Sabah gözlerimi açtığımda resmen midemde kelebekler uçuşuyordu. Güneş sanki daha önce hiç böyle güzel parlamamıştı. Kuşlar bile bugün her zamankinden farklı kanat iki çırpıyor, her ötüşlerinde kulağıma farklı bir melodiyi fısıldıyorlardı. Yatakta öylece durup gözlerimi kapattım ve bir kaç dakika kuşların hoş serenatlarını dinledim.
Önce kollarımı yukarıya kaldırıp iki yana açarak kocaman, yumuşacık yatakta güzelce gerindim. Tekrar aşağıya indirip saçlarımı karıştırırken, artık hiç bir şey yapmadan yatakta öylece yatmakta epeyce zorlanmaya başlamıştım. İçim kıpır kıpırdı, bağırıp çığlık atmak, avaz avaz şarkı söylemek istiyordum.
Gerindikten sonra kollarımı aşağıya indirirken elim onun başına doğru düşüp aniden saçlarına dokundum. O kadar yumuşaktı ki, ellerime söz geçiremedim ve parmaklarım istemsizce saçlarını okşamaya başladı. Sonra da elimi ateşe dokunmuşcasına süratle geri çektim ve diğer elimle kavrayıp avucumda sıktım.
Onu uyandırmış olabileceğimden duyduğum endişeyle nefesimi tutup ve bir süre bekledim. Hiç ses gelmiyordu, kıpırdamadan öylece yattığını görünce tuttuğum nefesimi bırakıp, tekrar derin derin soludum. Neyse ki uyanmamıştı. Kendi kendime, "Sanırım bugün şanslı günümdeyim" diye düşündüm çünkü bir utancı daha kaldıracak gücüm yoktu doğrusu.
Yerimden kalkmak için doğrulduğum sırada, John aniden bana doğru dönüp anlam veremediğim, tuhaf bir şekilde gülmeye başladı. Uyuduğunu sanmıştım ama uyumamıştı. Konuşmaya başladığında, sesi de normalin aksine boğuk boğuk çıkıyordu.
"Günaydın İnci!" dedi pis pis sırıtarak. "Hiç boşuna inkar etme, uyumuyordum ve yaptıklarını biliyorum." Nedenini bilmediğim bu fazlasıyla tuhaf davranışların sebebini anlamak için durup bir an gözlerine baktığım zaman gördüklerime inanamadım.
Yüzünün her yanı yanmış gibi siyahımsı bir kırmızıydı ve her yerinde morluklar vardı. Sol yanağında boydan boya uzanan derince bir kesik açılmış, üstelik yarasından hala kan akıyordu. Gözünün bir tanesi şişmiş olduğu için açılmıyordu. Dudağı patlamış açılan yara kabuk tutmuştu.
Gördüklerim karşısında gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi kocaman açıldı. Tanrım! Onu kim ya da ne bu hale getirmişti? Hayır, hayır gördüğüm bu korkunç yüz onun yüzü değildi, olamazdı! Yanımda, hemde bütün gece benimle yatan bu ucube de kimdi?
Yerimde şaşkınlıkla öylece donup kalmıştım. Anlımda boncuk boncuk biriken terleri silmek istesem de korkumdan hareket bile edemiyordum. Nefes almayı bile unutmuş gibiydim. Sadece olduğum yerde korkudan gözlerimi kocaman açmış, tir tir titriyordum. Beynim komut vermeyi sanki biraz önce bırakmış gibiydi.Hayır, hayır bu kesinlikle John olamazdı! O ucubeye benzer bir halde, orada durmuş benimle alay eder gibi pis pis sırıtırken, başımdan aşağıya kaynar sular dökülüyor gibi hissediyordum.
Bana doğru elini uzatıp, "Boşuna düşünüyorsun İnci. Gel ve kaderine teslim ol! Artık kaçacak yerin yok." dedi. Görüntüsü çok ürkütücüydü ve ben çok korkmuştum. Konuşmak için yeltendiğimde soluğum adeta içime kaçmış gibiydi. Bağırmak istiyordum ama bir türlü sesim çıkmıyordu.
Gözlerimi bir kaç saniye sıkıca kapatıp konsantre oldum ve tüm gücüme soluğumu içime çekmeye çalıştım. Nefes alabilmeyi başardığım an, korkudan boğuk ve cılız sesime aldırmadan tekrar konuşmaya başladım. "John, bu halin ne? Sana ne oldu böyle?" dedim. Susarsam, bir daha konuşmaya cesaret edemeyeceğimden endişe ediyordum. Ben de cümleleri ardı ardına sıralamaya başladım. "Gel kaderine teslim ol da ne demek? Neden bana öyle tuhaf tuhaf bakıyorsun? Tanrı aşkına artık cevap ver! Neden kaçacak yerim yok? John ...." Fakat boşluğa konuşuyor gibiydim çünkü o beni dinlemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADE [TAMAMLANDI]
Mistério / SuspenseBaşına geleceklerden habersiz bir genç kız... Esrarengiz bir adam... Şaşırmaya hazır mısınız? Hiç umulmadık bir yerde kesişen yollar... Hayal ötesi bir teknoloji, umulmadık bir aşk Hiç beklemediğiniz bir son... Sizin hayalleriniz ne kadar gerçekç...