Ne kadar da harika bir gün
Çay mı demlesem
Kendimi mi assam karar veremiyorum diyen Anton Çehov kadar sersem bir haldeyim diyerek ellerini oğuşturuyordu Çetin.Bu işin içinden nasıl çıkacağını en yakın arkadaşına bu durumu nasıl anlatacağını bilmiyordu.
Öğrenince neler olacak acaba diye Mert e döndü.
Mert "önce biz bir öğrenelim de neler olduğunu" diyerek karşılık verdi. Rahat görünüyordu. Çetin e anlatınca belliki derdinin bir kısmını üstünden atmıştı. Tek başına böyle bir durumla baş etmek zor olacaktı. Üstelik ikisini daha iyi tanıyan da oydu.
Çetin se oldukça şaşkın ve endişeliydi. Onları ne zaman tanıdığını hatırladı. Ulaş la aynı yıl Amerika ya eğitim almaya gitmişlerdi. Üniversite için. Farklı bölümlerde olmalarına rağmen sürekli görüşürlerdi. Cem i de o zaman tanımıştı.
Zaten Ulaş ve Cem aynı sınıftaydı. Sedef de onların bir alt sınıfında okuyordu. Farklı bir ülkede aynı dile dine ırka mensupsan onlarla bir araya gelip kaynaşmak kaçınılmaz oluyor.
Daha sonra Çetin maceraperestliği ve bir yerde uzun süre kalamama gibi bir durumu olduğu için Amerika'dan İngiltere'ye geçirmiştir üniversite kaydını. Tabi bunda Mert in de payı vardır.
Mert Cambridge üniversitesinde eğitime başladığı için İngiltere'ye yerleşmişti. Çetin de Amerikan ın o şuursuz havasını yeterince soluduğunu düşünüp bir sürede Londra'da yaşasam fena olmaz diye düşünür o yıllarda.
Çünkü Çetin ister tıp okusun ister ekonomi okusun o kararlıdır televizyon dünyasına atılacaktı. Babasının yapım şirketini devralacak. Nasılsa o zaman çok çalışacağım şimdi bari biraz hayatın tadını çıkarıp zevk alayım diye düşünür hep.
Çetin aslında çok doğru düşünür. Hayatı yaşamayı eğlenmeyi kesinlikle ertelememeli insan. Çünkü hayatın ne getireceği belli olmuyor. Bir gün elindeki herşeyi kaybettiğinde anlıyorsun bunu. Keşke şunu da yapsaydım diye ukde olmamalı insanın içinde.
Çok popüler bir söylem var ya hani. Yaptıklarımdan pişman değilim aklım hala yapmadıklarımda ...
Çetin in hayat düsturu biraz da bu aslında. Yaşamayı seven bir adam.
Çetin bütün bunları düşünüp Ulaş ve Sedef i gözünün önüne getirdi. Mutluydular. Cem de iyi bir insandı diye kendi kendine konuşurken Mert onu koluyla dürttü.
"İyimisin" diye sorup "daldın" dedi.
"Düşünüyordum" diye yanıtladı Çetin.
Oldukça tuhaf bir geceydi. Ama olan her halükarda Mert ve Çetin e olmuştu. Herkes bir yerlerde uyuyor onlarda otel köşelerinde nöbet tutuyordu.
Ulaş evdeydi.
Ebru odasındaydı.
Cem uyuyorum dediği otelde değilde burda 489 nolu odada idi.
Sedef bu oteldeydi ama hangi odada olduğundan emin değillerdi.
Düğüne iki gün kalmıştı. Pazar akşamı görkemli bir düğün olacaktı güya.
Seçkin davetliler gelmeye başlamışlardı. Sedef in anne babası bugün gelecekti.
Amerika'daki ortak arkadaşlardan birkaç kişi uçağa binmişti bile.
Mert saate baktı.
Saat 06:03 tü.
Bu olaydan mutlaka emin olmaları gerekiyordu. O yüzden Çetin "ben yukarı çıkıcam odanın kapısını görebileceğim bir yere" dedi. "Sen de burda kal haberlesiriz zaten odadan Sedef değilde başka biri çıkarsa gider yatar uyuruz" diye de ekledi.
Bir yandan üzgün şaşkın ve endişelidirler. Bir yandan da kendilerinden utanırlar. Ama söz konusu Ulaş'tır.
Mert içinde Çetin içinde önemlidir bu.
Çetin odanın olduğu kata çıktı. Etrafa bakar Sherlock Holmes edasıyla. Elinde telefonu da hazırdır. Aklına koymuştur. Fotoğraf çekecektir herhangi bir ihtimale karşı.
Biricik arkadaşı Ulaşı onlara kullandırtmayacaktır. Amerika'dan ayrılıp Ulaşı onlara bıraktığı için suçluluk bile duymaya başlar.
Ben olsaydım orda kesin anlardım birşeyler döndüğünü kadınlara güvenmeyeceksin diye söylenir kendi kendine.
Ah benim saf arkadaşım diyerek Ulaş ve Sedef in sosyal medyada ki fotoğraflarına bakar bir yandan da.
Saat 06: 28 olmuştur. Daha ses seda yoktur.
Mert te aşağıda bekler. Otel hareketli bir otel olduğu için fazla dikkat çekmediler.Çetin telefonda fotoğraflara bakarken birden bir kapı açılır. Çıktılar diye düşünerek paparazzi edasıyla telefon da elinde öyle bir ilerler ki..
Ama maalesef 490 no lu odadır. Oda boş olduğu için gece vardiyasında çalışan bir oda hizmetlisi odayı temizlemis şimdide çıkıyordur.
Çok yoğun müşteri olduğundan odalar en fazla 12 saat boş kalabiliyordur. Temizlemek içinde mecburen gecede çalışırlar.
"Özür dilerim özür dilerim kusura bakmayın ben yanlış odaya gelmişim" diyen Çetin in hali çok komiktir.
Oda hizmetlisi de genç bir kızdır. Haliyle biraz korkmuştur. Çetin sabahın 6 sında birden öyle belirince.
"Ne istiyorsunuz " diye karşılık veren kıza sessiz ol diyerek sussss işareti yapar parmağıyla.
Fırsat bu fırsat yan oda da nöbet tutabilir artık. Kıza da " lütfen biraz daha bekleyelim kapatma kapıyı bak sana ömründe görmediğin bahşişi veririm " der . Kapının hemen önünde bekler.
Oda hizmetlisi kız tuhaf tuhaf bakar ama zararsız bir adam olduğunu düşünüp bekler onu. Zaten işleri bitmiş. Vardiyası dolmuştu.
5 dakika sonra bir ses duyuldu. Kıza doğru dönerek "şişttt sakın ses çıkarma bekle burda " dedi.
Kız da merak eder. Neler oluyor acaba diye.
Elinde telefonla sabah sabah manyak bir adam otelin içinde neyin peşinde. Üstelik gece boyunca uyumadığını farkeder kendisi gibi.Çetin sese doğru dönünce yavaşça bir kapı açılır. Kafasını kaldırınca 489 nolu oda olduğunu anlar.
Hemen telefonun kamerasını açar. Sessizdedir zaten.
Kapı açılınca Çetin in gördükleri karşısında vücudu buz gibi oldu. Kaskatı kesildi. Gözlerini bir an bile kırpmadan baktı. Sanki gözleri kırpma işlevini yitirmişti.
"Ulaşşş" dedi nefesi kesilmiş bir şekilde. Şoka girmiş gibiydi. Hemen geri çekildi. Elinden telefon yere düştü. Hiçbir şey çekemedi.
Oda hizmetlisi kız ne yapacağını bilemedi. "İyimisiniz" diye seslendi.
Çetin hiç iyi değildi.
"Ulaşş.. Ben şimdi ne diyeceğim Ulaş'a" dedi.
Kız öylece baktı Çetin in haline. Bu Ulaş kim diye geçirdi aklından.
Gelecek bölümde görüşmek üzere arkadaşlar. Sorularınız ve yorumlarınızı bekliyorum. Hikayemiz artık şekilleniyor. Daha yeni başlıyor herşey.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hanaelci
Tiểu Thuyết ChungMasum görünen kirli bir ilişki mi yoksa kirli görünen masum bir aşk mı ? Hikayemiz de bu sorunun cevabını arayacağız