Oturduğum koltukta geri yaslanırken elimdeki şişeyi bırakmadım. İçerinin loş ışığı, küçük sahnedeki grubun söylediği bir şarkıyla dans ederken karşımdaki yabancı gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Tıpkı benim ona baktığım gibi.
"Biliyorsun insanlar kafalarını dağıtmak için genelde kulübe giderler."
Cevabımı beklerken burayı pek de beğenmediğini belli eden bakışlarını etrafta dolaştırdı. Omuz silktim.
"Burası iyi." dedim kısaca. Pek kulüplerde takılan bir kız değildim. Arkadaşlarımla buluşmak için yerel kafeleri ve barları tercih ederdim. Hem burası evimin iki arka sokağındaydı. Taşındığımdan beri buraya gelirdim.
Aşırılıkları olmayan, yetişkinlerin takıldığı bir yerdi. Sen bilirsin der gibi kaşlarını kaldırıp birasını yudumladı.
"Neden benimle eve yürümek istedin?" diye sorduğumda olduğu yerde dikleşerek genzini temizledi.
"Bu mahalle gecenin bu saatinde pek tekin değil." dedi. Nedense kaçamak bir cevap gibi gelmişti. Gözlerimi kısarak ona baktım.
"Burada yaşadığımı nereden biliyorsun?"
"Tahmin etmek çok zor olmadı. Buralara yakın başka karakol yok."
Doğruydu. Yine de bana aklındakini söylemediğini biliyordum.
"İtiraf et artık." dedim yaslandığım yerden masaya doğru yaklaşırken. Şüpheyle gözlerimin içine bakarken kaşlarını çattı. Elindeki şişeyi gereğinden fazla sıktığını fark ettim.
"Ne demek istediğini anlamadım."
"Bana acıyorsun." dedim onu zahmetten kurtararak. Rahatlar gibi bir nefes bırakıp güldü.
"Tabi." Histerik bir şekilde başını aşağı yukarı salladı. "Acınacak biri varsa o sen değilsin. Hastanedeki göt herif."
"Onu orada bırakmış olmam da benim götlüğüm değil mi?"
Tabiki öyleydi. Her ne olursa olsun adam orada ölüm kalım savaşı veriyordu. Bense burda bir yabancıyla, pijamalarım üzerimde bira içip müzik dinliyordum.
"Abigail," İç çekip o da benim gibi masaya yaklaşıp kollarını masanın üzerinde bağladı. "Seni aldatıyormuş. Daha kötüsü vicdanını rahatlatmak için seni bu yakanın en pahalı restoranına yemeğe getiriyor. Üstelik yarın ülkeden o kızla ayrılıyor. Eminim sana iş gezisine gittiğini falan söylemiştir."
"Gideceğini söylemedi." dedim neredeyse fısıldar gibi. Mahcup bir tavırla ellerimi kucağıma koyup oynamaya başladım.
"Vay canına," gözlerimi kaldırıp ona baktım hayrete düşmüş gibiydi. "Ne zaman bir şerefsizle tanışsam diyorum ki, Ashton, bu tanıdığın en şerefsiz adam dostum, ama sonra bir bakıyorum ondan daha beteri var."
İstemsizce dediğine güldüm. Aslında beni asıl güldüren mimikleriydi. Çünkü gerçekten kısa bir oyun oynuyor gibiydi.
"Ama bu, bu en şerefsizi sanırım."
"Peki, teşekkürler." dedim kinayeli bir tonla.
"Hayır, gerçekten. İnan bana hayatımda milyonlarca şerefsiz adamla tanıştım."
"Tamam, tamam ikna oldum." Ellerimi havaya kaldırıp onu durdurmak ister gibi pes ettim. Zaten alaylı konuştuğunu biliyordum.
"Kendini kötü hissetme. Böyle bir durumdan senin gibi güçlü çıkabilecek başka bir kadın tanımıyorum." Dingin bir tonla kurduğu bu cümle kalbimde bir şeyleri kırıp dökmüştü. Ve nedenini bilmiyordum bile.
