğimi bilsemde başka çarem yoktu. O başkalarıyla olabiliyorsa bende olacaktım.

BELAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin