..BİR AŞK MEVSİMİ 13 BÖLÜM...

14.7K 718 19
                                    

........BİR AŞK MEVSİMİ 13 BÖLÜM...............

Bir tutam sen,
Ve
Bir tutam ben,
Kattığın her şey yaşam,
Gerisi ara öğün!

......13 bölüm..............
Evlilikleri çıkmaza girmişti. Fecra, kocasıyla sevgilisi arasında kalan zavallı bir mahlukattı. Bir gözüyle Ömer'e gözlerini dikmiş bir yandan da Yalçın'ı gizliden süzerken telefon çalıyordu. Aranan kişi kocasıydı ve bir anlık baktığı ekranda ne gördüyse '' İki dakika müsaade,'' diyerek yanlarından ayrıldı.

On, adım uzağa çekilen Yalçın'dan, fırsat bulan Fecra, eski sevgilinin gülen gözlerinde samimiyeti göremeyince '' senin ne işin olur kocamla? Allah aşkına senin derdin ne? Diye sordu şüpheyle. ''Ne istiyorsun bizden?''

''Aramızdan çekilmesini isteyeceğim sevgilim.'' Diye karşılık veren Ömer, durgun bir ifadeyle Yalçın'a döndürdü gözlerini. Kendine öz güvenle başını dikleştirip kıza tekrar dönünce, mavi derinliklerini kısarak tatlı bir edayla gülümsedi.'' Onu sevmiyorsun. Ne kadar inkar etsen de sen, hala beni seviyorsun. Bunu gözlerine bakınca hissedebiliyorum...''

'' Sen, ne dediğinin farkında mısın? Ben evliyim, üstelik senin dediğinin aksine kocamı deliler gibi seviyorum.'' Diye bir çırpıda karşılık veren Fecra, şaşkınlığını gizleyemedi.'' Defol buradan. Eğer defolmazsan..''

Ömer, alay dolu bir bakışla kıza yaklaştı. '' Evet defolmazsam... Eski sevgilini bir anda bırakıp, sevgili kocana gittiğini anlatırım mı diye korkuyorsun?. Yada bütün gün seviştiğimiz anları.. Söylememden mi korkuyorsun Yalçın Akay'a?''

'' Sen, sen sen..'' Dedi kaldı Fecra, içine korkular basarak başına ağrılar saplandı. Karşısına dikilen adamı bunca yıl boyunca nasıl sevebilmişti? Nasıl da bir anda çirkinleşmişti gözünde. Nasılda ezilmek için yaratılan bir böcek oluvermişti iki saniyede '' Sen, benim elimden başka hiçbir hücreme dokunmadın gerizekalı. Sen, bunları bile bile bana bunları nasıl söylersin! Sen, bana iftira attığının farkında mısın?''

'' Kocan bu şekil düşünmez ama.'' Diye devam etti Ömer, soğuk bakışlarla. '' Seni seviyorum Fecra, seni geri almak için elimden gelen her şeyi yapabilirim. Seni kaybettim ama geri almasını da iyi bilirim.''

'' Vay be.'' Diye alayla güldü Fecra, sonra kollarını göğüs altında birleştirip acıyan gözlerle yüzüne baktı.'' Zaten bende ülkeler arası çarpışılan ve tüm dünyanın göz diktiği, şahane eseri alabilmek için mücadele edilen İstanbul'um! Bombala bakalım bombalayabilirsen! Elinde ki tüm füzelerini, tüm mermilerini üzerime saç bakalım saçabilirsen! Ne yaparsan yap Fatih Sultan Mehmet'imden, beni geri alabiliyor musun gör bakalım. Hadi dök mayınlarını yere döşe sonra, bak bakalım patlaya biliyor mu? Ömer efendi aç o gözlerini aç. Tren geçeli çok oldu. Bundan sonra bırak sana yar olmayı, ancak çocuğuma çeyrek altın takmak için karşıma çıkarsın.''

'' Çocuk mu?

'' Evet çocuk.'' Diye gülümsedi Fecra.'' Hamileyim. Daha çok yeni! Bir ay, bir haftalık. ''

'' Ama siz daha yeni evlendiniz. Yani nasıl....'' Ömer, Zeynep'in ona dedikleriyle şimdi Fecra'dan, duydukları arasında ikileme düştü. Gerçekten hamile olabilir miydi? Ama evleneli henüz bir ay bile olmuş olmamış sonra nişanlık devri geldi aklına. Fecra, müsaade etmiş olabilir miydi? O kıymetli öpücüğünü ilk Yalçın'a vermiş sonra da ileri gitmiş olabilirler miydi? Bir yandan tatlı tatlı gülümseyen ve bir de telefon konuşmasını bitirmiş yanlarına gelen Yalçın'a bakıyordu şaşkın gözlerle. Kafası karman, çorman, ne diyeceğini bilemeden öylece ayakta kala kaldı.

'' Buyurun Ömer bey sizi dinliyorum. Bu arada işim var acele ederseniz sevinirim.'' Diyerek adama baktı Yalçın, yarı çarpık bakışla.

Önce Fecra'ya ardından doktora kuşkulu gözlerini diken Ömer, yutkunarak,'' Fecra, ile seni kutlamak istemiştim. Az önce eşinizden yeni bir haber duydum. Açıkcası biraz şaşırdım ama ne denilir ki hayatın kanunu bir yerde.'' Diyerek şüpheyle sordu.'' Fecra, hanım şaka yapmıyor değil mi? Yani siz ikiniz ve önünüzde uzun aylar boyunca yeni bir hayat gayesine daha atılacaksınız. Bu biraz yorucu ve sıkıcı olabilir ama sonunda değerli bir şeye sahip olmak oldukça heyecan verici olmalı.'' Diyerek adını anmak istemediği bebeği kastetti. Bebek kelimesini demek bile itici geliyordu.

'' Doğru.'' Diye onu yanıtladı Yalçın, sorulan soruyu asistanlık sanarak hem başıyla hem de gülen gözleriyle onay verdi.'' Teşekkür ederiz daha çok yeni ama eminim Fecra, bu zaman içinde durumuna alışır. Ve gayet keyifli günler geçiririz. Onu zor durumda bıraktığımı biliyor ama eminim sonunda bu hastaneden ayrılırken mutluluktan gözyaşı dökecek.''

Genç kız iki adamın karşılıklı düştüğü durumdan korkuyla gülümseyerek eşinin koluna girdiğinde Ömer'e göz kırptı.'' Her kadın zamanla alışır. Bende aylar sonra tamamen alışmış bir kadın olarak kocamı mutlu edeceğim '' Diyerek Yalçın'ın göğsüne çekildi. '' Çünkü benim her daim yanımda şövalyem, olacağı için çok şanslıyım. O benim tek şansım. Birde bulunduğum durum o kadar değerli ve kıymetli ki bazı anlarda ayaklarım, yere bile zor basıyor. Adeta göklerde uçar gibiyim. ''

Yalçın, kuşkuyla beline sarılan kıza baktı. Bu küçük fare neyin derdindeydi. Gerçekten yanında çalıştığı için mutlu ve sevimli görünüyordu. Saçlarına yaptığı topuzuna çenesi dokununca başını biraz daha yukarı kaldırdı ve karısı bu durumdan istifade ederek, burnunu boynuna dayayıp nefesini soludu.'' Sen değerlisin.'' Diye devam ettiği sırada Yalçın'nın bir kaşı şaşkınlıkla yukarı kalktı. Bu küçük Pinokyo burun, gerçekten ona tutulmuş muydu? Samimi sözleri, sıkıca tutan ellerinden kopmak mümkün değil, aksine bir sığınak gibi sarılan bedenle adeta ona ait olmayı diliyordu.

O anda Ömer, iki kumruya dönen ikiliye nefret ve kıskançlığın verdiği öfkeyle baktı. '' Bunu görebiliyorum. Müsaadenizle sizi daha fazla tutmayayım. Zaten işiniz vardı.''

Yenilmiş bir sporcu gibi yanlarından uzaklaşan adamın ardından genç kız zaferle bakıyordu. Hamilelik yalanı işe yaramış ve saf kocanın konuyu bilmeden onay vermesi, bulunmaz hint kumaşını andırıyordu. '' Şimdi nereye gidiyoruz sevgilim?''

'' Sen deminden beri ne saçmalıyorsun?'' Yalçın bedenine yapışan kızdan şaşkınlıkla çekildiğinde, ela gözlerinden inatla tatlı bakışı silinmiyor ve her adımda içine ılık bir rüzgar savruluyordu. Sonbaharın yapraklarını yalayarak savuran soğuk, lakin üşütmeyen ılık esinti, damarlarına saplanarak içine doluyor ve farklı bir atmosfere sürüklüyordu.

Kız ölmüş bir bedeni istiyordu! Ona değerli bir hayat vererek canlandırmak ve içine bir bebek katarak, hayatında var olmayı ve şansımsın diyerek değerli olduğunu belirtiyordu. Ama neden? Hepsi ona sahip olduğu için mi yoksa gerçekten etkilendiği için mi? Bunu öğrenmesi gerekliydi.

'' Kafan yerine gelsin diye seni adaya götürmeyi planlıyorum. Şöyle ıssız bir kulübe bulsam, seni oraya kapatıp kolunu bacağını iple bağlasam ve aç susuz seni orada günlerce bırakıp İstanbul'a dönsem, ah ne iyi olurdu.'' Diyerek aracın kapısını açan Yalçın, düşüncelerle direksiyona geçti.'' Sokaktan aldığım kediyi bile evcilleştiririm ama sen evcilleşmeyen süpürgesi eksik bir cadısın. Sana ne desem boş.''

'' Beni evcilleştireyim derken kendin evcilleşmede ''Dedi Fecra araca girerken.'' Belki birbirimizle evcilleşiriz ha ne dersin? Senle ben belki adada yolumuzu kaybeder gemiyi kaçırırız. Düşünsene son vapur kalkıyor ve biz geceyi ıssız bir kulübenin içinde, yan yana bir sedirde geçiriyoruz. Gökyüzünde parlayan yıldızları seyrediyoruz ve ellerimiz birbirine umutlarla bağlanıyor ve en sonunda sen benim dudaklarıma şifa dağıtıyorsun. Sonra da....''

'' Açma şu çom ağzını.'' Diye onu uyardı Yalçın, aracını çalıştırırken, kanı tuhaf şekilde harekete geçerek sıcak akmaya başlamıştı. Yok bu kız gerçekten onu istiyordu. Tuhaf ama gerçekten hayatında var olmayı, her defasında sözleriyle dile getirmiyor muydu? Kafesin içinde esir edilen bir serçe gibi, kız tarafından kendini tutsak hissettiği anda kravatını çekiştirdi. Bir kaşık suda boğulur gibi boğulmaya başlamış, kanı beynine hücum ederek soğuk soğuk terleyen bedeni, Çin işkencesine direnmeye çalışıyordu. '' Seninle adada kaybolmayı bırak, aynı aracın içinde zor nefes alıyorum.''

'' Oksijen tüpü ister misin? ''

Ters ters kıza baktı genç adam resmen burnundan soluyordu. Ateşle barutun yan yana durmadığı buradan anlaşılırdı. Ya konuşan küçük dudaklarını öperek susturacak ya da kendi ağzını bantlayarak dürtülerine bir şekil mani olacaktı. . '' O oksijen tüpünü alırsam....Tövbestagfiriullah töbe töbe. Hay Allah'ım, onca kız varken neden bana en uzun dillisini gönderdin. Ya sen susturursun ya da ben keseceğim kökünden. Ne de olsa senin izninle doktor olan benim. Şöyle kolunu bacağını ikiye ayırıp yontsam, sonra da uzun burnunu dörde bölüp, burun estetiğinde kullansam. Geriye kalan son malzemeyi de verecek biri bulunur zaten.''

'' O eller çalışacağına keşke beynin çalışsa.'' Diyerek kollarını göğüs altında bağlayan Fecra, sinirle önüne bakıyordu. ''Dilimi keseceğine öpebilirsin mesela. Kolumu, bacağımı, kıracağına kucağın alıp sevebilirsin. Burnuma kurban ol dedem, beni fındık burunlu diye severdi bir kere! Sende öyle sevip bir öpücük kondurabilirsin yani! Hele diğer organlarımı sana vereceğime direkt özel organ mafyasına biçtiririm daha iyi! Sen maazallah ciğerimi, böbreğimi alırken, bir sert bakışla eritirsin zavallıları. Ama kalbimi kimseye vermem.''

'' O niye?'' Diye soran Yalçın, yan yan baktı susan kıza. '' Yoksa sahibi mi var?''

Birden irkildi genç kız tüyleri diken diken olmuş gözleri irileşmişti. Soruya cevap vermek yerine ilk önce Ömer'i düşündü. Mazide kalan anıları, zihninde canlandırıp ruhunda hissetmeye çalıştığı esnada içi dipsiz kuyuları andırdı. Boştu hem de bom boş. Oturdukları bir bankta karşılıklı dondurma yiyişleri ve sokak aralarında bisiklet sürdükleri anları düşlerken, bir gece yarısı aynı anda başlarını yukarı kaldırıp yıldızları seyrederek, ayın üzerine çıkmayı hayal ettikleri anları hatırladığı halde kalbi atmamıştı.

Bir şeyin ters gittiğini anlaması geç olmadı. İçine sıkıntı basmış, ruhu heyecanla dolmuyor ve bir zamanlar hayaliyle yaşadığı aşk, şimdi kalbinde tutkulu bir sevinçle atmıyordu. Elini şüpheyle göğsünün üzerine koyup aşık olduğu okyanus mavilerini hissetmeye çalıştı. Ama gerçek aynı gerçekti, aksine yok oluyor ve hiç değişmiyordu.

Geçmişte kalan her şey gözünde tatlı bir masal gibiydi sonra başını aniden kocasına çevirince onunda ona küstahça baktığını gördü. Siyah saçların arasından dökülen yakışıklı suratını hayran hayran izlerken, bu hayran dolu bakışlar gece siyahı gözleri takip etti. Tıpkı siyah pelerinle kaplanmış gökyüzünde yanan bir ışık gibiydi. Bakmaya kıyamayacak kadar değerliydi, belki de bakmak için cesaret gerekliydi. Samimiyet akan gece vadilerden bakışları, geniş omuzlarına kayınca yutkundu.

Güven verici omuzlarda ölmüş eşini yatırmış ve onun aşkıyla sımsıkı sarılmıştı. Genç kızın birden ela vadileri doldu. Bir kere bile teselli amaçlı dahi olsa kocası geniş omuzlarına alıp sarmamıştı. Peki nasıl bir histi?

'' Kim?'' Yalçın, ukalaca sırıtarak koltuğa gömüldüğünde tek gözüyle bir yandan yola diğer taraftan da kıza gözdağı verdi. ''Bak eğer evliyken beni aldatıyorsan yeminle seni boğarım. Benimleyken kimseye bakamazsın! Kimseyle samimi olup beni boynuzlayamazsın!''

'' Sensin!'' Sesi panik ve heyecanla çıkmıştı. Fecra'nın kalbi şimdi korkuyla çarpıyordu. Ömer'de atmayan kalp şimdi yalan dolu itirafla kabuğundan çıkmış bir civciv gibi, delice kanat çırpıyordu. '' Kalbimin tek sahibi sensin.''

Seyir halinde giden araç ani firenle birden durunca kızın kafası öne savruldu. Korkuyla kendini ön camdan geriye çeken Fecra, buruşan yüzüyle elini ovdu. ''Öldüreceksin beni!''

'' Yalan konuşmayı kes.'' Diye bağırdı Yalçın, direksiyona bir elini dayamış kıza kudurmuş köpekler gibi bakıyor.'' Sen az önce ne dediğinin farkında mıydın? Allah'ım sabahtan beri normal değilsin ki söyle ne içtin? Ne içtin ki şimdi bu kadar ucuz bir yalanla karşıma çıkıyorsun? Senin ne bir kelimene ne de bir sözüne inanırım.'' Diye devam ederken Fecra'yı kahkaha bastı. '' Kadir İnanır senin neyin oluyor kuzum.''

'' Ben kuzu değilim Fecra, ben insanım insan.''

'' Ona ne şüphe, bir tek boynuzların eksik kalmış koçum.'' Diye inadına çıkış yapan Fecra, gülerken karının tutuyordu.'' Söylesene annen seni nerede doğurdu. Söyle de ona göre sana altın mı yoksa çan mı takayım .''

Kıza söz geçiremeyeceğini anlayan Yalçın, tekrar aracı çalıştırdığında resmen burnundan soluyor ve kızdan yöne bir kere bile bakmadan sahilde doğru ilerliyordu. İstikamet gemilerle dolu Üsküdar sahiline geldiklerinde, aracın ön koltuğundan öfkeyle inip direkt bilet satış alanına yürüdü.

Fecra,'nın gülmesi durmuş şimdi sakin sakin ardından yürüyor ve arada etrafa bakarak simitçi arıyordu. Sabahtan beri verdiği eforlar karnını acıktırmış ve adamın yine en hassas köşelerinden vurmuştu. Bu gidişle kesin yalancılık konusunda yalancı çoban tarafından madalyayı takılırdı.'' Simitçi görüyor musun sevgilim.''

'' Bana sevgilim demeyi kes.''

'' Hah şurada gördüm.'' Diyerek kocayı kalabile almadı genç kız ve koşar adımlarla simitçiden iki simit alıp geldiğinde insanlar kuyruk yaparak gemiye geçmeye başlamıştılar. '' Biz neden adaya gidiyoruz?''

İştahla simidi ısırarak yiyen karısına yandan bakan Yalçın, elinde ki simitten çekiştirip ağzına attı.'' Seni boğmak için. Sonra da cesedini bir çiftliğe gömer senden ebediyen kurtulurum.''

'' Melekten kurtulduğun gibi mi?'' Fecra, hemen dilini ısırdı. Ağzında çiğnediği lokmayla öylece karşısında heykel gibi, kalan adam sessizleşmiş adeta iki saniyede ıssız adam oluvermişti. Etrafından insanlar karınca misali gelip geçiyor ve kocası hüzünlü gözlerle başını öne eğdiğini görünce'' Özür özür dilerim, öyle demek istememiştim....'' Diye telafi etmeye çalıştığı sırada kalbi burkuldu.

Yalçın, hırsla yanından çekilerek gemiye bindiği sırada sıktığı yumruğunu arkadan fark ettiğinde genç kız hızlı adımlarla ona yetişti. Lakin diyecek hiçbir sözü kalmamıştı. Kocası dalgın bakışlarla geminin yan demirlerine dayandı ve elinde ki simidi havada uçan kuşlara yem ediyor ve içinde ki pişmanlığı bir vadiyi yutacak kadar artıyordu. Fecra, usulca yan tarafına geçerek koluna şefkatle dokunup kasılmış yüzüne baktı. '' Keşke dilimi eşek arısı soksaydı da demeseydim. İnan çok üzgünüm ben böyle demek istememiştim.''

Yalçın, cevap vermek yerine susmayı tercih etti. Kıstığı gece gözleriyle devamlı denize bakıyor ve havada yığılarak uçuşan martıları izliyordu. İki elini de demirlere dayayarak adeta Fecra'yı yok saydı ve öylece uzaklara dalarak içinde uçuşan ılık melteme küfür savurdu.

Pişmanlığın içinde yüzen genç kız onu ikna edemeyeceğini anlayınca yanından çekilemedi. En azından yalnız bırakmaya kalbi dayanmayacak kadar azapla atıyordu. Masmavi gökyüzüyle aynı renk denizin deryasını yararak ilerleyen gemi, adaya yelken açmış ağır ağır konuklarını Büyük Adaya taşıyordu. Gökyüzünde bağırarak uçuşan kuşlar ve denizin hırçın dalgasının arasında dakikalarca boğuşan gemi, ilerledikçe daha fazla dalganın içinde gömüldü. Gün öğle vaktine kaydıkça zaman ilerlemeye ve denizin dalgası git gide şiddetini arttırmaya başladı.

Korkuyla demirlere yapışan Fecra, aldığı darbelerle bir sağ bir sola manevra yapar gibi, gemi yatarken sıkıca tuttuğu demirden elleri birden koptu. Ayağı yerden kesilip yüz üstü kocasının ayaklarına kapaklandığında acı çığlık atmıştı. Kafasını kızdan yana inatla çevirmeyen Yalçın, o anda duyduğu acı çığlıkla sıçradı yerinde. Ayakta dikilen karısını ayaklarının dibinde gördüğünde şaşkınlıkla dona kaldı ve hemen yere eğilip bileğinden tuttu.'' Tamam tamam seni affettim, ayaklarımı öpmene gerek yok Pinokyo burun.''

İki kolundan tutarak ayağa diktiği kızı kuytu demirlere çekerek kızarmış bileğine baktı. O sırada duyduğu acıyla bacağına eli giden Fecra, duyduğu sızıyla yüzünü buruşturdu. Yere çakılmış kalın demirin üzerine düşerken kalçasını sertçe bu demire çarpmış sonra da bileğinin üstüne düşerek incitmişti. ''Ayağım kaydı düştüm. Sen padişah mısın, ne diye eteklerini öpeyim? ''

'' Ee düşmez kalmaz bir Allah, öyle kocana kürek gibi dilini çıkarırsan böyle olur işte.'' Diye gülerek cevap veren Yalçın, avuçlarına aldığı bileği bıraktı. '' Önemli değil birazdan geçer.''

Fecra, öfkeyle karışık bir bakış attı kocasının sırıtan suratına ve bu haliyle bile çok çekici geldiğini fark etti. Yok alay değil resmen keyifle eğleniyordu. Sırtını dönerek geminin başka yönüne usul adımlarla demirlere yapışarak geçtiğinde sinirden deliye dönmüştü. Ömer'de atmayan kalbi, buz tutmuş gözlerde atıyor alayla sırıtışı bile samimi geliyordu.

Yalan, dolan derken, kayın validenin lafıyla kocayı çözmek isterken, gerçekten ona yakın gelmeye başlamıştı. Ava çıkan avlanır diye boşuna denmiyordu. Şöyle bir düşününce her ikisi de aşkı tadan iki insandı. Ve asla ihanet etmemişler ve kalplerinin kapılarını sonsuza kadar açıp sevgiye adanmıştılar.

Aradan geçen on beş dakikayı bulmadan limana geldiklerinde arapların içinde ağır ağır ilerleyerek sahile çıktılar. Gökyüzünde alev topu olan güneş üzerlerine altınlar gibi ışıldayarak dökülüyor ve önlerine uzanan yolun iki tarafında kurulu tezgahlarda aslı çiçekli taçlar gözlere çarpıyordu. '' Ayy çok güzel.'' Diyerek papatyalarla işlenmiş tacı eline alıp başına geçiren Fecra.'' Nasıl oldum?'' Diye sordu tatlı tatlı gülümseyerek.

Omuzlarına sırma saçlar dökülmüş ve siyah dekolteli elbisenin içinde alımlı duran kızı baştan aşağı süzen Yalçın, başına taktığı taca yönelerek çarpık kısmını düzeltti. Onu cevap vermek yerine parasını ödeyerek, yanında yürümeye başladığında karısı ona yan yan baktı.'' Evet, ya da hayır demek senin için çok zor mu?''

İnatla başını göğe kaldıran Yalçın, ağır adımlarla yanında suskunluğunu koruyarak yürüdüğü sırada Faytoncuların kuyruğuna ilerlediler. Ada o gün sıcaktı ve görkemle yapılmış evlerin dış mimarisi Osmanlı tarzında ve balkonları rengarenk kırmızı, beyaz ve pembe sardunya çiçekleriyle süslüydü.

Etrafına baka baka kuyruğa girmeden iki külah dondurma alan genç adam karısına aldığı dondurmayı uzatacağı anda vazgeçti. Gözlerine düşmüş saçından rahatsızlık duyarak geriye ittiğinde Fecra, ona büyülenmiş gibi bakıyordu. '' Teşekkür ederim.''

Kızdan elini çeken genç adam dondurmayı uzattı ve mutlulukla elinden alan karısı o anda kirli sakalla kaplanmış yüzüne öpücük kondurup geri çekildiğinde, çocuklar gibi eğlenerek dondurmasını yalamaya başladı. '' Beş yaşında bebek gibisin.''

'' Ama bu bebek sana kundakta bebek verecek.'' Fecra, fayton kuyruğun içinde dondurmayla ilerlerken Yalçın, yüzüne inen gerçekle gerildi. '' Bebek mi?''
**********************

Bebek mi? Ah bebekti ya. Yalçın'la benim gerçek olmayan sanal bebeğim. Ücretle aldığım ve adını Peruş koyduğum sanal bebeği beslemeye benzemezdi gerçek bebek doğurmak. Önce işlem gerekliydi. Biz Yalçın'la henüz işlemin ana maddesini kağıda döküp mürekkebin kalıntısıyla kalıplaşmamış bir elastik.

O bana bir dokunsun, bir tutkuyla öpsün ben adanın ortasında eşekler gibi anırır horozlar gibi ötmeye hazırdım. Aslında tavuklar gibi gıdaklardım da. Böyle bir şey olmayacağını bildiğim gibi, dokuz ay karnında taşıyacağım tek varlık, yirmi yıllık depoladığım yağ çuvalları olurdu. Allah'tan, diyetisyen başını aratmayan kaynanam vardı ama o benim yağlarım erisin diye değil o yağların yerinde bebek olduğunu hayal ederdi.

Faytonculardan birisi atını önümüze çekerek bizi davet etti. Korkak tavuk gibi, bana bakarak atladığım faytona geçen kara şövalyem, bu gün yürekli durmuyordu. Gülünü dalında unutmuş, kalbini geçmişinde gömerek karşıma çıkmıştı. Durmadan elini saclarına götürüyor ve bu hareketiyle acaba bitlendi mi diye içime kurt düşürüyordu. Annem şu an burada olsaydı, kesin taş kafasını kucağına alıp yatırır ve sonra da saçlarını tek tek ayırarak içine saklanmış sirkeleri çıtlatırdı.

Ah anama ne gerek var değil mi, burada gül gibi karısı dururken. Ben onun güzel başını kucağıma alır anam gibi sirkeleri çıtlatmak yerine siyah saçlarına öpücük kondururdum. Derin derin nefesler alıp veren şövalyeye doğru yelken açan bünyesi zayıf kalbim, ''verdiğin nefesin olayım'' Diyerek kendince saçmalamaya başladı.

Yalamaya devam ettiğim dondurmayla faytoncu harekete geçtiğinde, siyah atın haşmetiyle biz adanın içine doğru akarken bir el çeneme dokundu. Garip şekilde eli çeneme giden şövalyeye gözlerimin içinde yanan kalplerle baktım. Hafif dokunuşlarla çeneme dokunan elle ne yaptığını çözmeye çalıştığım sırada hiç gözlerime bakmadan '' Çikolata bulanmış.'' Diyerek burnuma pıt pıt vurdu. '' Burnun uzamaya devam ediyor.''

Haklıydı. Benim burun bu gidişle ümit burnunu geçip kulak, burun boğazcıya yönelecekti. Yanan suratımla şövalyeden bakışlarımı çekerek görkemli adanın evlerine gözlerimi diktim. Bütün evlerin beyaz, mavi, pembe ve kahverengi panjurlu camları vardı. Hepsinin dış mimarisi Osmanlı tarzı ve bahçeleri havuzluydu. Tezek kokan yollarda ilerleyen Faytoncu, atının her hızını arttırdığında bende yerimden oynuyordum. Ah keşke at yan yatsa da doktorum beni tedaviye alsa!

Keşkeler işe yaramazdı bu gidişle Yalçın'ın dış kapısının dış mandalı olur, paspasında sabahlayan köpeği olurdum. Gün hızla ilerlerken adanın içini, iki yabancı insan gibi, sohbet bile etmeden turlamayla bitirdik. Ne bir ayı çıkmıştı önümüze ne de bir yılan. Bu kadar talihsizlik nerede görülmüştü?

Ben Yalçın'la romantik bir an yaşamak için bile bile mi denize atlayıp boğulacaktım? Ah tabii ya neden boğulmuyorsun kızım? Adam doktor suni teneffüs derken, ah canım kıyamam ölmesin Melek gibi beni yalnız bırakmasın derken .... Tamam dedim içten içe. Yüzme bile bilmeyen ben kendimi denize atacak Yalçın, için ciğerlerimi feda edecektim. Düşün Yalçın, senin için ne zahmetlere katlanıyorum. Sonra yuttuğum suyun her damlasını burnundan fitil fitil getireceğim için şimdi eşeğe dayı demeliydim.

Sahil kenarında balık restoranlarına göz gezdiren şövalyeden ufak ufak denize doğru yürümeye başladım. Karşımda alabildiğince insanlar denize girmiş yüzüyorlar ve giydikleri mayolarla güneşleniyordular. Biraz daha koy ve sakin yer edinmeye başladım ve uçurum olan kısımları kontrol ediyordum.

'' Fecraaa.'' Diye seslendi şövalye. ''Gel canım bizim için balık hazırlıyorlar.

'' Efendim hayatım seni duyamıyorum.'' Dedim sırtım deniz gözlerim şövalyeyi görüyordu. '' Hava çok güzel kuşlar gibi uçmak istiyorum.''

'' Dikkat et düşeceksin.'' Diyerek eliyle denizi gösteren Yalçın'a yalandan'' Duyamıyorum seni.'' Diyerek biraz daha geri bastım.

'' Hay Allah'ın cezası kızım düşeceksin. '' Diye panikle benden tarafa yönelen şövalyeye gülerek geriye basarken bir ayağım boşa bastı. Ve muhteşem an! Önce başım, sonra da bedenim combur suya bodozlama dalarken, suyla olduğum yerin arasında ki mesafeyi ölçmek aklımın ucundan bile geçmemişti. Aklım Yalçın'da kalmış şimdi benim salak başım, suyun içine bir girip bir çıkıyordu.

Nefes almak mı? O zordu işte. Çocukken bacaklarıma kadar sıvadığım pantolonla köyün deresinde yüzmeye benzemiyordu dalgalı denizde yüzmesi. Su çok derindi. Ne tutunacak dalım vardı nede imdat diyen sesime yetişecek şövalyem. Aslında kara şövalyem vardı ama onun cebinden İphonesini çıkarması, gözünden gözlüğünü atması, bastığım kıymetli ayakkabılarını ayağından fırlatması zaman aldığına göre halen ortalıkta görünmüyordu.

Suya tutunan ellerim vücudumu geriye çekiyor ve tuzlu sudan yanan gözlerimi açamadığım gibi şövalyemin sesini yankılı duyuyordum. '' İmdaaattt.'' Diye bağırdım boğazım yanmaya nefesim tıkanmaya devam ederken. Boğulmak ne zor işmiş be diye düşünen aciz beynim, suyun içinden çıkamayınca kalbime korkular saplandı.

O anda ne Yalçın vardı aklımda ne de Ömer. Sadece yaşamak istedim. Sadece nefes alıp gökyüzüne bakmak. İlerisini hatırlamıyorum.

Gözlerimi, beyaz tavana bakarken buldum. Üzerimde soğuk bir çarşaf ve başucumda bir nefesin varlığıyla başımı çevirdim. Yalçın, korku filimden çıkmış gibiydi. Elleri elimde yüzüme öylece bakarken ben kedimi bulutların üzerinde hissettim. '' Öldüm mü? Yoksa bu bir rüya mı?''

'' Ölmek öyle kolay mı sanıyorsun!'' Diyerek kaşlarını çatan şövalyem kıstı gece gözlerini.'' Az kalsın boğuluyordun. Allah aşkına sen kafayı mı yedin? Körü körüne resmen suya düştün. Hem de bile bile.''

'' Kim ben mi? '' Diye titrek çıktı sesim.'' Ben sana karşılık veriyordum. Nereden bileyim arkamda deniz olduğunu.''

'' Çöl mü olacağını sandın. Ya sana yetişemeseydim, ya vurgun yeseydin, ya seni suyun içinden hemen çıkaramasaydım o zaman ailene ne derdim.'' Diye azarlayan şövalyem kızgındı.'' Seni buraya getirdiğime bin pişman ettin beni! Sayende gemiyi de kaçırdık ama dur hemen sevinme. Bu gece hastanede sabahlayacağız. Öyle pembe düşlerine yer yok bu hastane. Görüp yiyebileceğin tek şey koca iğnelerle dolu ilaçlar olacak..''

'' Ama ben...''

'' Ne sen ne!'' Diye sinirle söylendi gözlerime öfkeyle bakarak.'' Senin derdin ne? Delisin, hayatınla oynayacak kadar delisin hem de. Ölümle şaka olmaz bunu sana öğretmediler mi? Hayat sana bir kez verilir. Onu elinde oyuncak ederek ölümle oynuyorsun. Tıpkı bir çocuk gibi.''

'' Neden bu kadar kızgınsın? Alt tarafı bir kazaydı ve ben düştüm. Sen, ne yani Melek gibi öleceğimden mi korktun?'' Diye sordum ellerimden çekilen bileğine dokunarak.'' Gerçekten benim için korktun mu?''

'' Ne sanıyorsun? Elbette korktum.'' Diyerek bileğini çeken şövalyemin canı sıkkındı.'' Bir daha sakın arkana bakmadan yürüme. Ve sakın bana oyun oynama. ''Dedi göz dağı vererek. '' Oynadığın her oyunda canını alırım.''

Yakar topa dönüşen tehditiyle gülümsedim. Şövalye bildiğin odun bildiğimiz kalaslık kütüktü. Sırf onun için ölümden dönmüşüm o hale tehditler savuruyordu. Ama olsun odun her daim iyidir. Benim için yandığı sürece ziyanı yoktu.

O geceyi aldığım serumlarla sabahladım. Odanın içinde iki yatak vardı. Birine şövalyem bir diğerinde ben yattım. Pembe hayallerim yine gerçekleşmemiş oynadığım oyun Allah'tan hayatımla son bulmamıştı. Bu geceden sonra aklım başıma gelmişti. Artık ne Yalçın için ne de Ömer için intikam peşine düşüp oyun oynayacak ne de yalan söyleyip kendimi rezil edecektim. Artık bunlara bir son deme vakti gelmişti.

Ertesi sabah, sabahın dokuzunda hastaneden taburcu olup ıslanmış kıyafetlerimi yeniden üzerime geçirmiştim. Ceza vererek yeni kıyafet almayan ayıya kızmak yerine, bu sefer hatamı her yönüyle eleştirdim.

Aldığı birer simitle Üsküdar vapuruna bindik ve aradan geçen kırk beş dakika sonra limanda indiğimizde beni direkt evine bıraktı. Dinlenmemi ve bu gün iş için izin verdiğini söyleyerek hastaneye yol aldığında bende onun sözünü itaatkar tavrımla dinledim. Tüm günümü odamda yatarak, kitap okuyarak ve tv de flim izleyerek geçirmeye karar vermiştim. Ama gerçek filmi biz Yalçın'la beraber çekeceğimiz daha evvel söylenseydi az buçuk rujumu sürer fondöteni mi allığımı kullanır onun gözüne daha seksi gecelikle çıkardım.

Büründüğüm kırmızı renk yorganın altından ayının hırlama sesiyle fırladım. Odaya bir Smokinli şövalye gibi dalan kara şövalyem, kırmızı gülsüz bana yönelmişti. '' Doğru mu? Diye gürleyerek yorganı üzerimden fırlattı. Gözleri öfkeden dönerek alev topu olmuş ve dudaklarını sıkıca kapatarak nefesini zor alıp veriyordu '' Ömer, sevgilin mi? O adam senin sevgilin miydi?''

'' Bunu bunu nereden öğrendin?'' Diye sordum yataktan patlıcan desenli siyah beyaz pijamamla fırlayarak.'' Bunu sana kim söyledi?''

'' Demek doğru.'' Dedi şövalyem iki kolumu da avuçlayarak yerden jet hızıyla havalandırdı.'' Demek bana oyun oynadın! Demek dalga geçerek beni kandırdın!''

'' Canımı yakıyorsun.'' Diye debelendiğim halde şövalye beni değil öfkesine tutulmuş, rüzgarın şiddetiyle savuruyordu. '' Bak yeminle seni kandırmadım, sadece gerçeği söylemekten korktum.''

'' Neden korkacaksın ki? Kaybedecek neyin varda bana doğruları söylemekten korktun? Allah'ım birde o gece sizin tanışmanızı izledim tam bir salak gibi, tüm gece dansınızı izledim.''

'' Seni- seni kaybetmekten korktum.'' Diyerek yutkundum. Gözleri o kadar derin bakıyordu ki resmen içimi okuyup gerçeği sorguluyordu.''' Yemin ederim. Ben ben...''

'' Hala yalan konuşuyorsun.'' Diyerek beni yatağa fırlattı. ''' Hayatında bir kez de olsun doğruları söyleyemez misin? Dürüstçe onurlu bir şekilde konuşmayı bilmez misin?.''

Yatağın üzerinden doğrulup yüzüme her an tükürecek gibi, duran şövalyeye baktım. '' Peki ya sen?'' Diye sordum gözlerim sulanarak. '' Senin hayatında var olmak istediğimi bile bile hala bu inadın ne? Evet yalan konuştum. Ne deme mi bekliyordun? Yirmi yıllık çocukluk aşkım Yalçın Akay. Bir zamanlar onu çok severken, bu sevginin boş olduğunu ve benle yıllardır oynayıp dalga geçtiğini, beni sevdiğini söyleyerek sokaklarda kızlarla frik attığını mı söyleyecektim? Söyle sen olsan bunu bana diye bilir miydin?''

Deliye dönen gözler bir an bile kıpırdamayınca ben yanağımdan süzülen gözyaşıma elim gitti.'' Hem sen demiyor musun bu anlaşmalı evlilik, boş hayallere kapılma, benden uzak dur, bana sakın sevgilim deme diyen? Hani nerde benim özgürlüğüm? .Hem sen ölen karınla mutlu değil misin? Ne diye benim karşıma geçip benden hesap soruyorsun?''

'' Çünkü artık sen benim karım oldun!'' Diyerek nefesini yüzüme soluyan şövalyem'' Sana bir kez soracağım. Tek kelimeyle cevap vereceksin.'' Diyerek ciddiyetini korudu.

'' Tamam. Sor.''

'' Hala o adamı seviyor musun?'' Diye sordu beni yatakla güçlü bedeni arasında sıkıştırarak. Üflese yatağa düşecek kadar hassaslaşan bacaklarım korkudan tir tir titriyordu. Anında '' Hayır.'' Dedim kasılmış yüzünde, sulanmış gözlerimi gezdirerek.'' Beni aldattığını öğrendiğim gün, onu sevmekten de vazgeçtim.''

'' Sana inanayım mı?''

'' İnan!'' Diye inledim utanarak.'' Onu sevmiyorum.. Ben gerçek seven adamın kalbini sende gördüğümde, onun aşkının yalan olduğunu anladım. Sen farklıydın. Bir kadının hayatını değiştirip güzelleştirecek kadar büyülü bir şövalyeydin'' Diyerek elimi güçlülükle göğsüne götürdüm.'' Özür dilerim. İnan sende gördüm gerçek aşkın ne olduğunu! Meleği sevdiğini bile bile sana evet dedim.''

'' Kırdığın yumurtalar için evet dedin.'' Dedi şövalyem sözümü doğrulamak istercesine. '' Şimdi de durumdan istifade paçayı kurtarmaya çalışıyorsun.''

'' Bana inanmıyor musun?'' Diye sordum bu sefer de şaşkınlıkla.'' Yeminle doğruları söylüyorum eğer bana...''

'' Eski sevgiline hamile olduğunu da söylemişsin. Sana iki gün önce değil de daha evvel dokunmuş olsaydım, yeminle bu yalanına inanırdım.''

'' Ben ben...'' Paçası tutuşmuş bir zavallı gibi kollarına yapıştım.'' Beni tehdit etti. Seninle arama gireceğini, evliliğimi bitireceğini söyleyince bende mecbur kaldım.''

'' Bunu neden yapıyorsun? Neden durumumuzu zorlaştırıyorsun?''

'' Çünkü senin hayatını çözmek, senin dünyanda var olmak istiyorum.'' Diyerek normale dönmüş gözleriyle buluştum.'' Bana bir şans ver. Lütfen!''

'' Asla!'' Dedi kollarını ellerimden kopararak.'' Sana asla şans vermeyeceğim.''

'' Ama neden? Bak Meleği seviyorsun diye asla sana kızmam. Seni yadırgamam, onu çok kıskanırım ama seni asla bırakmam.''

'' Asla.'' Dedi kesin ve net biçimde.'' Bu konu burada kapandı.''

Yanımda birkaç adımla kapıya doğru ilerleyişini, kanıma saplanan yenilgiyle izlerken '' O zaman bende Ömer'e şans veririm.'' Dedim yüksek sesle. ' Herkes bir kez de olsa af edilmeyi ve şansı hak eder öyle değil mi? Ömer, benden defalarca şans ve af istedi. Eğer sen beni kabul etmiyorsan bende bu evlilik bitince ona dönerim. En azından o bana inanıp güveniyor. En azından o beni seviyor...'' Diye devam ederken şövalyem yıldırım hızıyla döndü.

Adeta baruta dönmüştü gözleri ve bozulmuş suratla hızla bana yaklaşmaya başlayınca umrumda bile olmadı. Onun gözünde yalancı, düzenbaz, üstelik dolandırıcı durumuna düşmektense eski aşkıma gitmek en iyisiydi. Aramızda mesafe bırakacağını zannederken kollarımı sıkıca kavrayarak sırtımı birden duvara tosladı.'' Sen benim karımsın, dokunduğum bir kadını başkasına gönderecek kadar şahsiyetsiz biri değilim.'' Diyerek kudurmuş gözlerle baktı gözlerime.

Heyecanla atan kalbimle öfkeli olduğunu görebiliyordum. Göğsü bir yukarı çıkıp bir aşağı inerken, adem elmasına gözüm takıldı. ''Beni sevmeyen bir adamla bir ömür harcayamam.'' Dedim nefesini yüzümde hissederken.'' Beni öptüğü anı bile hatırlamayan bir adamı, hayatımda asla istemiyorum.''

Bir sıra birbirimize öylece bakıştık. Son sözlerim işe yaramış gibiydi. O kadar yakın ve içli bakıyordu ki, nefesi boynuna ılık bir rüzgar gibi vurunca tüylerim diken diken oldu. Avuçladığı kollarımın yok olup eridiğini düşündüm, onun gece karası vadilerinde kaybolurken ruhum ölü bedenden çıkıp, yukarıdan bana ah vah çektiğini düşündüm. '' Sen benden iğreniyorsun, bırak da kendi hayatıma bakayım.''

'' Seni bırakmayacağım.'' Dedi avuçlarını gevşeterek.'' Eğer benden istediğin tek bir tek buse ise bunu sana vereceğim.''

'' Yok yok bu-nu ar-tık is-te-mi-yorum....'' Söylediğim yarım yamalak sözcükler, boğazımda tıkalı kaldı. Şovalyem, tarafından dışarı çıkmasına izin verilmiyor, onun yerine uyuşuk bedenimi titretiyordu. Nefesim kesilerek, ayaklarım yerden havalandı. Uçmakla yer dibine girmek arasında kalan ruhumla, gözlerim bir açılıp sonra tutkuyla aldığım öpücükle kapandı.

Şimdi belimi tutan ellerini hissedebiliyor ve dudaklarımda dolanan biçimli sert dudaklarından aldığı her darbeyle kayboluyordum. O beni öpüyordu. Sakin bir öpüş değildi bu! Behlül'ün Bihter'ini öptüğü ilk sahne gibi beni içine alarak sanki yıllardır kavuşmayı bekleyen iki delik aşık gibi, sararak saçlarımı okşuyordu.

........

Tam on beş sayfalık bölümdü. İnşallah sevdiğiniz bir bölüm olmuştur. Beklenen kiss geldi ama ne şekil geldi orası tartışılır. Bundan sonrası sarpa sarıyor hikayemde. Ömer öfkeli ve Zeynep.... sizce kim Yalçına yumurtladı gerçekleri? Haydin şimdi pamuk eller begeni butonuna. Herkes güzel güzel beni şevkve götüren yazmak aşkımı bitirmeyen begeni ve yorumlarınızı bekliyorum. Umut ederek istiyorum. Sevgii ve saygılarımla Dilruba Ayrıca geçen bölümde ki güzel yorum ve begeniler için çok teşekkür ederim

BİR AŞK MEVSİMİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin