8-BİLİNMEYENE YOLCULUK

4.2K 506 1.8K
                                    

Uyandığım zaman kütüphaneli olan odanın kapısı açıktı. Merakla kalkıp o tarafa doğru ilerledim. John masaya oturmuş bilgisayara bir şeyler yazıyordu.

Duvarda duran ekranda bazı adamların fotoğrafları vardı. Altlarında da sanırım kimlikleriyle ilgili bir takım notlar ekranda da ardı ardına beliriyordu. Beni görünce birden başını kaldırıp bana baktı. Bakışları buz gibi soğuk ve sertti.

"Bir süreliğine başka bir yere gitmem gerekiyor ve işim biraz uzun sürebilir." dedi.

Birden gözlerimi endişe ile açıp ona baktım. Ne yani beni buraya kapatıp, öylece bırakıp gidecek miydi?

Kalbim heyecanla çarpmaya başlamıştı. Ayaklarımda beton kalıplar varmış gibi ağırlaşmışlardı. Orada öylece kıpırdamadan duruyordum.

"Bu süre içinde seni burada yalnız bırakamam. O nedenle sen de benimle geleceksin. Sabah erkenden yola çıkacağız. Giderken giyeceğin kıyafetlerin koltuğun üzerinde. Uyandığına göre vakit kaybetmeden gidip hazırlan." dedi.

Hiç beklemediğim bu emrivaki karşısında, durup hızlıca bir beyin fırtınası yaptım. Burada bir başıma hapis kalmak mı, yoksa onunla bilmediğim bir yere gitmek mi daha iyiydi?

Kısa bir süre düşündükten sonra burada hapis kalmaktansa onunla gitmeyi daha uygun bularak, söylediklerine itiraz etmedim.

Gitmeden önce ekrana son bir kez baktım. Ekrandaki ilk fotoğraf beyaz tenli, kahverengi saçlı, gözlüklü bir adama aitti.

'Mike Brown, 40'lı yaşlarda 1,73 boyunda...' yazıyordu ekrandaki notta. Okumaya devam edeceğim sırada ekran birden karardı. John ekranı kapatmıştı.

Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Eliyle çenemden tutarak başımı kaldırdı. Gözlerini benimkilere odaklayarak sert bir bakış attı.

"Fazla merak iyi değildir derler İnci." dedi. "Ajanlık yapmayı bırak ta, bir an önce gidip hazırlan."

İsteksizce odadan çıktım. Koltuğun üzerinde duran kıyafetlerin yanına doğru yürüdüm.

Koyu bordo üst kısmı oturan kolsuz, çok şık bir elbise vardı. Eteğinin ön tarafı kısa, arka tarafında duran oval kuyruk yere kadar uzanıyordu.

Elbisenin üzerine giymem için siyah kısa bir etol bırakılmıştı. Hemen yanındaki kutuda taşlı kolye, küpe ve yüzükten oluşan, üçlü şık bir takı seti duruyordu.

Kıyafetlerim için uygun iç çamaşırları, ten çorap, siyah şık küçük bir çanta, uzun topuklu, üstten bantlı siyah ayakkabılarla birlikte her şey eksiksiz düşünülmüştü.

Acele ile soyunup önce iç çamaşırlarını giydim. Tam üzerime uygun olması çok hoşuma gitmişti. Acele ediyordum çünkü, bir daha ona uygunsuz bir şekilde yakalanıp rezil olmak istemiyordum.

Çorapları kaçırmamak için ekstra bir çaba harcayarak giymeyi başardıktan sonra adeta kendimle gurur duydum.

Elbiseyi giydim ama arkasında sırtını sıkmaya yarayan o boydan boya uzanan bağcıkları kendi başıma bağlamam imkansızdı.

Bir süre elbiseye öylece bakıp çözüm bulmaya çalıştım. Sonra imkansızlığını fark ederek mecburen ondan yardım istemeye karar verdim.

Gitmeden önce küçük mücevher kutusunu açıp, takıları kaktım.

Saçlarımı açarak, tarayıp şekil verdim ve hafif bir makyaj yaptım. Ayakkabıları giydikten sonra aynaya dönüp görüntümü izledim. Bu şartlar altında hiç de fena görünmüyordum. Sorun şu ki bu ayakkabıların üzerinde, bileğim burkulmadan ne kadar gidebilirdim hiç bilmiyordum.

ADE [TAMAMLANDI]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin