Yanımda gergin bir şekilde oturduğunu hissedebiliyordum. Ona dönüp bakmaya cesaret edemesem de sık sık derin nefesler alması, telefonunu kontrol etmesi gözüme çarpmıyor değildi. Tıpkı onun yaptığı gibi sessizliğimi korurken arabanın bir ara sokağa girip durduğunu fark ettim.
Korkum damarlarımda dolaşmaya başlamışken ineceğimizi sandım. Ama aksine sadece bekliyorduk. Dönüp Edward'a baktığımda yavaşça gözlerini benimkilerle buluşturdu.
"Neden durduk?" dedim sanki içim içimi yemiyor gibi sert bir sesle.
"Sadece bir önlem." diyip yüzüklü uzun parmaklarını hafifçe dudağına değdirdi. Beni bu şekilde alıkoyması ve bu rahat tavırları aklımı kaçırmama sebep olacaktı.
Nereye gittiğimizi, benden tam olarak ne istediğini sormak istiyordum ama bana cevap vermeyeceğini ağzının üstüne kapattığı elinden bile anlayabiliyordum. Pes edip geriye yaslandım. Şoförün titreyen telefonu bile beni ürkütmüştü.
"Çıkabiliriz, efendim." dedi düz bir sesle. Yeniden motoru çalıştırırken Edward'ın kafasını hafifçe salladığını gördüm. Ceketinin iç cebine uzanarak bir şey çıkardı ama arabanın karanlığında seçemedim.
"Abigail, senden bunu takmanı rica edeceğim." diyerek elindekini bana uzattı. Dikkatli bakınca bir göz bandı olduğunu anladım. Gözlerimi devirerek iç çektim.
"Şaka falan mı yapıyorsun?" dedim kendime hakim olamayarak. Gülümsedi ama gözlerine kadar ulaşmadı. Yorgundu.
"Lütfen?" dedi kaşlarını havaya kaldırarak. Bir ona bir göz bandına bakıp elinden sertçe çektim. Bandı gözlerime yerleştirirken mırıldandım.
"Seni mahvedeceğim."
Duyup duymadığını bilmiyordum ama keyiften güldüğünü ben duymuştum.
•
Araba durduğunda ve nihayet karanlıktan kurtulduğumda malikane diyebileceğim bir evin önünde dikiliyordum. Üç ya da dört katlı yapının önünde bekleyen beş altı tane adam vardı. Muhtemelen korumalardı. İçeriden birinin koşar adımlarla çıkıp bize doğru geldiğini gördüğümde bizim de yürüdüğümüzü fark etmiştim.
Ve Edward denen adamın belimde bana destek çıkan elini.
Kendimi ondan uzaklaştırırken bozuntuya vermeden boğazını temizledi.
"Sakın bana bir daha dokunma." dedim dişlerimin arasından. Cevap olarak gülüp dalga geçmesini hatta belki beni kışkırtmak için yeniden dokunmasını bekliyordum ama o hiç beklemediğim bir hamle yaptı.
"Özür dilerim, haklısın." diyip yanımıza gelmiş olan adama sorular sormaya başladı. Ona kaşlarımı çatmış ve kafam tamamen karışmış bir halde bakarken beni buraya tehdit ederek getirdiğini aklımda tutmaya çalıştım.
Evin içine girip alt kata inerken bardaki halinden eser yoktu. Fazla endişeliydi. Ve nedenini hemen arkasından girdiğim odada anladım.
Odanın sağ tarafındaki iki sedyeden birinde kan içinde yatan bir adam vardı. İstemsizce ona doğru ilerleyip yarasını görmeye çalıştım.
"Aman Tanrım." Ağzımdan çıkan sözler hem korku hem şaşkınlıktı. "Ona ne oldu?" diyebildim.
"Ne olduğunun bir önemi yok. Onu iyileştirmen gerekiyor." Yanımda bitmiş olan Edward'a dönüp bir yumruk geçirmemek için kendimi zor tutuyordum.
"Ben doktor değilim. Lanet bir veterinerim!" Adama dokunmayı bırakıp ona döndüm.
"Bunu bilmiyor muyum sanıyorsun? Ama bak ne biliyorum: Eminim bir bedenden kurşun çıkarmak hakkında birkaç fikrin vardır." dedi bana iyice yaklaşırken. Yutkunarak bir adım geri çekildim. Bu delilikten başka bir şey değildi.