Saçlarımı toplayıp kirli gömleği banyodaki kirli sepetine attıktan sonra buradaki işim bitmişti.
Odadan çıkıp koşarak merdivenlerden aşağıya indim.
John, çalışma masasının başına çoktan geçmişti bile. Büyük bir ciddiyetle bilgisayarının ekranına bakıyor sonrada önündeki kağıda notlar alıyordu. Bu haliyle karşımda fazlasıyla karizmatik görünüyordu. Kısacık bir süre durup onu izledim. Çok geçmeden beni farkedip başını yaptığı işten kaldırdı.
Gülümseyerek, "Sen, orada durmuş ne yapıyorsun? Neden buraya gelmiyorsun?" dedi.
Onun karşısında her an utanıp kızarmaya hazır bekleyen yüzümün o anda aldığı rengi merak ederken, "Şey...," dedim boğazımı temizleyip, üste çıkmaya çabalayarak, "Bu çalışma masası diğer köşede daha mı güzel olur diye düşünüyordum sadece."
Kendi kendime homurdanarak, "Aptal İnci, kendini rezil etmekte üstüne yok" diye geçirdim sonra içimden.
Tabii ki, Bay ukala anında olanları anlamış ve şimdi karşımda durmuş gülümsemesini saklamaya çalışıyordu."Uygun olan başka bir zamanda masayı o köşeye çeker, nasıl durduğuna bakarız o halde." dedi imalı bir tavırla. Sonra da işine geri dönüp kaldığı yerden yazmaya devam etti.
Zaten kendimi edebileceğim kadar rezil etmiştim. Daha fazla etmemek için hiç bir şey söylemeden yanına doğru yürüyüp, koltuğa oturdum.
Önündeki kağıda aldığı notu tamamladıktan sonra, kalemi yavaşça masaya bırakıp bana doğru döndü. Bir anda ciddi bir ifade takınmıştı.
"Bak İnci, seninle bu davetle ilgili konuşmak istedim çünkü doktor Rice bu konudaki kararı sana bıraktı ve ben düşündüm ki bütün bu olanlardan sonra oraya gidip rol yapmak, o pislik herifle karşılaşmak, o havayı solumak istemeyebilirsin. Ancak, eğer böyle hissedip yine de gelir ve bana bir nedenle bir şey söylemezsen sonra bunun sonuçları hem iş, hem sen, hem ekip için çok ağır olabilir. O yüzden gitmek istemiyorsan, yada orada kendini bir nedenle, her hangi bir nedenle kötü hissedeceksen lütfen bana şimdi söyle. Bu durumda bu işi istememek senin en doğal hakkın. İnan bana seni anlarım."
Sanırım bu kez istemeden aynı ciddiyete ben de bürünmüştüm. "Hayır John, sorun yok! Ben gayet iyiyim. Buraya bu iş için geldik ve ben o davete gitmek istiyorum. Tıpkı buraya gelmeden önce planladığımız gibi."
"Kesin karar vermeden önce beni dinle lütfen. Şimdi kendini iyi hissediyorsun ve gelmek istiyorsun. Peki ya sonra, ya orada kötü hissedersen? İnci oradaki adamların hepsi birer kurt, tehlikeli kişiler. Tıpkı Mike Brown gibi ve seninde bir kuzu gibi onların tuzağına düşmeni istemiyorum."
Söylediklerini yanlış anlamıştım. Birden sinirlenip bağırmaya başladım.
"Tabii, her zamanki gibi sen haklısın John. Ben o kadar safım ki direk onların kucağına gideceğim şüphe götürmez. Hadi, durma söyle! 'Sen aptalsın, tıpkı daha önce olduğu gibi direk onların tuzağına düşersin.'de. Söyle John, beceremezsin bu işi batırırsın sen de, durma. Seni anlarım sorun yok. Haklısın çünkü."
Neye uğradığını şaşırmıştı. Kendini anlatmaya çabalıyor ancak ben ona fırsat vermiyordum.
Sinirle gözüm hiç bir şey görmüyor, onun bütün çıkış yollarını kapatıyordum.
Bir süre durup böylece tartıştık. O bana anlatmak için çabaladı ben de onun haklı olduğunu bildiğim halde anlamamakta ısrar ettim.
Aslında bunu yaparken kızdığım kişi John değil, kendimdim. Ondan başka kimsem olmadığı için nazım bir tek ona geçiyordu belki de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADE [TAMAMLANDI]
Mistério / SuspenseBaşına geleceklerden habersiz bir genç kız... Esrarengiz bir adam... Şaşırmaya hazır mısınız? Hiç umulmadık bir yerde kesişen yollar... Hayal ötesi bir teknoloji, umulmadık bir aşk Hiç beklemediğiniz bir son... Sizin hayalleriniz ne kadar gerçekç...