Elimdeki kupayı evirip çevirirken Ashton'a kaçamak bir bakış daha attım. Ne diyeceğimi, nasıl konuya gireceğimi bilemiyordum. Sanırım o da benim konuşmamı bekliyordu. Benden daha az gergin değildi.
Bunun bir faydası olmadığını anlayınca cesaretimi toplayarak elimdeki bardağı sehpanın üzerine bırakıp ona döndüm.
"Bir noktada konuşmaya başlamamız gerekecek." O da benim gibi bardağını sehpaya bırakırken dudaklarını birbirine bastırdı. Bu hareketi gamzelerinin ortaya çıkmasına sebep oldu.
"Nasıl başlayacağımı bilmiyorum." dedi gözlerimin içine bakarak. Bana böyle baktığında upuzun bir yol görüyordum. Herkeste görmeye alışık olduğum duvarlar yerine bana böyle açık oluşu beni korkutuyordu.
"Calum'la olan derdini anlatabilirsin." dedim basit olduğunu düşündüğüm bir konudan başlayarak. Bakışlarını ellerine çevirirken yanlış bir konu seçtiğimi anlamıştım bile. "Tabi eğer-"
"Calum'la tam bir pislik olduğum zamanda tanıştık." dedi lafımı keserek. "Farklı liselerdeydik. Ama bilirsin, liselilerin takıldığı mekanlarda takılırdık. Ve ben ergenliğimi pek kolay geçirmiyordum." Kaşlarını kaldırıp indirerek daha genç versiyonundan utanırcasına başını iki yana salladı.
Bir an onu lisedeki haliyle hayal etmeye çalıştım. Dağılmış saçları, buruşmuş beyaz gömleği, bir yana kaymış kravatıyla sınıfın en arka sırasında otururken düşündüm. Kızlar ona bayılıyor olmalıydılar.
"Dünyaya karşı aşırı öfkeliydim. Ve bunu dışarı vurmanın maalesef en kötü yollarını seçmiştim." Dikkatimi iyice ona vererek kaşlarımı çattım. "Aptal bir iddaaya girmiştim." Durup derin bir nefes aldı. Onu zorluyor oluşum kendimi suçlu hissetmeme sebep oluyordu.
"Ashton, anlatmak zorunda değilsin." dedim. Her ne kadar meraktan ölüyor olsam da bu özel hayatını kurcalamaktan başka bir şey değildi.
"Hayır, sorun değil. Artık o kişi değilim. Sadece düşünüyordum da Calum bana az bile yapmış." Kendi kendine gülerken benim de yüzümde bir gülümseme belirdi. "Kendi okulundaki en ateşli kızla çıkıyordu ve ben onu ayarttım." Gülüşüm suratımda donarken bunu böyle araya sıkıştırmasına anlam verememiştim.
"Vay canına," diyebildim istemsizce. Gözlerime kayan bakışları ne hissettiğimi anlamaya çalışıyor gibiydi.
"En kötü kısmı duymadın bile." dedi yüzünü eline yaslarken. Devam etmesi için kaşlarımı kaldırdım. " Calum öğrenince deliye döndü ve tabiki gelip bana sağlam bir dayak attı."
"Ne demek dayak attı? Ona karşılık vermedin mi?" Omuz silkip cevapladı.
"Neden vereyim ki? Hak etmiştim. Ayrıca," dudaklarını ıslattı. Buna bir son vermesi gerekiyordu. "Belki eve ağzım burnum dağılmış bir halde gidersem babamın dikkatini çekebilirdim." Burukça gülümsedi.
Tüm bu sorunlarının bir şekilde ailesine bağlanacağını tahmin etmiştim. En büyük yaralarımız hep ailemizin bize armağanlarıydı. İyileşmesi en uzun süren yaralar... Onun gülüşüne karşılık hafifçe öne eğildim.
"Çekebildin mi bari?" Sorumu duyunca gülüşü gözlerine ulaştı. Başını iki yana salladı. Saçından bir tutam alnına döküldü. Neredeyse uzanıp düzeltecektim.
"O gece eve yanında benden birkaç yaş büyük bir çocukla geldi. Bu senin abin ona karşı asla saygısızlık etmeyeceksin, dedi. Sonra onun sırtını sıvazlayıp gitti." Bu anı hala onu rahatsız ediyordu. Yumruk yaptığı elinden okuyabiliyordum bunu. Eklem boğumları bembeyaz olmuştu.
Uzanıp elimi yumruğunun üzerine koydum. Dokunuşum onu şaşırtmış gibiydi. Bir ellerimize bir gözlerime baktı. Yumruğunu gevşetip, gözlerini gözlerimden ayırmadan avucunu avucuma yerleştirdi. Sanki korkup kaçmayayım diye yavaşça hareket ediyordu.