"Neden böyle bir meslek seçtin ki?" dedim kelimeleri doğru telaffuz etmeye çalışırken.
"Suda olmak beni daha rahat hissettiriyor. Neden bundan para kazanmayayım ki?" Cevabı verirken sesindeki tonlamalarla beni taklit ettiğini fark edince hafifçe gözlerimi kıstım.
Calum'la ilk denk geldiğimiz kulübe girmiştik. Aşırı yüksek ses, ter kokusu ve parlak ışıklar her yerdeydi. Bu tür yerlerden nefret ediyordum ama burada sesimi duyurmak için bağırmam gerekiyordu.
Ve sanırım bağırıyor olmak beni rahatlatıyordu.
"Tabi, kesin öyledir. Her limanda bir sevgili mottosu için değildir."
Calum yudumladığı içkisini yutarken kaşlarını kaldırıp bana katılmadığını belirtmek için parmağını salladı.
"Aslında onları bir limandan diğerine bırakıyordum. Dediğim gibi karada vakit geçirmeyi sevmiyorum."
"Aman Tanrım, umarım bu yaptığın için sağlam küfürler yemişsindir."
"Birkaç sağlam tokat da yedim."
"Hak ettiğini bulmuşsun." dediğimde histerik bir şekilde gülüp başıyla beni onayladı. "Şimdi neden karaya vurdun?" Gülüşü hafifçe silinirken kötü bir soru sormaktan korktum.
"Ablam için geldim. Kötü zamanlar geçiriyor." Dudaklarımı birbirine bastırarak anladığımı belirtmek için başımı salladım. Bunun üzerine daha fazla soru sormak istemedim. Önümdeki bardağı kafama dikerken iyice sarhoş olmaya başladığımı hissediyordum. "Bir tur daha?" dedi yarım ağız gülerken.
"Neden olmasın? Ben gidip kusarken sen içkileri alırsın." Boğazıma doğru yükselen acı tadın iyi bir şeyin habercisi olması imkansızdı. Bu defa kıkırdadı.
"Peki o zaman."
"Hey, hey," Uzanıp kolunu tuttum. "Ben kusarken gelip saçlarımı falan tutmayacak mısın?" Kaşlarını hafifçe havalandırırken düşünüyormuş gibi yukarı baktı.
"Uhm, hayır, teşekkürler." dedi elimi nazikçe kolundan çekerken.
"Sen Calum Hood, artık en yakın arkadaşımsın." dedim onu işaret ederken.
"Üstüme kusmadığın sürece bana uyar. Lavabo şu tarafta sanırım," diyip oturduğumuz yerin çaprazındaki bir yeri işaret etti. Sonra kalabalığın içine girip kayboldu.
Kalkarken başım dönünce bu halime güldüm. Ortada dans eden terli bedenlere değmemek için etraflarından dolaşmaya çalışsam da nerdeyse herkese sürtündüğümü hissettim. Umarım birinin üzerine kusmazdım.
Bir şekilde tuvalete ulaşınca kapının önündeki sıra beni hayal kırıklığına uğrattı. Omuzlarım düşerken derin bir nefes aldım ama bu hiç iyi olmadı. Buradaki koku çok daha ağırdı. Ve üzerimdeki kapüşonlu beni iyice terletiyordu.
Kendimi nasıl dışarı attığımı bilmiyordum. Ama burası geldiğimiz kapı değildi. Sanırım tuvaletin yanındaki bir arka kapıdan çıkmıştım. Soğuk hava suratımı keserken, oksijene muhtaç kalmış ciğerlerim zafer nidaları atıyordu.
Başımın ağrısını dindirmek için şakaklarımı ovaladım. Bir anda tüm duyularım maksimuma ulaşmıştı sanki. Elim örgülerime takılınca ağrıyı hafifletmek için onları açmaya karar verdim.
Yavaşça saçlarımı çözerken karanlık sokakta yalpalayarak ilerledim. Bir şarkı mırıldanıyordum ama hangisi olduğunu bir türlü anlamıyordum. Örgülerim açıldıkça kafa derimin gevşediğini hissettim. Nihayet tamamen açıldığında şöyle bir sallayıp bir kısmını sağ tarafa attım. Ya da sola. Pek emin değildim.
