BİR AŞK MEVSİMİ 5 BÖLÜM

17.1K 849 30
                                    

....BİR AŞK MEVSİMİ......5 BÖLÜM.........................Romantik komedi yer yer dram.

Dudaklarımdan aldığım öpücükle her an kurbağaya dönüşebilirdim. Zıplaya zıplaya masadan masaya dolaşabilir düğün pastasının üzerine süs olarak konabilirdim Beni bir kara prens değil de sanki Şhrek öpmüş gibiydi. Yapışık dudaklarımız birbirinden ayrılmak istemiyormuş gibi birde belimden tutan adi öküz yalandan aşk yaşıyordu benle.

Kopan alkışlar dudaklarımın masumluğunun gidişi ardından yenen helvaya benziyordu. Sıcak ve kıvamlı olduğu kesindi. Herkes aldığı tatla gülümserken, hararetlenmiş kanım beni çılgına çevirmiş aldığım öpücükle delirmeme vesile olmuştu. Şimdi bunun üzerine dans mı edecektim? Kollarında olmayı değil kellesine halat geçirip sırtına binmeyi yeğlerdim.

Hain doktor kabalığını elinden bırakıp tam bir centilmen prense dönüştü. Şimdi ellerimden kibarca tutmuş merdivenlerden çifte kumrular gibi iniyorduk. Alkışlar eşliğinde merdivenlerden inerken yanan meşaleler havayı romantikleştiriyor gökyüzüne atılan havai fişeklerin altında kulağıma dans müziği doluyordu. Bu kadar romantizm bana tersti. Fazla alırsam sarhoş eder az alırsam tadı damağımda kalırdı.

Rüya gibi geldi bir an. Bu gece kesin külkedisiydim. Kollarında olduğum adam yalandan da olsa bir prens, bende pabucunu merdivenlerde bırakacak sonrada bindiği araba balkabağına dönüşecek zavallı bir hizmetliydim.

Bir yere kaçmayayım diye belimi kibarca kavrayan doktorum, şimdi de gözlerime bakarak, muayenesine başlamıştı. Renk körlüğüm yoktu. Uzağı ve yakını net görebiliyordum lakin şu an ki bakışlarına devam ederse ama olabilir bundan sonra ki hayatımı, bastonla devam ettirebilirdim.

'' Fazla bakmasan!'' Dedim etrafı tararken. '' Gözlerin, ekini biçen orak gibi!''

Uyarımın aksine hınzırca gülümseyerek kara gözlerini yüzüme dikti. '' Sende tırpana gelen başak gibisin Pinokyo burun.''

'' Bana Pinokyo burun demeyi keser misin?'' Diye uyardım kollarında dönerken ellerim sudan çıkan balık gibi ıslanmıştı. '' Yalancı gibi, hissettiriyorsun.''

'' Değil misin?'' Diyerek kulağımın dibinden fısıldadı. '' Neden isteklerime boyun eğdiğini hala bilmiyorum. Neden babandan çok korktuğunu söylersen sana Pinokyo burun demem!''

'' Biliyorsun ya!'' Dedim mutlu görünerek. '' Kırdığım yumurtalar yüzünden. ''

Küçük bir kahkaha atarak yeniden gözlerimle buluştu. Ah bir Tarkan bakışıyla gülmesine gerek var mıydı? Sucuğu çıkan ellerim aldığım her bakışla eriyerek pişiyordu. Bir koli yumurtaya giden gelindim ben. Gerçek hayatımın aşkıyla evlenseydim tavuk tesisi kurar geçimimi bu yoldan sağlardım.

Soğuk soğuk ecel terlerimi döküyor üzerine buz gibi üşüyordum. Dansımızı bitiren o anda kopan alkışlar oldu. Ben nihayet işkencelerin birisi bitti diye sevinirken ikinci naşım Zeybek türküsü oldu. Buyurun cenaze namazıma!

Havuz başından insanlar geri çekilerek geniş bir çember açtılar. Ve ben bir köşesine Yalçın, diğer köşesine geçerek kollarını yelken edasıyla açtı. Ağır bir adım atıp gözlerime baktı. Aynı hareketi bende yaparken ela gözlerim bayram ediyordu. İtinayla çizilen yüz hatlarına biftek gören kedi gibi, bakıyordum. Ensesinde biten siyah saçlarından, omuzların genişliğine adeta tepeden tırnağa süzerek ince elekten geçiriyordum.

Etrafımda dönen kartallar gibi, kollarını açmış benim gibi, organik tavuğa kanatlarını indiriyor her an üzerime çullanacak kadar heybetlenmişti! Birazdan benle beraber havalanacak ardından kuytu bir köşede kemiklerim çıkana kadar yiyecekti.

Attığım her adımda kara prense bakmaktan gözlerimin içinde kırmızı kalpler çıkabilirdi. Ben hayatımda Ömer'e bile bu kadar bakmamıştım. Ah ne adaklar adanırdı çerçevelenmiş gür kirpiklerin arasında ki, cellada bürünen kara gözlere neler yapılmazdı ki! Kaç deve kesilir kaç koyun kurban edilirdi.

Yalçın, benim etrafımda ben onun etrafımda kollarımızı açarak ufak hareketlerle dansın sonuna gelirken en son yere eğildi. Elini yere vurdu ve kalbinin üzerine sertçe götürerek bana uzattı. Ah kara prensimin ellerine sıkıca tutunup önümde dikilişini izledim. Birazdan beyaz atına bindirecek en yakın şatosuna uçuracaktı. Gözlerime bakarak ellerimi dudaklarına usulca götürdü. Tenime dokunan yumuşak dudakların sıcaklığıyla bir anda başım döndü kanım kaynadı. Ah biri havalandırıcıyı açsın!

Püfür püfür esen bir gecede alev topu olmuş yanıyordum. Yalçın'dan aldığım ateş, ayak tabanımdan tepeme çıkmıştı. Bacası olmayan soba gibiydim. Dumanım içime basmış gözlerim yerinden oyulacak gibi büyümüştü.

Üstüme saçılan pembe karların içinden, önümüze gelen pastanın varlığıyla çıktım. Bu gece tuzak kurulmuş olmalıydı. Planlanan her şey tuzaktı. Acaba Yalçın, gecenin sonunda kendi ayaklarımla yatağına girmem için mi bu kadar kur yapıyordu?

Yalan evlilik derken beni gerçek bir eş mi ilan edecekti? İşte bu kısmı düşünürken elimize kocaman bir bıçak verdiler. On katlı beyaz pastanın üzerinde oturtulan damatla geline bakıyordum şimdi. Pastanın üzerine doğrulttuğumuz bıçağın sapına yapışmıştım. Yalçın, bıçağı değil adeta ellerimi kavramış bir başka işkenceye maruz bırakıyordu . İşkence işkence değil resmen kök söktürmeceydi.

Yarın bir olsun aramıza sınır değil kale örecektim. Bu kadar yapışık olmak bana göre hiç iyi değildi. Kadının fendi erkeği yendi derler de bu kurallar bende her an ters etki yapar değişebilirdi. Sert mizacın altında gülümseyen bir erkeğin fendine kapılacak en büyük nedenlerimden birisi de güzel gözlere sahip olmasıydı.

Ömer'in buz mavisi gözlerine aşık olmuş ve ardından tazı gibi koşmuştum. Şimdi Yalçın'ın cellat kadar keskin, çapkın sırıtışıyla kıvrılan dudakları benim ölüm fermanım olabilirdi. Çatalıyla ağzıma uzattığı pastanın tadına almadan aynı şekilde bende ona çapraz kollarla yedirdiğim pastayla nihayet limanlarımız ayrıldı.

Bu kadar oyun bana yeterdi. Daha fazla devam edersem oyun değil oyunun içinde başkarakter olacaktım. Çin işkencem davetlileri selamlayarak sürerken bir an evvel düğünün bitmesini bir an evvel üzerimde ki gelinliği atmak için deliriyordum. İlerleyen saatleri sırıtarak devam ettiren ben, Yalçın'ın yanında adeta esir edilen köle gibiydim.

Herkese apaçiler gibi kafa sallıyor önüme uzatılan her kutuyu kibarca alıp aynı sözcük dökülüyordu dilimden. '' Teşekkür ederim. Nasıl güzel olmuş mu saçım? Nasıl güzel mi dişlerim? Gelinliğimi Cengiz Abazoğlu tasarlamış öyle dedi kayın validem nasıl iyi durmuş mu? Ah iyi taşıyabiliyor muyum? İyi sırıtıyorum değil mi bay ve bayanlar? Yanımda ki bir centilmen değil aslında öküz görebiliyorsunuz değil mi?

Meydanda oynayan bir palyaçoydum aslında. Kalbimin ortasına oturan öküz kesinlikle Yalçın tosunuydu. Resmiyete dökülen işlemlerle artık evli bir kadındım. Hain, zorba, üstelik ukala yakışıklı, hiper zekalı bir adamın karısıydım. Kızlık devrinden sonra kadınlık devrine giren onlarca kadının arasına üst mevkiden giriş yapmıştım. Yüksek mevkiyle adaylığımı ortaya koymuş yetkili bireylerin arasında gösterime girmiştim.

********************************

Akşam geceye doğru ilerlerken bir kuytu köşeden evli çifti izleyen Levent'le Zeynep yanlarına doğru ilerlediler.'' Birbirlerine çok yakıştılar. Adamımıza bak gülüyor. Bence Yalçın aradığını bu kızda bulacak.''

Adamın koluna giren Zeynep zoraki gülümsedi. '' Daha beraber yaşamadılar. Bence peşin konuşma.''

'' Olsun nikahta keramet var derler peşin hüküm verme.'' Diye cevap verdi Levent. Sonra çiftin yanlarına gelince heyecanla arkadaşını, gözlemlemeye başlamıştı Evlendiği kız her erkeğin aklını başından alabilecek kadar güzel ve zarif duruyordu. Samimi içten gülüşüyle misafirleri oldukça memnun ettiği ise aşikardı. Davetliler teker teker hediyelerini bırakarak çifti kutlamaya başlamışlar ve aile büyüklerinin mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Zeynep elinde küçük kutuyu açarak Fecra'nın bileğine bir altın bileklik taktı.'' Tebrik ederim.''

Teşekkürünü sunan genç kız Zeynep'in eline uzandı. Kibarca kızın elini sıkan Zeynep, aynı şekilde Yalçın'ı da kutlayarak düğün yerinden çekildi. Levent'te arkadaşıyla gelini kibarca selamlayarak sıcak tebessümle tebrik etti onları ve kopardığı izinle Yalçın'a göz kırparak Zeynep'in peşinden yürüdü.

Tüm gece boyunca gülümsemek zorunda kalan Yalçın'la Fecra düğün sonlandığında artık özgürdüler. Ailelerine sarılarak ayrılan ikili araca geçtiklerinde rahat bir nefes verdiler. Ev arası mesafeyi sessizlik içinde geçiren ikili yalının bahçesinde indiklerinde Fecra, gelinliğin içinde zor ilerliyordu.

Üzerinde ki gelinlik çimentoya dönüşmüş git gide onu zorlamaya başlamıştı. Eteklerinden tutarak ağaçların arasından geçti ve evin kapısına geldiğinde '' Lütfen bitsin artık bu işkence. Evlendim mi yoksa palyaço kılığında sirkte rol mü kestim anlayamadım.'' Dedi bıtkınca

Kapıyı anahtarla açan Yalçın, kızı içeri gülerek geçirdi. Geniş koridora doğru yürüyen Fecra, ayağında ki ayakkabıları çıkararak evin merdivenlerine yürüdü. '' Odamız ne tarafta? Şu üzerimde ki kefeni çıkaracağım.''

'' Toprak seni kefensiz kabul etmez. ''Diyerek dalgasını geçen Yalçın, kızın peşinden yürümeye başladı. '' Dur sana eşlik edeyim. Oda derken evin çatısına çıkar kefeninle aşağı sarkarsın.''

Dil çıkararak güldü Fecra. '' Aman ne komik! Son kırk yılın en iğrenç esprisini yaptın.'' Diye kendi kendine söylenerek üst kata çıktılar. Göz alabildiğince orkide desenleriyle kaplanan duvar kâğıtlarına gözü takıldı. Sonra adım attıkça sağ sollu kapılar gözüne çarpıyordu. Oymalı kapıları hayranlıkla süzerek bir merdiven daha çıkan genç kız evin en üst katına çıktı.

Geniş koridorla uzunlamasına açık bu holün kapalı tek kapısı vardı. Odanın içine giriş yapan Yalçın'a bakarak onu takip etti genç kız. Önüne serilen geniş pencerelerle donatılmış perdelere gözü takıldı. Daha sonra yatağın ucu bucağı olamayan büyüklüğüyle gözleri hayranlıkla açıldı. Yerde serilen has halının üzerinde dolanırken '' Burası bizim odamız mı? Diye sordu şaşkınlıkla.

Başını geriye atan Yalçın kızın şaşkın gözlerine alayla gülümsedi. '' Sadece senin odan, bizim değil.''

'' Ama sen burada yatmazsan ailen şüphelenmez mi? Diye sordu Fecra merakla açılan gözlerle etrafı süzüyor yatağın üzerine serilen Osmanlı işiyle yapılmış kırmızı örtüye dokunarak kendini kral dairesinde hayal ediyordu. '' Evin veliahtı olduğun nasılda belli. Kim bilir senin odan nasıldır. Bana böyle bir odayı verdiğine göre altından kaplamalı bir yatakta yatıyor olmalısın.''

'' Ahşaptan kaplamalı Pinokyo burun.'' Dedi Yalçın umursamaz tavır takınarak. '' Uyumalısın yarın balayına çıkıyoruz. At çiftliğine gideceğiz. ''

Balayı mı? Üstelik atların içinde mi balayı yapacağız? Diye sordu Fecra. Gözleri fal taşı gibi açılmış adamın aklı başında mı diye bakıyordu yüzüne.

'' Evet neden şaşırdın ki?'' Diyerek kenardaki beyaz koltuğa oturdu Yalçın. ''Senle Paris'e çıkacak zamanım yok. Hem işlerim de var. Birkaç günlüğüne çiftlikte kalırız. Evlilik hazırlığı derken annemle babamın ısrarlarıyla başım fazlasıyla ağrıdı. Biraz dinlenmek istiyorum.''

'' Peki bana uyar. Hem çocukken atlara meraklıydım. Biraz at sever senle yarış yaparım.'' Diyerek başında ki tacı çıkaran Fecra gür saçlarını omuzlarına saldı. Sonra adamın varlığından rahatsızlık duyarak başını arkaya çevirdi. '' Artık çıkabilirsin kara şövalye.''

'' Emredersiniz Pinokyo burun. Dikkat et de fazla uzamasın.'' Diye imalı bir gülüşle odadan çıktı Yalçın. Arkasından bağıran kızın iğneli lafına cevap vermeden aşağı kata indi. Omuzlarına koca bir yük oturmuştu resmen. Evlendiği kızı yükten başka şekil göremiyor, bu gece onu nasıl öptüğünü hala anlamıyordu. Üstelikte birde dudaklarından almıştı sıcak busesini!

Herkesin beklentisini karşılamıştı verdiği öpücükle ama vicdanı ruhunu daraltmaya başlamış farkından olmadan sarsılmıştı kalbi. Bunların üzerine kızın çene çalan ağzı, patlamaya hazır sabrının taşmasına tuzla biber oluyordu. Odasına girerken boynundan kravatı hırsla çözerek gömleğinin düğmelerini açtı.

Ölen karısıyla paylaştığı odanın her karesine bakarak kendini yatağın üzerine bıraktı. Kapadığı gözlerinin önüne Meleğini aşkla baktığı karısını getirmeye çalışıyordu şimdi. Beyaz elbisesiyle bu odadan son çıktığı anı düşlüyor, ondan aldığı sıcak busenin tadının ruhunda hissetmeye çalışırken gözlerinin önüne beyaz gelinlik içinde asalet sergileyen kırmızı dudaklarından aldığı sıcak öpücükle Fecra'nın hayali düştü.

Altında ateş varmış gibi birden yataktan sıçradı genç adam. Duyduğu pişmanlıkla gözleri fal taşı gibi açılmıştı. İhanet diye kabul görmediği gerçek canını yakıyor elini kalbinin üzerine sıkıntıyla koymuş derin nefesler alıp veriyordu. İçten bağımlı yeminlerine tekrar sarılarak yalvarırcasına gözlerini kapadı bu kez. '' Özür dilerim. Mecburdum ama söz veriyorum bir daha asla olmayacak. Seni öptüğüm dudaklarım başka bir kızı asla öpmeyecek. Hele ki Fecra gibi bir kızı.''

Güneş boğaz köprüsünün üzerinden yükselerek perdelerle kapanmış pencerenin arasından içeri sızdı. Yorgun gözlerle uykusundan ayrılamayan Fecra, sıkı sıkı sarıldığı beyaz çarşafların içinde ki, yüzüne gün ışığı vurdu. Gecenin verdiği yorgunlukla biraz daha yorganın altına giren genç kız güneşin ışınlarından kaçıyordu. Gün öğlene doğru devam ederken odanın kapısı tıklandığı halde duymadı. Derin uykudan mızıldanarak diğer tarafa dönmüş uykulu dille bir şeyler sokranmıştı.

Koridorda beklemekten sıkılan Yalçın, kapıyı gıcırdatarak araladı. Yatağın içinde kıvrılan ve kafası bile zor görünen gelinden tarafa seslendi. '' Artık kalksan diyorum. Bu gidişle gece çiftliğe gideceğiz sanırım.''

Hızlıca yerinden doğruldu Fecra. Dağılmış saçların içinde gözlerini ovuyordu. Sandığının üzerine atılan gelinliğe bakarak doktora dikti gözlerini '' Sabah sabah bu neyin kabusu. Uyumak istiyorum. Kollarım her yerim o kadar çok ağrıyor ki, dün gece sen bana ne içirdin? Sanki tüm gece senle ben..''

Şaşkınlıktan gözleri, yuvalarından çıkacaktı Yalçın'ın. ''İmalarında kendini aşıyorsun Fecra Akay. Yarım saat sonra dışarıda ol. Seni arabada bekliyor olacağım.''

Aldığı emirle yüzü kızardı genç kızın. Dilini ısırdı. Bu sıra fazla açık konuşur olmuş fazla dili uzamıştı resmen. Laf yetiştireyim derken kendini zaman zaman aşıyordu. Hızlıca yataktan çıktı ve üzerinde ki beyaz geceliği çıkarıp hazırlandı. Omuzlarına saldığı saçlarını atkuyruğu yapmış, üstüne de siyah bir elbise giymişti. Yalının merdivenlerinden hızlı adımlarla inerken uykulu gözlerle etrafını tarıyordu.

Güllerle donatılmış bahçenin patika yolundan ilerliyor Yalçın'ın aracına doğru giderken boğazın gürültülü sesi kulaklarına doluyordu. '' Nereye gidiyoruz? Çiftlik derken şehir dışına mı çıkacağız? Diye soran Fecra ön koltuğa geçti.

'' Samandıra'ya gidiyoruz. '' Diye cevap verdi Yalçın ardından aracını çalıştırdı.

'' Fazla uzak değilmiş. Peki kaç gün kalacağız? Diye sorularına devam eden Fecra adamın kaşlarının çatıldığını görünce hemen sustu. Ara yoldan caddeye doğru aracını ilerleten genç adam babasını arayıp evden çıktığını söyledi. Tüm gece akrabalarda kalan ailesine gülsün mü ağlasın mı bilemiyordu. İlk gece evde yalnız kalsınlar diye en ince detaya kadar düşünüp evden gitmiştiler. Yarında evden çıkınca haber verirsiniz diye tembihte bulunan Ayşen hanım oğlunun hayatına burnunu sokmaya başlamıştı bile.

'' Ben küçükken şu Marmara depremi olunca annemler beni, evde unutmuştular biliyor musun? '' Diye bir konu açan Fecra'nın canı sıkılmıştı.

'' Ee ne zaman anlamışlar unuttuklarını?

'' Eve yeniden girip beni yatakta uyuduğumu gördüklerinde anlamışlar. '' Diye cevap veren Fecra '' Acaba evlatlık mıyım diye çok test yaptırmak istedim. Şu DNA testinden ama kısmet olmadı.'' Dedi .

'' DNA seni kesmez. Sana dana desti yaptırmak lazım.'' Diyerek gülümseyen Yalçın, kızın damarına bilerek basıyordu.

'' Sen yaptırmışa benziyorsun. Nede olsa öküz soyundan geldiğine göre. ''Diye imasında bulunan Fecra, birden dilini ısırdı. Kendine dönen gözlere değil, devamlı önüne bakıyordu şimdi. Son gafı adama değil direkt babasına gönderilmişti. Sinirden direksiyonu sıkan Yalçın sadece sabır çekti. La havleleri çeke çeke bir saatlik yolu bitirmek için devamlı gaza basıyor bu kızın çene çalan dudaklarını bantlamak istiyordu.

Uzun yolculuğun ardından nihayet çiftliğe giriş yaptılar. Etrafı ağaçlarla donatılmış yerin ortasında aracı durduran genç adam arabadan inerek yönünü eve çevirdi. Sazlıkların içinden taş örgüyle donatılan çiftlik eve doğru yürüyüşe geçti.

O anda araçtan inen Fecra, adamı takibe aldı. Elma ağaçların altından geçerek alabildiğince açılan geniş araziye baktı. Yeşil alanda otlayan onlarca atlar biri tarafından yönetiliyordu. Taş döşenmiş yolda adım atarak evin kapısına doğru ilerlediğinde'' Bu atlar senin mi? Ne çok at var.'' Diye sordu.

'' Eskiden babam tarafından yönetiliyordu burası. Yaşlanınca bana kaldı. Benim bir mesleğim olduğu için başlarına bir aile geçirdik. Şimdi görmüş olduğun bu çiftliğe onlar bakıyor. Bende arada gelip göz gezdiriyorum işte.'' Diye cevap veren Yalçın evin tahta kapısını açtı. '' Hadi gel de yemek yiyelim. Öğlen oldu ve biz hala kahvaltı yapamadık.''

'' Evet kurt gibi açıktım.'' Diyerek içeri giren Fecra, ahşapla kaplanmış duvarlara bakarak öne açılan odaya geçti. Salonun ortasına bir kahvaltı masası hazırlanmış ve bu masanın üzerinde bir tek kuş sütü eksikti. Her türden peynir ve zeytinlerle çeşit çeşit ekmeklerle donatılmıştı. Ayakta dikilen hizmetli kız masanın başında bekliyor güler yüzle çifti selamlıyordu.

Baş sandalyeyi çekerek masaya kurulan Yalçın, fincanına çay doldurulmasını isteyince Fecra'da masaya geçti. Hizmetli kız elindeki porselen demlikle ilk önce evin hanımına ardından da beyefendisine çay ikram edip geriye çekildi.

Salonun koltuklarıyla beraber yer kaplamaları ve pencerelerin pervazlarına kadar her şeyin ahşaptan olduğunu fark eden genç kız etrafı inceliyordu. Oturdukları sandalyeden masaya kadar her şey marangozun elinden çıkmış gibiydi Salonun köşesine kurulan bir tek şömine tuğladan örüldüğünü ve bu şöminenin büyüklü karşısında evin mimarisine içtenlikle hayranlık duydu.

'' İnsan burada kaldıkça gençleşir. Ne kadar güzel bir ev burası.'' Diyerek peynirini çiğneyen Fecra '' Burada bir ömür kalsam sıkılmam.'' Dedi.

'' Güzel yer.'' Diye onu onaylayan Yalçın'' Hadi çabuk tabağındakileri bitir de seninle yarış yapmak istiyorum.'' Dedi çelimsizce gülümseyerek.

'' At yarışı mı? Diye sordu genç kız gözleri yuvalarından çıkmıştı.

'' Evet.'' Diye cevap veren Yalçın, büyük lokmaları midesine indirip yutkundu. '' Dün yanılmıyorsam at yarışı yaparız demiştin.''

'' Hi evet demiştim.'' Diyerek onay veren Fecra'nın etekleri tutuştu. Çocukken üzerine binip de yarış yaptığı tek hayvan eşekti. Dedesinin köyünde birçok eşeği kırbaçlayarak üzerinde dörtnala koşturmuş dere bayı demeden yarış yapmıştı. Ama at eşeğe benzer miydi? Eşekte gösterdiği hakimiyeti atta da gösterebilir miydi?

Kendinden taviz vermeyen genç kız kocasının istemsiz gülüşü karşısında çabucak yemeğini bitirdi. Eşeğin üzerinde durabiliyorsa atın üzerinde de aynı şekilde kalmaya çalışacaktı. Sadece birkaç santim daha yerden yüksekte olacaktı o kadar. Hem eşeklerde atlar gibi, tekme atıp ısıran hayvanlar değiller miydi? Yeri geldiğinde köpek kediden, kedi fareden korkmaz mıydı?

'' Hadi kızım şu doktorunun karşısında daha fazla yerlerde sürünme. Onunla öyle bir yarış ki aklı başına bir yılda ancak gelsin.'' Diyerek kendi kendine söylenen Fecra, binici kıyafetini üzerine geçiriyordu. Siyah çizmelerinin ve bacağına geçirdiği siyah pantolonun içinde kendine şöyle bir baktı ve saçlarını dağıtarak yeniden atkuyruğu şeklinde kırmızı tokasıyla bağladı.

Eldivenlerini ellerine geçirip kendine duyduğu gururla evden çıktı. Çiftliğe doğru yürüyüşe geçtiğinde Yalçın'ı uzak mesafeden görebiliyordu. Beyaz bir atın üzerinde yelelerini okşayan adama doğru ilerledikçe bacaklarına bir titreme saplandı. Atların boyu eşeğin iki katı kadar uzun ve heybetliydi. Dedesinin yaşlanmış eşeğini sürmeye benzemeyecekti at sürmesi.

Önünde üç atın yemini veren seyis kıza başıyla selam verdi. Sonrada açık mecrada otlayan atların içinden hangisine binmek istediğini sordu. Eliyle gösterdiği atların cinsinden başlayıp huylarına kadar bilgi veren seyis '' Şu görmüş olduğun İngiliz.'' Diyerek sürüden ayrı otlayan siyah yeleriyle otları süpüren atı gösterdi. '' O attan başka diğer tüm atlara binebilirsin.''

'' Neden çok mu hırçın?'' Diye sordu merakla Fecra ata gözlerini çevirmiş içten içe dua etmeye başlamıştı.

'' Hayır aksine çok mazlum bir hayvan. Bura da görmüş olduğun tüm atlardan daha sağlam koşar. Ama Yalçın bey sizin binmenize izin vereceğini sanmıyorum.'' Diye devam eden seyis kızın merakına düşkün olduğunu anlayamadan devam etti. '' İngiliz, adını Yalçın, beyin ilk eşinden aldı. İngiliz bütünüyle Melek hanıma bağlı bir hayvan! Yalçın bey binmenize izin verse bile at sizi üzerinden atabilir.''

'' Hayvan yani sonuçta nerden anlar ki sahibini? Ya da bir başkası binince neden huysuzlaşsın ki? Ben bu ata binmek istiyorum.'' Diyerek kararını İngiliz'den yana kullanan Fecra doktora baktı. '' Kocam binmeme elbette izin verecektir.''

'' Ah af edersiniz. Ben ben bilmiyordum. '' Diyerek mahcup duruma düştü genç seyis. '' Yalçın bey evlenecek dediler ama biz pek inanamadık. Yani özür dilerim. Elbette hemen istediğiniz atı getiriyorum.''

Yanından uzaklaşan gence bakan genç kızın siniri yerinden oynamıştı resmen. Sonuçta bir hayvan nasıl ölen birinin ardından yasa girecekti ki? Üstelik Yalçın, ata binmesine izin vermezse, onunla asla yarış yapmayı kabul etmeyecek ve bu at zırvalığından bu şekilde sıyrılmış olacaktı. Son anda at yarışından bu şekilde sıyrılacağına emin olduğunda gözlerine gülümseme oturdu.

Otların içinden çıkardığı İngiliz'i Fecra'nın yanına sürüyen seyis Yalçın, beye seslendi. Karısının bu ata binmek istediğini söylediğinde genç adamın yüzünde soğuk ifade belirmişti. Yakın bir yerden doktoru izleyen genç kız kaşlarının çatıldığını durduğu yerden görebiliyor, ona dönen sert bakışların altında izini duymak için sabırsızlanıyordu.

Seyisle arasında geçenleri duymakta zorlanan Fecra, adımlarını İngiliz'den tarafa atarak otların içine daldı. Sıcak havanın altında atların parlayan tüylerine baka baka başakların içinden ilerledi. En sonunda arada ki mesafeyi çabucak bitirince atın üzerinde ki Yalçın'a '' İzin vermiyorsun değil mi? Alacağın olsun. Bundan sonra ne kadar yalvarırsan yalvar ısrar etsen de dahi seninle asla yarış yapmam.'' Diye bağırdı.

'' Kim demiş izin vermeyeceği mi? Hadi bin atına. Seninle yarışmak için sabırsızım.'' Diyerek gülen Yalçın atının boynundan sıkıca tutmuştu.

'' Ya öylemi.'' Diyen Fecra'nın sesi içine kaçtı. Artık geri dönemez adamın kendisiyle alay etmesine göz yumamazdı. O an da yanlarına gelen seyis İngiliz'in başını severek uysallaştırmaya çalışıyor atın eyerini işaret edip bindirmek için pozisyon ayarlıyordu.

Derin nefesle atın üzerine geçmeye hazırlanan Fecra'nın yüreği üç buçuk attı. Atın gözlerine bakarak yelesine dokununca huysuzluğunu gördü. İliklerine kadar saplanan ürpertinin içinden çıkmak için seyisinin yardımıyla atın üzerine bir hamleyle geçti. Şu an atın üzerindeydi ve atın yuları seyisin elindeydi. Boynunu hafif hafif okşayan genç kız ardından yuları da eline aldı.

'' Hazır mısın? Diye sordu Yalçın usulca atını kızdan tarafa yaklaştırdı. '' Kaç tur atıyoruz?

'' Bilmem.'' Diye sevap veren Fecra atın dizginlerini sıkıca tutuyordu. Bir anlık öz güvenle yarış yapacağını düşündü. At gerçekten de çok uysal ve durgun duruyordu. '' Beş tur nasıl olur?

'' Kendine çok güveniyorsun Pinokyo burun.'' Diye imada bulunan Yalçın o anda gözlerinin önünden şimşek hızıyla İngiliz'i süren kızın peşinden atını koşturdu. '' Demek çok iddialısın?''

'' Evet.'' Diyerek atın karnına ayaklarını vuran Fecra, yüzüne çarpan rüzgarla uçtuğunu sandı. At çok hızlı ilerliyor kocasının sesi çok uzaktan duyuluyordu. Geniş arazinin içinde tur atan İngiliz, homurdanarak tırslıyor karnına gelen her darbeyle hızını yükseltiyordu. Atın dilinden anlamayan Fecra, eşeğe yaptığı muameleyi atta denemeye kalkıştı. Bir elinde tuttuğu kırbacı İngiliz'in arkasına vurunca at daha da hırçınlaşıp şaha kalktı ve ardından hızlıca koşmaya devam etti.

Koşan ata yetişmeye çalışan Yalçın, kızın hızına şaşırmıştı. Atın üzerinde zor hakimiyet kurduğunu görebiliyor atın huylandığı darbeyi arkasına indirdiğini gördükçe sesini yükseltiyordu. Lakin onu uyarmasına rağmen Fecra onu bir türlü duymuyordu. Açılan mesafeyi kestirmeden devam ederek bitirmek zorunda kalacaktı. Eğer kız bu şekilde atı sürerse sonunu düşünmek dahi istemedi.

Atın üzerinde durmaya çalışan genç kızın bacaklarına, bir müddet sonra kramplar girmeye başladı. At çok hızlı ilerliyor arkasına başını her çevirdiğinde ne doktoru ne atını göremiyordu. Aldığı zaferle gözleri sevinçle açıldı. Elde ettiği üstünlükle atın hızını düşürmeye karar verdi. Bundan sonra yürüyerek de gitse asla adam onu geçemezdi. Duyduğu gururla İngiliz'e seslendi onunla konuşmaya çalıştı. Güzel sözlerin aksine başka yöne adımlarını atan at, karşısına çıkan çitlere doğru şaha kalkarak kişnedi.

Atın boynuna sıkıca sarılan Fecra, atın ikince kez şaha kalkışında elleri yelelerden ayrıldı. İngiliz'in üzerinden sertçe yere düşen genç kız doğrulmaya çalıştığı o anda başına bir tekme geldi. Aldığı ağır darbeyle görüş mesafesi bulanıklaşıp kararmaya başlayınca bilinci birden kapandı

Dörtnala koşarak kızdan tarafa atını süren Yalçın, İngiliz'i tek başına bir kuytuda otladığını görünce içine endişe bastı. Atının hızını arttırıp çiftliğin her yönüne bakarak yaralı eşkal aramaya koyuldu. Otların içinden, ağaçların arasında beliren bir renk görmeye çalışırken, çiftliğin arka kısmına doğru ilerledi. '' Allah'ın cezası neredesin.'' Diye homurdanarak baktığı hiçbir yerde kızı göremeyince yönünü eve çevirdi.

Atın dizginlerini sıkıca tutmuş havada uçarcasına ilerleyen Yalçın, çitlerin yanından eve yaklaşırken, bir siyah gölge gördü. Dikkat kesildiği yere otların içinden çitlere doğru süratle ilerledi. Çalıların içinde yatan varlığın pantolonuna gözleri takıldığında düşünmeden attan indi.

Saçına yüzüne gelen başakların içinde baygın yatan Fecra, iniltiler içinde kaşından kan sızıyordu. Yüzüne eğilen genç adam boynuna elini götürüp damarının atıp atmadığına baktı. Aldığı sonuçla yüzünün gerginliği anında geçmişti. Allah'tan yaşıyordu. Bir yeri kırılıp kırılmadığını da ancak kendine geldiğinde öğrenecekti. '' Ah Allah'ın cezası ah! Ne işin var otların, çalıların içinde.'' Diye homurdanarak kızı kucağına alan Yalçın, atına doğru yürüdü.

Kendi kendine bir şeyler mırıldanan kızı ata bindirmekten kaçındı. Başından aldığı darbe yüzünden durumunu gözlemlemesi gerekecekti. Eve kadar başını omuzlarında tutarak mecburen kucağında taşımaya başladı. Arada iniltiler çıkaran Fecra, yavaş yavaş gözlerini aralayınca top gibi adamın kollarında sıçradı. '' Ah başım başım, hey ne yapıyorsun?

'' Seni taşımaya çalışıyorum.'' Diye memnuniyetsizce kıza gözlerini diken Yalçın '' Çok ağırsın. Bence beş kilo vermen lazım!'' Dedi öfkeli şekilde.

'' Ben bir kere balık etliyim kilolu değilim. Ah başım çok kötü. Hem sen aptal atına niye bindirdin beni. Öyle bir tekme attı ki, bir anda kendimi beş katlı binadan düştüm sandım.''

'' Atlarla yarış yapıyorum diyen sensin. Atın üzerinde duramayacaktın o zaman neden bindin? Diye bağıran Yalçın kızı kucağında taşımaya devam ediyordu.

'' Sen o ata bin dedin. Eğer demeseydin....''

'' O ata binmek isteyen sendin. Bende izin verdim.'' Diye cevap veren Yalçın kızı pat diye kucağından attı. '' Kürek kadar dilinle benimle yarış yapacağına azcık susmayı dene.''

'' Benim kürek kadar dilim yok.'' Diyerek yerden toparlanmaya çalışan Fecra'' Asıl beni konuşturanlar utansın.'' Dedi başını eliyle tutarak.

'' Konuşmanı istemiyorum. Benimle konuşmak zorunda değilsin. Beraber geçireceğimiz lanet bir yıllık evliliği odandan çıkmadan da bitirebilirsin. '' Diye hüküm veren genç adamın asabı bozuldu. '' Eve geçelimde şu yarana bakalım.''

''Ben seninle hiçbir yere gelmiyorum. Yaram benim yaram seni ilgilendirmez.'' Diyerek inat etti Fecra. '' Sanki ben çok mu meraklıyım senin gibi, zorba bir öküzle günlerimi geçiriyorum. Buna sen zorladın. Bana başka cezalar verebilirdin ama sen direkt evlenmek istedin. Neden ha neden?

'' Çünkü ben, '' Sustu yalçın. Alev alev açılan kızın gözlerine öfkeyle bakıp '' Çünkü ben senin gibi yalan konuşmuyorum. Çünkü ben sevdiğim kadına ihanet etmiyorum. Seviyorum anladın mı? Senin beyninin almayacağı şekilde onu seviyorum. '' Diyerek bağırdı.

'' Kimi seviyorsun? Diye sordu Fecra alayla gülerek. Sudan çıkmış balığa dönmüş şaşkınlıkla adamın ne zırvalayacak diye merak ediyordu. ''Sevdiğin kadın ne alaka? Hem seviyorsan sevdiğin kadınla evlen banane. Beni niye bulaştırıyorsun?''

Sinirle güldü Yalçın. Saçlarına elini geçirip kıza dikti gece kadar kara gözlerini. '' Ölümün soğuk elleri onu benden almasaydı zaten seninle evlenmezdim. O yaşasaydı sana ne diye evlenme teklifi edeyim ki? Kırdığın yumurtalar yüzünden mi? Hıh bu .çok komik. Keşke Melek bu dünyada olsaydı da bir on koli daha kırsaydın arabama.

'' Sen hala o kadını mı?'' Diye kaldı genç kız. Adamın acıya bürünen gözlerine bakarak '' Ama o ölü ve sen hala....''

'' Evet doğru söyledin hala seviyorum.'' Dedi Yalçın büyük inançla. ''Seninle de sadece annemle babamın baskıları yüzünden evlendim. Kırdığın yumurtalar senin bana karşı koymanı engelleyen tek nedendi. Şimdi anladın mı beni?

'' Anladım.'' Dedi Fecra içi burkularak. '' Çok iyi anladım kara şövalye.''

................................bölüm sonu......

Okuyan ve bölümü seven herkesten şiddetle yorum ve beğeni bekliyorum. Arkadaşlar durum beğenileri gün geçtikçe yükselecegine düşüyor ve buda beni çok üzüyor. Emek veriyorum sonuçta okuyanları görmek istiyorum. Sayfamda o kadar hayalet okuyucu var ki ben ne yapacagımı bilmiyorum. Daha duyarlı olup en azından begeninizle bir kaç sözünüzle sesinizi çıkarırsanız bu beni yazmaya aşılar. Diğer türlü şevk kırıcı oluyor. Ben begeni sınırı koymak istemiyorum hiç bir hikayemi şarta dökmek istemiyorum. Ama bu şekilde devam etmekte beni üzüyor. Ne yapacagımı bilmiyorum Umarım sesimi dıuyarsınız canlarım. Allah'a emanet olun tekrar herkese büyük geçmiş olsun. Saygı ve sevgilerimle Dilruba

BİR AŞK MEVSİMİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin