......BİR AŞK MEVSİMİ...........4 BÖLÜM.....................
Romantik komedi. Yer yer dram.
............................4 BÖLÜM...................................
Upuzun koridoru sert adımlarla bitiren Yalçın, boğuluyormuş gibi, kravatını elleriyle çözüyor derin derin nefesler alıp veriyordu. Parmağına geçirdiği yüzüğü hışımla çıkarıp cebine sinirle attı ve adımlarını karanlık odada sonlandırdı. Ağaç oymalı komidinin üzerinde ki gece lambasının düğmesini açıp kendini yatağın üzerine bıraktı. Şimdi beyaz örtünün üstünde yatarak tavanı izliyor, kat katlı yeşil perdelerle kapanmış camdan içeri giren mavi ışık Yalçın'ın yüzünde şeritler çiziyordu.
Elini kalbinin üzerine koyup gece karası gözlerini, askılıkta asılı kırmızı sabahlığa dikti. Sonra gür kirpiklerini usulca kapatıp geçmişinin ilk kadınını, kalbinin tek sahibi o meleği gözlerinin önüne getirebiliyordu. Boynuna dökülen kadife kadar yumuşak saçlarını ellerinde hissedebiliyor, gökyüzü kadar buz mavisi gözlerini görebiliyor, güllerden daha kırmızı al dudakların sıcaklığını hala duyabiliyordu.
Duyduğu ince sızıyla derin bir iç çekti. Sanki birileri bedenine kızgın kordan ateş koymuş gibi, canı yanıyor bir taraftan da soğukta kalmışçasına üşüyordu. Eli ayağı terliyor beyninden kaynar sular dökülürcesine kalbi sıkışıyordu. Nefesini kesen bir mahluk onu daralttıkça kalbi yerinden çıkacak gibi, attı ve kasvetle kıvrılan dudakları pişmanlıkla açıldı.
'' Affet beni Meleğim, mecburdum affet beni! Söz veriyorum sana.'' Diyerek gözlerinin önünde karısının güzel yüzünü canlı tutan Yalçın, sanki onu ikna ediyormuş gibi, '' Senin aşkına hep sadık kalacağım. Ben sadece sana yalnız sana aitim. Bir tek sana!'' Dedi gözlerini açarak.
Kollarını yana açtı ve derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışırken gözlerini huzurla uykuya bıraktı. İçinden yeminler ederek teslimiyle büyük inançla aşkına sığındı. Sığındığı hayali çok uzaklarda gerçek dünyada yaşayan bir varlıktı. Ona sığınmak genç adam için girdaba girmek, çıkmazlığa biraz daha çekilen bir balçık gibiydi. Uçsuz bucaksız sonu görünmeyen boşluğa gömülürken, onun elinden tutan tek kişi olmalıydı, uçurumun başından onu yukarı çekmeli ona umut olmalıydı.
Ona sadık, onun aşkını delice arzulayan, şefkatini isteyen bir kadın olmalıydı. Bu öyle biri olmalıydı ki her şeyiyle onu kabullenen, tatlı düşlere daldıran ölmüş kalbi, yeniden heyecanlandıran adeta bir sihirli değnek gibi, ona dokunmalı ve ona hayat vermeliydi.
Bir varmış bir yokmuş diye başladı ikilinin aşk dolu masalı. Bu gidişle biri hapishanede yatacak, biri tımarhanelik diye bitecekti hayatları. Şüphesiz ki Fecra, hain doktorunu tımarhanelik edecek kadar hırçın, elini kana bulayacak kadar kıskanç, üstüne yirmi yıl yatacak kadar cesurdu. Yattığı nezarette artık koğuş ağasını mı olurdu, yoksa elinde süpürgesiyle yer süpüren, önünde önlükle bulaşık yıkayan külkedisi mi orası mechüldü.
Bir prensin evine giden pamuk prenses değil de bir kaleye kapatılacak mahkumdu Fecra Eroğlu! Zebanisi hain doktoru, kurtarıcısı yine aynı kişi olmalıydı. Fecra, geçmiş aşkın zincirlerinden kopmaya çalıştıkça Ömer başkalarına el atacak, belki de ileriye bile gidecek ona taktığı boynuzlarla kapıdan içeri giremeyecekti.
Bunlar uzak ihtimallerdi ama hayatlarının ortasına dikilen incir ağacını kesmezlerse zor birbirlerini keşfedeceklerdi. Fecra'nın, yerden bitme odun kalası, sudan çıkan köpek balığı diye adlandırdığı Yalçın Akay, hayatının en zor kararını vermiş çatlak kızla çılgın bir evliliğe ilk adım atmıştı.
İkilin sözü o gece verilmiş sanığı esir eden yüzükler parmaklarına adeta bir kelepçe gibi takılmıştı. Yalçın'ın istekleri bir bir yerine geliyor Fecra'nın istekleriyse bir süre tavana asılmış, kurutmaya alınmış bal kabağı gibiydi. Doktorun içtiği kahvenin tadı damağında kaldığına yüzde yüz emindi genç kız. Yalçın, ağzına aldığı kahveden sonra banyodan yarım saatte zor çıkmış, salona geçtiği an burnundan resmen bir at gibi solumuştu.
Kasvetli gecede ikiliden hariç herkes mutluydu, sonu mutlu biten film izlemiş gibiydiler. Yüzlerinde kocaman gülümsemeyle gülüyorlar, şakalar yaparak eğleniyordular. O gecenin sonunda ikili telefon numaralarını birbirlerine istemeyerek de olsa verdiler. İnsanların konuşmak için kaydettiği numaraları, ikili kullanmak yerine müzeye kaldırmaya niyetli gibiydiler.
O geceden sonra birbirlerini bir kez bile olsun aramamışlar kendilerinden kaçacak köşe bucak kaçmıştılar. Sözde Faik Öztürk'le Safiye Soyman çifti kadar eğlenceli, Tom ve Jerry kadar birbirlerine yakıştıklarını ailelerine anlatıyorlar, etrafa farklı bir tablo çiziyordular.
Tüm bunlara bakılınca üzerilerinde pek de evlilik heyecanı yoktu. Firdevs hanımla, Ayşen hanım için bu olay çok farklı ebatta ilerliyor duydukları heyecan gözlerinden okunuyordu. '' Çok şükür sonunda yarabbim kızımı evlendiriyorum.'' Diyerek şükür namazı kılan genç kızın annesi Firdevs Hanım gibi, Ayşen hanımda aynı şekilde şükür namazları kılıp kurban kestirmişti. Ardından hummalı bir evlilik telaşına girilmiş, evin geniş büyük bir odası gelin adayına hazırlanmaya başlanmıştı.
Muhsin beyin evinde ise çeyiz sandığını boşaltan Firdevs hanım ayrı bir dert içinde bocalayıp durdu. Fecra'nn gözlerinin önüne dantelleri sermiş, hangisinin sarardığına hangisinin eksiği gediği var baktıkça kızını delirttiğinin farkında bile değildi. Kızını evden telli duvaklı göndermeye niyetlenmişken yüzünü asla kızartamazdı. Hele Akay ailesine gitmesi onu onurunu yüceltmiş değişik havalara girmişti.
Örülen onlarca patikler, göz nuruyla işlenen danteller, oyalı başörtülere bakarak derin bir iç çekti Fecra. '' Allah'ım benim ömrümü şu dantellerin sonu gibi eyleme. Yoksa annemin elinde harap olur çamaşır suyunda boğulur giderim. '' Diyerek sandık başından annesini terk ederek evden sinirle çıktı.
Parmağında takılı yüzüğünü çıkarıp cebine atan genç kız kulağında ki kulaklıkla boş kafayla yolda gidiyordu şimdi. Çalan şarkı elbette bir Orhan baba klasiğiydi, '' kaderin böylesine yazıklar olsun.'' Diye mırıldanarak kafenin yolunu tutmuş içinden kaderine isyan çekiyordu. Asfaltın karşısında kurulan küçük simitçi sarayına bakınca gözlerinin önünde anıları, bir film gibi canlandı. Cam kenarında ki mor örtü serilen masaya bal rengi gözlerini dikerek, derin bir iç geçirdi.
Ömer'le gizli mekanıydı burası. Kaç kez bu masada kaşarlı simit yemiş kaç kez çaylarını yudumlayıp Ömer'in, dudağının kenarında ki susamı silmişti. Sonra sevdiği adamın ellerini tutar okyanus rengi gözleriyle buluşurdu. Ömer, kızı öpmek için bütün gün kapanda bekler ve her defasında Fecra, onu kandırır sınırları elimden bırakmazdı.
Zihnine işlenen tatlı anılarla yürüdü genç kız. Yol boyunca baktığı her yerde hatıraları bir bir canlanıp hayat buluyordu. Çocukluğundan şu ana kadar o kadar güzel şeyler yaşamıştı ki, şimdi hepsi bir ihanetle bittiğine inanamıyordu. Mahalleye duyurulan nişanlandım, duyurusunu sağır sultanın bile duyduğuna yeminler edebilirdi. Ama Ömer, kulaklarını pamukla tıkamış duymamışa benziyordu.
Bir haftadır onu hiç görmediği gibi, aklına türlü türlü senaryolar gelmeye başlamıştı. Acaba bir torba ilaç içip intihar mı etmişti? Ya da boğaz köprüsünden atlayıp izini mi kaybetmişti? Düşündüklerinin hiç birinin olmayacağına yüzde yüz emindi. Ömer, gözünde artık yalancı biriydi. Yıllardır onu tatlı yalanlarıyla kandıran, yalan aşkıyla bir masala inandıran dolandırıcıdan farksızdı.
Kafasında deli sorular, mahalle parkından geçerken başka anılar, aklına gelince zoraki gülümsedi. Çocukluğundan bu yana kaydıraktan kayarken salıncak sallanırken Ömer, hep yanında olmuştu. Top oynarken o kale kaleci olur genç kızda her defasında ıskalardı.
Sek sek oynarken, saklambaçta saklanırken hep birinci olur sahte sevgilinin boynuna atlayıp sevincini beraber yaşardı. Yere çizdikleri çizgilerle kareler oluşturulur taş oyununda odalar seçilir şurası benim, burası senin diye kavga ederlerdi.
Şimdi geldiği nokta içler acısıydı. İlk göz ağrısını, mavi gözlü üstelik çapkın yakışıklı sevgilisini bırakıp kara prensine gidiyordu. Şatosuna hapsolacak tatmadığı onlarca işkencesine tabi tutulacak belki de çok mutlu olacaktı.
Adımlarımı hızlandırıp kafenin kapısından içeri girene dek Orhan, babayı dilinden düşürmeyen genç kız isyan çekerek mekana girdi. Halini anlatan ona ilaç gibi, gelen tek büyük babaydı Orhan baba. En az onun kadar dertli, en az onun kadar isyankarcıydı! Hayata, insanlara ve de kadere isyan ediyor kırdığı yumurtaların bir bir bedelini ödüyordu.
Çikolatanın keskin kokusunu içine doya doya çekerek, bir kez daha kahvenin sarhoşu oldu. Kalabalık ortama girince, masaların yanından sallanarak geçerken elinde tepsi tutan Kemal'in, kıvrılan Emrah bakışını gördüğünde kaşları anında çatıldı. Sonra kara prensin kafede bir masaya geçip oturduğunu fark ettiğinde tüm dikenleri diken diken olmuş savaş kılıcını o an da çekmişti.
********************
Çayın üzerine dökülen ayran gibi iticiydi Yalçın Akay. Girdiği her yeri bulandırıyor, kasvetini ortama yayıyordu. Başımı, zafere giden savaşçılar gibi, yukarı kaldıran ben dikleştirdiğim omuzlarımla yürüyüşe geçtim. Güreşçiler gibiydim, rakibin karşısına aslanlar gibi dikilip küçük ellerimi masaya dayadım. Boynumu hafif yana kırdım ve dudaklarımı ıslatarak yaramaz çocuklar gibi, göz kırptım. '' Çok zahmet etmiş olmalısın!'' Diyerek masaya bırakılan dalından koparılmış bir adet kırmızı gülü işaret ettim. '' O narin ellerine eldiven geçirseydin keşke. Güllerin dikenleri zarar görmemiştir inşallah. ''
Gerçek kocam olmayacaktı ama centilmen beyefendiydi vesselam. Yalçın, gece karası gözlerini gözlerime dikip duruşunu hemen düzeltti. Siyah gömleğin içinde nefes kesici kadar dinçti. Ukalaca sırıtıyor siyah gür saçlarıyla, uğruna kompozisyon yazılacak adam tablosu çiziyordu.
Yutkundum, fazla incelemeye etiketini kazıyıp üzerinde deney yapmaya gerek var mıydı? Sert yüz hatlarından inci gibi, acılan dişlerine bakıyordum şimdi. Bir erkeğin olmazsa olmazı baharatlı keskin kokusu burnuma dolduğunda elimde olmadan ürperdim. Bakışları bir kılıç kadar keskin, bir timsah kadar açtı. Baktıkça kalbimi yerinden oyuyor geriye kurumuş topraktan başka çöl bırakıyordu.
Usulca ellerini ellerimin üzerine koyup yüzüme dikkat kesildi. Bana öğüt vermek isteyen şirin baba kadar masumdu bakışları. Bense fırına verilmek için elde yoğrulan hamur gibiydim. Bir erkeğin avuçlarında, zavallı parmaklarım işkence görüyordu. Sert ama yumuşak dokunuşları uyuşuk kanımı hararete geçirmiş, yanaklarım domates gibi al al olup yanmaya başlamıştı. Birazdan menemen olmaya niyetliydim, suyuma yumurta kırılıp bu gidişle üzerine ekmek banacaklardı.
Çapkınca bakan gözlerini üzerimden çekmeden yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve ateşe bürünen bir erkek gibi aslan parçası kesildi. Belki de şaşı gözlerim öyle görüyordu. '' Hiçbir zaman sana vereceğim bir gülüm olmayacak. Boş hayallerle boş kafanı doldurma bence.'' Diyerek usulca doğruldu yerinden.
Bir kez daha yutkundum ve ellerimi avuçlarından hızlıca çekerek şimşek gibi çaktım. '' Senden gül alacağıma dikenleri severim daha iyi.''
Her daim ayakta dimdik duracak, karşısında buz gibi erimeyecek olmayan gururumu çiğnetmeyecektim. Tamam adamın dışı resmen bir pehlivan gibiydi ama içine girersem ancak gözümde '' Beni beyenmiyur musun? Diye soran pijamalı Gaffur'dan başkası olamazdı.
Bir tek üzerinde patlıcan desenli pijaması, ayağında beyaz çorabı eksikti. Tek ayağını kapı eşiğinde sallayan tam bir tipsiz yer cücesiydi. Sanki her an karşıma geçip leylek gibi, uzun bacaklarını etrafa savuracak, çakkıdı çakkıdı şarkısıyla dans edecekti.
'' Ne bakıyorsun öyle? Diye sordu Yalçın, tek kaşını kaldırmış yüzüme baktı. ' Hiç.'' Dedim sırıtmaya devam ederek. ''Senin hakkında güzel şeyler düşünüyordum.''
Kirli sakallarını ovdu. Ah ne düşündüğümü onu neye benzettiğimi bir bilseydi, sonum erken öten horozdan daha kötü olurdu. Suyumla pilav pişirir üzerine de yahnimi yapardı.
'' Şu an beni değil evleneceğimiz günü düşünmeliyiz.'' Diyerek oturmam için masaya buyur etti.'' Bizimkiler acele ediyor. Gelecek hafta düğün olsa nasıl olur?'' Dediği an ikinci çam ağacı beynime devrilmişti.
'' Hop yavaş dedik. ''Diyerek sandalyeyi çektim ve sinirle karşısına oturdum. ''Tamam cezamıza katlandık, araban karşılığında evlenirim dedik ama bu ne hız. Yarışa girdiysek haberimiz olsun. Mandıracıdan müşteriye süt taşımıyorsun evleniyorsun her halde.''
'' İtiraz hakkın yok Pinokyo burun. Sen bana itaat etmek zorundasın.'' Diyerek damarına basmaya devam eden hain doktor bu gidişle üzerimde iğne yapacak damar bulamayacaktı. '' Birbirimize aşığız deriz. Bir anda evvel evleniriz.''
'' Ondan sonra ki haftada hamileyim deriz. Bir sonra ki haftada kucaklarına bir bebek veririz. Nasıl fikir?'' Diye sinirle gülünce Yalçın'ın kara gözlerine öfke bürünmüştü.
'' Söylediklerin hiç mantıklı mı sence? '' Diye sordu hain doktorum. Uzmanlığını eline almış ameliyat masasına beni yatırarak maharetli ellerini konuşturmaya niyetlenmişti. '' Bak Fecra Eroğlu, seni üzmeden şurada hesap kitap işi yapalım diyorum. Yıldırım aşkına tutulma diye bir olay var. Birbirimize tutulduğumuzu ve bir an evvel nikahımızın kıyılmasını istediğimizi söyleyeceğiz. Onlar da durumu anlayacaklar ve şu nişanlık zırvalığını ilerletecekler. Zaten zamanla her şey yavaş yavaş düzene girer.''
'' Biz yıldırıma tutulmadık Yalçın Akay bizim üstümüze direkt yıldırım düştü.'' Diyerek yumruklarımı sıktım. '' Çok acelecisin. Yangından mal kaçırır gibi, evlilik olmaz. Ola bilemez. ''
'' Evet olur hem de bal gibi, olur. Bana itiraz edemezsin ne dersem o olacak.'' Diyerek yarasa gözlerini yüzüme dikti. '' Burada senin sözün değil benim sözüm geçiyor küçük hanım. Sana dediklerimi bir bir yerine getireceksin.'' Diye emredince mecburen boyun eğdim.
Ha şimdi ha sonra ne fark eder evlenecektim, ona itiraz edersem leylekler tarafından bırakılan sahipsiz bebekler gibi, bu gidişle yatacak yatak bulamayacaktım. '' İyi o zaman. Ama bir şartım daha olacak.'' Diyerek gözlerimi açtığımda '' Düğünümüzün Hıdiv Kasrı'nda olmasını istiyorum. '' Dedim gülerek.
'' Tamam, nerde istersen orada olsun. Ama Çırağan sarayı da güzel yer. Orasını da düşüne bilirdin.'' Diye karşılık veren Yalçın, ellerimle itiraz ettiğimi görünce mecburen kabul etti. Çocukluk hayalimdi Hıdiv Kasrı.
Hıdiv Kasrı'nın beyaz taşlı merdivenlerinden havuzlu bahçesine inerken kolumda Ömer, üzerimde kar beyazı gelinliğim olacaktı ve yerleri bir süpürge gibi süpürerek herkese hava atacaktım. Nikah memurunun sorduğu değerli soruları cevapladığımızda ilk ayağına ben basacaktım, İlk dansımı sevdiğim adamla edecek, ilk öpücüğümü ondan alacaktım.
Hepsi toz bulutu olmuş kaf dağına uçmuştu. En azından Hıdiv Kasrı kısmını gerçekleştirmiş olmanın verdiği huzurla yüzüm gülecekti. Yalçın'ın memnuniyetle gülen suratını görünce az da olsa gerilmem geçmiş biraz olsun rahata kavuşmuştum. Resmen yıldırım nikahıyla nikahımız kıyılacak ardından üstüne bir bardak soğuk su içecektim.
Anlaşmalı evliliğe o günden sonra günden güne adım atmaya başladık. Yıldırım nikahıyla evlenmek istediğimizi ailelerimize bildirdiğimizde, önce yüzlerinde şaşkınlık belirmiş ardından apansız telaş almıştı hepsini. Doktorumun ailesi sevinç çığlığı atarken, evin baş sultanı annem ''Eyvahlar olsun daha kızın dantelleri bile dikilmedi. Daha doğru dürüst çeyizini bile tamamlanmadı.'' Diyerek feryat etmiş zavallı babamın kel kafasını kemirmişti.
O günden sonra nikah tarihi en erken güne alınmış hızlıca hazırlıklar yapılmaya başlamıştı. Bir hafta sonra düğün vardı. Artık çalsın davullar göbek atsın evde kalmış kızlar. Yalçın'ın umursamaz tavırları, ukala davranışları karşısında baş başa çok kaldım. Hiçbir anımda beni aramadı.
Ailesiyle evimize geldiği anlarda benle yalnız kalmaktan hep kaçındı. Acaba cazibeme mi dayanamıyordu? Etkilenmeyeyim diye bal rengi gözlerime bakmaktan mı kaçınıyor hiç anlayamadım. Belki de büyülenmekten korkuyor yağmurdan kaçarken doluya tutulmak istemiyordu.
Derken kına gecesi geldi çattı. Akşam gerçekleşecek kına geceme mahallenin tüm kızlarını çağırmıştık ve bu kişilerin arasında Ömer'in annesi de vardı. Çocuk öldü mü kaldı mı bilinmez bir gerçek hiç ortalıkta görünmüyordu. Mutlaka duymuş olmalıydı. Mutlaka kulağına çalınmış bir yerden esinlenmiş olmalıydı diye düşünürken Ömer'in, İstanbul dışında olduğunu, mahallenin evde kalmış kızların içinde parmakla gösterilen Hayriye'den öğrenmiştim.
''Antremanları varmış, ondan buradan uzaklaşmış.'' Demişti zavallı Hayriye. Artık akşama annesi beni bindallıların içinde görünce oğluşuna, kıvırcık kafalı kuzusuna anlatır ve bu kınalı kuzu da tez vakit benden tarafa meeeeeelerdi inşallah!
Annemin koşuşturmalı arasında tüm çeyizlerim tamamlanmış babamın ayaklarına kara sular inmişti. İçim sızlamıştı onların heyecan içinde kaldıklarını gördükçe, boş verin be annem zaten bir sene sonra boşanacağım demeyi o kadar çok istemiştim ki...'' Maalesef hiç birini diyemedim. Kuzu kuzu evliliğe doğru yol alırken üzerime kırmızı renk bindallı geçirildi.
Saatlerce kayınvalidem ve annemle seçtiğim duvarda asılı beyaz kefenime bakarak, bindallımın çarıklarını ayağıma geçirdim. Yanı başımda Hayriye'yle ablam Pınar vardı. Saçlarım omuzlarıma salındı ve kına yakılacak tepsiler düzenlenerek salona mumlarla davet edildim. Mahallenin tüm hanım efendi hatunları ve evde kalmış kızların içine yüzüm kapalı geçiş yaparken tuhaf hissediyordum.
Bu gece ellerime kınalar yakılıp yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar söyleyerek herkes gibi salya sümük ağlayamazdım. Valla toplanan kadınları ve kızları görünce zil takip oynayasım geldi. Ankara'nın bağlarından girip Tokat'ın hey on beşlilerine kadar döktürebilirdim. Bende hiç ağlayacak göz var mı? Nasılsa yakında evime tıpış tıpış geri dönecektim. Ağlayıp da birde babama mendil masrafına sokmaya hiç gerek yoktu yani. Mendilin geri dönüşümü olsa belki biraz ağlardım ama!
Ama işte benim gibi olmayan annemle ablam ve mahallenin önde gelen hatunları, mendillerini hazır da tutmuş yavaştan ağlamaya salyalarını akıtmaya başlamıştılar. Etrafıma dönüp dolanan elleriyle mum tutan genç kızların ayaklarına yazık oluyordu.
Hepsinin hakkını bu dünyada değil artık kim bilir nerede öderdim bilmiyordum ama nedense gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Yanı başımda bir kadın elinde ki kınayı elime yakmaya çalışıyor ben inadına avuçlarımı sıkıyordum. Altınsız hele Cumhuriyetsiz ellerim kilitlenmiş ıhh asla açılamazdı. O kadar sıkıyordum ki sıkmaktan kemiklerim uyuşmuştu.
Sonunda elime bir metal değdi, Nihayet yüksek yüksek tepelerle söylenen türküyle bir Cumhuriyet altını avuçlarıma düştü. Utanmasam dişlerimle gerçekliğine bakar geleceğim için bankama yatırırdım. Bu evlilik bana bir beden büyüktü, o yüzden geleceğimi garantiye almalıydım. Artık gelecek günlerle nasılsa kumaşı mı keser kendime bir beden uydururdum.
Kınalar yakıldı ellerime ve göbek dansları coşkuyla atıldı. Herkes mutluydu geceden geriye içlerinde dökmedikleri ne kurt ne böcek kalmıştı. Bu onlara bir yıl yeter artardı bile. Artık ikinci kurtlarını gelecek düğünümde dökeceklerdi. Kayın validem de göbek atarken burada olsaydı iyi olurdu ama kadıncağızın atacağı son göbekte, böbrek taşını düşürürse Yalçın kemiklerimi kırar evden kule yapardı benden.
Gecenin sonunda herkes evine ben de odama girdim. Üzerimden bindallıyı çıkarıp yarın ki- naşım- içim huzurlu uykuma geçiş yapacaktım. Büyük gündü! Vasiyet name mi yazmam ve def edilmek için rahmetlik babaannemin yanına gömülmeyi dilemem gerekecekti. Zavallı kadından son kez de olsa özür dilemeliydim. Duyduğum vicdan azabından kurtulmak için banyoda onu korkuttuğum için af dilemeliydim.
Suların altında benim hain planımdan habersiz yıkanırken, gizliden su borusundan gönderdiğim demir çubuğu, yılan sanıp banyoda bağırtmıştım. Bacağından yukarı çıkan demir çubuğu yılan sanan babaannemin ödünü kopartmış çığlık çığlığa evde dönüp dolandırmıştım. Benden habersiz ben, kahkahalar kopararak eğlenirken kadın bir hafta boyunca, yılan az kalsın beni sokacaktı diye etrafa söylenmişti.
Ah ah gün döner kasap döner miydi bir laf vardı ya işte şimdi ben bir yıl dolanacaktım ortalıkta. Yılan var diye değil, yılanın inine girdim diye kaçacak delik arayacak, yine aynı yılanla beraber hayat sürecektim. Aynı inde oturacak zehrini yavaş yavaş içecektim.
Tüm geceyi kabuslarla bitiren ben cenazemin kalkacağı güne yarı uykulu gözle açmıştım. Sabah kahvaltımı bile zor yapmış akşam için düzenlenen törene hazırlanmaya başlamıştım. İlk durağımız kuaför oldu ve saçlarıma hacim verilip yüzüme makyaj yapıldı. En son giyeceğim gelinlik için heyecana kapılmıştım.
Ömer aklımın ucundan bile geçmiyor tek dileğim Hıdiv Kasrı'nda doktorumdan alacağım öpücükle sinirlerime engel olmaktı. Acaba alnımdan mı yoksa ....Ah her neyse! Öptürmezdim, dudaklarıma ve namusuma asla leke sürdürmeyecektim. Ben ancak seveceğim adama saklı kalmalıydım. Ya öperse?
Boğazıma yumru dayandı. Beynimin itiraz ettiği şeyin başıma gelmesinden ödüm kopmaya başlamıştı. Benim halimi hiçe sayan zalim arkadaşlarım ise ayakkabımın altına yazılacak isimlerin listesini elime vermiştiler. Ah kasap et derdinde koyun can derdindeydi. Üzerime gelinliği nezaketle geçirdiğimde ablamın dudaklarını ısırdı.
Herkes ayılma bayılma kısmında iç çekerken ben nedense heyecanımı yenmiş gibi sakindim. Kollarıma kadar inen Fransız dantelinden oluşan gelinliğin upuzun bir kuyruğu vardı. Dekoltemin yarı kısmı açık ve omuzlarımın yanından aşağı bedenime doğru işlerle iniyordu.
'' Yalçın'nın gözleri kamaşacak.'' Diye konuşan ablam heyecanlıydı.'' Tüüü tüüt maşallah! Peri gibi oldun.'' Diyerek üzerime tükürüklerini saçarken ben ayakkabımın altına isim kazımakla meşguldüm.
''İlk önce benim adımı yaz.'' Diye emreden zavallı Hayriye'ye gülerek karşılık verdim.'' Senin daha sıran var bacım. Durumu vahim olanları yazacağım.''
'' Benden daha vahimi kim? Diye sordu siyah saçlarını geriye atarak.'' Annem kapalı çarşıya gideceğini söylüyor. Bak kız adımı yaz valla bak.''
'' Hayır!'' Diye direttim.'' İlk listemin başında her sabah Allah'ım bana da nasip et diyen Alişan'la kahkaha makinası Saba Tumer olacak.''
Ah onları nasıl unuturdum. Her gün ekranda evlenmek için yalvardıklarını gördükçe içim kan ağlıyordu. Esra Erol bile dertlerine şifa olamamıştı ama belki şimdi büyük sevaba giriyordum. Kim bilir kısmetleri benim elimden açılacaktı. Ardından Beyazit Öztürk, Hakan Altuğ, Özcan Deniz, Tarkan, Banu Alkan diye liste uzayıp giderken Hayriye'yi en sona yazdım. Ne de olsa mahallenin çırağı Osman, talip olacaktı kıza. İsim kalabalığı yapmaya hiç gerek yoktu.
..................................................................
Serin bir akşama doğru gün biterken güneş ateş almış gibi, gökyüzünü kızartmıştı. Gün batımın renkleri alacakaranlık gibi, sarıdan kırmızıya dönüşmüş, sırasıyla dalga dalga mavi atlasa dağılmıştı. Hıdiv Kasrı'n ara yolu sırasıyla meşaleler dikilmiş ve bu meşaleler ateşle tutuşturularak ortama otantik bir tablo çizmişti.
Masalar beyaz örtülerle süslenmiş sandalyeler ihtişamla donatılmıştı. Her masanın ortasında taze bir orkide çiçeğiyle bir adet kırmızı gül vardı. Garsonlar etrafta koşturuyorlar, herkesin üzerinde bir telaş almış başlı başına gidiyordu.
Mekanın üstü açıktı. Düğün bir bahçeye konumlanmış, gökyüzünde ki yıldızlar fenerlerini bir yakıp bir söndürüyorlar düğüne göz kırpıyordular. Şarap kadehleri özenle yerlerine konuldu ve gümüş servisler ihtişamlarıyla göz dolduruyordu. Davetliler yavaş yavaş Hıdiv Kasrı'nın görkemli bahçesinin patika yolundan ilerliyorlar, yıllanmış ağaçların arasından yürüyerek geliyorlardı.
Düğün sahipleri Ayşen hanımın üzerinde siyah tül bir elbise vardı. Tüm vücudunu sıkça sarıp zarifliğini ortaya dökmüştü. Başına taktığı yarım başörtüsüyle güler yüzünü etraftan eksik etmiyor içinden duyduğu mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Erdem bey ise gri takımların içinde elinde bastonuyla karısına eşlik ediyor davetlileri güler yüzle karşılıyordular. Her ikisi de çok mutluydu. Yıllara sonra evlatlarının mürvetini görmek hayattayken yeniden hayata bağlandığını bilmek onları onur ediyordu.
Çok ilerde ağaçların arasından dik omuzlarıyla, yaşlı çifte doğru gelen genç delikanlıyla genç bir kadına dikkat kesildiler. Levent koluna taktığı Yalçın'ın asistanı Zeynep'le usul usul adımlarla yaşlı çiftin yanlarına geldiklerinde, her ikisinin yüzü gülüyordu.
Zeynep'in üzerinde durumunu anlatan onu isyana bürüyen siyah derin dekolteli bir elbise giymişti. Ayağına geçirdiği leoparlı topukluların üzerinde zor duruyor, omuzlarına saldığı gür saçlarıyla Ayşen hanımın, elini sıkıp hal hatırlarını sordu.
Canı sıkılmış kalbi duyduğu acıların içinde parçalanmıştı. Sırf sevdiği adamın dostluğu uğruna, yeniden evlendiğine şahit olmak katlanılır durum değildi. Yeniden ve yeniden aynı acıyı tatmak bir ok gibi, kalbine saplanışını duymak ve yeniden aynı sızıyı tüm bedenini yalayıp yutmasına göz yummak, çok ağırdı.
Aldığı darbeler her seferinde sabrını taşırıyor bu sefer sindirmek yerine güçlü durmuş dişlerini sıkıyordu. Zor tuttuğu gözyaşlarını bu gece akıtmaya hiç niyetli değildi. Ağlamayacaktı. Başkaları ağlayacak ama o bu gece asla ağlamayacaktı.
Akşam saniyeler içinde ağırdı ve düğün gecesi büyük alkışlarla başladı. Gelin arabası Yalçın'ın tam karşısında Hıdiv Kasrı'n kapısında durdu. Arabanın içinden çıkan genç kızın babası Fecra'ya elini uzatıp dışarı çıkmasını sağladı.
Yalçın yüzü beyaz örtüyle kapalı geline bakarken tüm vücudunu saran kabarık örtüye dikkat kesilmişti. İncecik belini kavrayan kırmızı kuşağa gözlerini dikerek, kollarını saran dantellerin işini gözlemliyordu. Kuğular kadar zarif hareket eden bu geline doğru ilerledi. Siyah takımların içinde asil bir beyefendi gibiydi ve Fecra'nın elini kibarca tutarak Muhsin beye teşekkürünü sundu.
Ardından yanan meşalelere doğru ilerlemeye başladılar. '' Nasılsın? Diye sordu Yalçın kızın heyecanını ölçmeye çalışarak. Fecra'dan ses çıkmayınca zoraki gülümsemeye çalıştı ve yanan meşalelerin arasından geçmeye başlayınca, alkışlar coşkuyla koptu. Duruşunu bozmadan kibarca kızın ellerini tutmaya devam eden genç adam kalbinden ölmüş karısının varlığına sımsıkı sarılıyordu. Daha sabah babası ona hükmeder gibi '' torun bekliyor olacağız'' diyerek gözdağı vermişti.
Koluna aldığı kızdan bırak ailesine torun vermeyi, ona bir kez bile şehvetle bakamaz bir kez bile olsa göz ucuyla süzemezdi. Gözleri eskiye mühürlenmiş bir sandıkta kilitli kalmıştı. O kilit açılamazdı açılmamalıydı! Derin bir çekerek onca kalabalığın içinden alkışlar eşliğinde nikah masasına geçtiler. Şahitler eşliğinde nikah memuru masanın baş köşesine geçmiş alkışların dinmesini bekliyordu.
Ardından sosyetenin önde gelenleri masalarından dünya evine girmeye mensup çifte alıcı gözle bakıyorlar, yüzünü duvakla gizleyen gelinin nasıl biri olduğunu görmek için sabırsız davranıyordular.
Firdevs hanımla, kocası Muhsin bey, ön masalardan birine geçmişler akrabalarıyla aynı heyecanı paylaşıyorlardı. Kızlarını gelinlik içinde gördükçe onla övünüyorlar Pınar'da en az annesiyle babası kadar mutluydu. Ama bir anda gözlerine ilişen düğüne son anda damlayan kişiyle suratı asıldı.
Bahçenin dış kısmından nikah masasına doğru ilerleyen gencin tavrıyla ailesinin yanından hemen ayrıldı. Ve Ömer'den tarafa yürümeye bir tatsızlık çıkmasın diye ona engel olmaya niyetlenmişti. Gök mavisi elbisesinin eteklerini tutarak adımlarını hızlandırdı ve genç adamı Fecra'nın olduğu tarafa yakınlaşmaya başlamışken durdurdu. '' Senin ne işin var burada?
Ömer, öfkeden dönen gözlerini meşalelerin altında parlayan Pınar'ın gözlerine dikti. '' Bu ne demek oluyor? Fecra'nın bu yaptığı....''
'' Dur bir dakika.'' Diyerek Ömer'in kolunu sertçe tuttu Pınar. '' Sen kimsin ki Fecra'dan hesap soruyorsun? Sen onu başka kadınlarla keklerken bir şey yoktu da şimdi kardeşim gelinliğiyle, duvağıyla evlenirken mi değerlendi.'' Diye diklendi.
Ömer istemsizce güldü. '' Ne saçmalıyorsun sen? Bu sabah annemden evleneceğini duydum. Nasıl beni oyuncak yerine koyar? Onu seviyorken nasıl beni çiğner?'
'' Şimdi karşıma geçip de bana aşktan bahsetme.'' Diye sesini yükseltti Pınar. '' Sen ne dediğimin farkındasın. Günlerdir gönül eğlendirdiğin sıska tavuklardan bahsediyorum. '' Diyerek Ömer'i kuytu bir ağacın dibine çeken Pınar o anda Yalçın'a nikah memuru tarafından sorulan soruya '' evet '' dediğini duyunca kendini hemen toparladı. '' Defol buradan. Kardeşim gördüğün gibi evleniyor. Senin gibi maymun iştahlı biriyle değil de ona gerçekten değer veren biriyle evleniyor. Sakın, sakın bir daha karşısına bile çıkayım deme. Yoksa seni kocası mahveder.''
'' Bu bu gerçek olamaz. Şaka mı bu?'' Diyerek çok ilerden kopan alkışlar arasında oturan geline doğru dikti bakışlarını Ömer. O esna da nikah memurun sesi gök yüzünü yararak kulaklarını çınlattı. '' Evet Fecra Eroğlu hiçbir baskı altında kalmadan gönül rızanla Yalçın Akay'ı bir ömür boyu kocalığa kabul ediyor musun?
Derin bir suskunlukla kızın ağzından çıkacak söze dikkat kesilen Ömer, içinden pişmanlık döküldü. Pınar, gencin koluna sıkıca sarılmış kardeşinin ağzından çıkacak tek kelimeye odaklanmıştı. Gökyüzünden bahçeye inen ay ışığı Fecra'nın üzerinden yayılarak sesini insanlara bülbül gibi şakıyarak duyurdu. '' Evet! Kabul ediyorum.''
O anda kopan alkışlar Ömer'in üzerine atılan toprak gibiydi. Alkışlar arsında ayağa kalkan yabancı bir adam, çocukluk aşkının duvağına elleriyle yönelmişti.. Ve birazdan onu öpecekti. Tüm vücudu kasıldı Ömer'in ve görmeye katlanamayacağı tabloyla oradan uzaklaşmak için ayrılmaya niyetlenmişti. Ne kadar kalırsa o kadar çok pişmanlığı içten içe büyümeye devam edecek duyduğu azapla kalbi daralacaktı.
Kolunu Pınar'dan kopardı ve dudaklarından sadece '' Ben Fecra'yı gerçekten sevmiştim. Gerçekten onu çok sevmiştim. ''sözcükleri döküldü.Bundan sonra söylenecek hiçbir söz yaptığı hataların af etmeyeceği gibi, geçirdikleri onca günün üzerine çektiği günahlarını silmeyeceğini biliyordu. Gitmeliydi.
Geçmiş aşkın gidişinden habersiz bir başka adama gözlerini açıyordu Fecra. Kendine zulüm eden Yalçın Akay kızın duvağını usulca açtığında, ay parçası kadar güzel suratla karşılaşacağından habersizdi. Omuzlarına dökülen siyah gür saçlar açıkta bırakılmışve dekoltesini ortaya fütursuzca çıkarmıştı.
Yanan meşalelerin altında ışıldayan ela gözlerin, bir anın gafletiyle dalınca gizemli geldi. Adeta incelenmek için yaratılmıştı. Kadifemsi kalın dudaklarına bakarak itinayla çizilen göz kirpiklerine dikti gece karası gözlerini.
Vücuduyla tamamlanan gelinliğinin içinde şimdi tam net gelinini görebiliyordu. Ne kadar kâğıt üstü dese de ona aitti. Kanı tuhaf şekilde harekete geçtiğini çok daha sonra yumruklarını sıkınca anladı. Onu öpmesi gerekliydi. Ondan beklenen tek şeydi. Kendini toparlamaya çalıştıkça kafası dağılıyordu. Yıldız gibi parlayan gözlerinin içine bakarak kıza yaklaştı ve yumuşakça verdiği öpücükle usulca gözlerini kapadı.
.............BÖLÜM SONU Yazan Dilruba............
Arkadaşlar burada kestiğim için üzgünüm gelecek bölümü bekleyeceksiniz. Hani bir pilin şarzı biter ya işte öyle bittim. belki ilaçlardan bilmiyorum ama bu uzunlukta bu kadar yazabildim. Okuyan herkese şimdiden çok teşekkürlerimi sunuyorum. ben bu hikayemi yazmak istediğim için yazıyorum. Nedensiz. Adam gerçek hayattan tek dileğim gerçeginden çok farklı bu adamı mutlu edebilmek. Umarım çok farklı ebatta ilerler ve çok farklı bir hikaye çıkar ortaya. Okuyan seven herkesten begeni ve yorum bekliyor olacagım. Sizlerden aldığım şevkle yoluma devam edeceğim inşallah. Herkesi Allah'a emanet ediyorum. Sevgi ve saygılarımla. Hatalarım olmuştur affedin arkadaşlar umarım kendimi yazarak geliştirecegim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR AŞK MEVSİMİ
RomanceSakar, çılgın. deli, bir insanı çileden çıkaracak kadar konuşkan. zeki, obur, güzel bir kızdır Fecra Eroğlu. Bir kafe de çalışır ve babası araba tamircisidir. Yirmi yıllık çocukluk aşkı tarafından keklendiği gün hayatının dönüm noktasını yapar. Hiç...