Ense kökümden gözlerime ulaşan bir sızıyla kendime geldim. En son hatırladığım pozisyonumdan çok farklı olmayacak şekilde yerde yatıyordum. Neler olduğunu zihnimde canlandırmaya çalışırken henüz netleşmeyen görüşümle etrafa bakındım. Birkaç saniyede bir beni yoklayan bu acıyla gözlerimi yummak zorunda kalsam da kendime gelmeye çalıştım.
"Günaydın."
Nereden çıkardığımı bilmediğim ses konuşmaya devam etti.
"Aramıza bu kadar çabuk dönmeni beklemiyorduk."
Derin bir nefes aldım. Bayılmadan önce duyduğum sesti bu. Kim olduğunu görmek için başımı kaldırdım. Nihayet oturur bir pozisyondaydım. Karşımda bana aptalca gülen, takım elbiseli uzun bir adam duruyordu. Gözümü açtığımdan beri zihnimde yankılanıp duran o soruyu sordum.
"Ashton nerede?"
Unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi işaret parmağını havada salladı.
"Tam burada." dedi aynı parmağıyla arkamda bir noktayı gösterirken. Kaşlarımı iyice çatarak başımı çevirdim.
Tahta bir sandalyede elleri ve ayakları bağlanmış biri oturuyordu. Başına siyah bir bez geçirilmişti. Ashton olmaması için içimden yakarıyordum. Yanına giden iri kıyım bir adam kafasındaki bezi çekerken nefesim hızlanıp ciğerlerimi yakmaya başladı.
Darmadağın saçları ve yorgun yüzüyle Ashton'ı görünce vücudumdaki panik alarmları çalmaya başladı. Işığa alışamadığı için olsa gerek başta gözlerini açamadı. Benim gibi etrafa göz gezdirdi. Ağzının üzerindeki bez konuşmasını engelliyordu.
Hissettiğim tüm o uyuşmayı ve acıyı yok sayarak ayaklandım. Ona doğru koşacaktım ki yine aynı ses beni durdurdu.
"Yerinde olsam yapmazdım."
Bu sese karşı Ashton bize dönünce yüzünü tamamen görebildim. Ve yanındaki adamın başına doğrulttuğu silahı. Kanım donarken ayaklarım yere çivilendi.
Ashton beni fark edince olduğu yerde debelenip iplerden kurtulmaya çalıştı. Aynı zamanda bir şeyler söylüyordu ama ne dediği anlaşılmıyordu bile. Boynundaki damarlar kabarmıştı ve yüzü kırmızıya dönüyordu. Elmacık kemiğinden süzülen kanı o zaman fark ettim.
Yanıma ne zaman geldiğini anlamadığım adam eliyle saçımı geriye atmak için hamlede bulundu. Sinirle ondan uzaklaşırken olanları idrak etmeye çalışıyordum.
"Bırak onu. Hemen." Titreyen bedenime karşı sesim oldukça keskindi. Kalbim kulaklarımda atıyordu ama bu korku değildi.
"Tabiki bırakırım." dedi Ashton'a bakıp göz kırparak. "Ama mesele o değil ki güzellik. Ben biraz konuşup tanışırız diye düşünmüştüm." Başını hafifçe eğerek gülümsedi. Otuzlarında gibi görünen bu adama sağlam bir tekme geçirmekten başka bir şey düşünemiyordum.
Ashton'ın sinirle ayağını yere vurduğunu gördüm. Saçları gözlerinin önüne düşmüştü. Adam dönüp bakmadı bile.
"Ne istiyorsun?" dedim sıktığım dişlerimin arasından.
"Önemli olan senin ne istediğin." dedi benimle dalga geçer gibi. Bunu uzatmanın hiçbir manası yoktu. Cevap olarak ona sadece ters bir şekilde baktım. "Güneş battıktan sonra ortaya çıkan bir adamla takılıyorsun."
Karşıma çıkan herkesin bana Ashton hakkında olumsuz şeyler söylemesinden bıkmıştım.
"Gün içinde baya yoğunum." dedim sarkastik bir tonda. Ama o bunu komik bulup güldü.