...BİR AŞK MEVSİMİ:.................6 BÖLÜM...................
Nutella'dan erkek olsaydı, dünyada mutsuz kadın kalmazdı.. Bir Dilruba sözüdür.
,........................................6 BÖLÜM..........................
Bir anda enkaza dönmüştüm. Üzerimden fırtınalı hortum geçmiş, ardında kolu kanadı kırık bir ceylan bırakmıştı. Ceylan mı? Dönüp de kendime bir baksam, Ata ile Sinem'i ayıran onlara halay değil, cefa çektiren sivri dilli Semra, kaynana olurdu benden. İsyanlarım, elimden kayıp giden umutlarım, miras edindiğim çapkın yakışıklı mı düşündükçe, cadı kalpli kadını örnek alabilirdim.
Dalından düşen yaprak gibi, sararmış solmuştu yüzüm! Aynaya düşen yansımam benim asla suratım olamaz, ancak şirin babanın aksakallı yüzü olurdu. Kızarmış üzerine şişmiş gözlerimle kafasına taktığı şapka gibiydim. Bir yandan düştüğüm duruma sabrederken, diğer yandan acıyan kalbim canımı yakıyordu.
Toz bulutu olup havalara uçan hayallerim, gecelerimi süsleyen düşlerim, bir anda silinmişti yeryüzünden. Onun yerine yabancı bir adamın karısı rolüne bürünmüş, adaletsizce emirlerine diz çöküyordum. Ölen karısını delice seven Yalçın, kadar neden Ömer, beni sevmemiş neden hayatının tek kadını olamamıştım? Neden Ömer, fedakar bir adam değil de çapkın biriydi?
Sadece bana ait değil de neden başka kadınlara hayatında yer verdiği gibi, çıkarmasını bilmiyor neden anılarından silmiyordu? Çok mu zordu? Yalçın, eşini tutkuyla severken sırf ona ihanet etmemek, için sahte yollara başvuruyor ve nedensizce bağlılığını sürdürüyordu. Şüphesi ki Ömer, bunlardan yoksun basit bir adamdı. Evet basit düşünüyordu. Bunu şimdi daha net görüyordum. Fikirleri ve değerleri üstün olsaydı, asla beni yağmur altında saatlerce bekletip ardından -gelemiyorum- diye mesaj çekmezdi.
Ben sırılsıklam sokağın ortasında kalakalmış üstüne birde annemden azar yemiştim. Başımda gök gürler, şimşek çakar, kafamdan aşağı yağmur suları boşalır ve ben saftirik ben, büyük inançla aşkını bekleyen zavallı Kezban'dım işte!
Değer verseydi, beni bekletir miydi? Değer verse benden evvel sabahları -günaydın aşkım- akşamları da- iyi geceler- mesajı göndermez miydi? Gerçekten seven bir adam olsaydı, benim üstüme bırak gülü deve dikenini öper miydi? Sevmiyordu işte! Kör bile anlardı, seven adamla sevmeyen adamın hareketi bir değildi. Biri kah dağına öbürü Ulu dağa bakıyordu. Biri burnunun dikine gidiyor, öbürü yazın ortasında kışı yaşıyordu.
Yalçın; gözümde gerçek bir Mecnun olmuş, gözleri sevdiği kadınla körleşmişti; ya Ömer ise dağda bal arayan arıdan farksızdı. Arılar gibi, çiçekten çiçeğe konuyor ardından elde ettiği hasılatla gününü gün ederken, balını da ayı bedenine yem ediyordu. ''Neden neden,'' diye isyanlarımı sıralarken duyduğum derin ızdırabla yatakta debelendim. Pişmandım! Ömrümün yüzde doksan dokuz, nokta dokuzu Ömer'in avuçlarında ziyan olup gitmişti.
Ben, ilk defa inanmıştım ona. İlk defa birine derinden ilgi duymuş, delice sevmiştim. Bağlanmıştım, içimde ki sese kulak vermiş hayallerimle ardından koşmuştum. Umudum vardı! O, benim için kayıp giderken son anda yakaladığım yıldızımdı. Tuttuğumu sanıyorken ellerim boş kalmıştı. Aslında tutmuştum. Tuttuğum, koca bir yalan olsa dahi, inandığım şey avuçlarımda var olan pembe düşlerimdi.
Duvarları ahşapla kaplı odanın içinde yatağa gömülmüş yatıyordum şimdi. Evin paşazade'siyle atıştıktan sonra bir daha gözüne görünmemiş, karşısına çıkma cesareti bulamamıştım. Hem o demiyor muydu, benimle konuşmak zorunda değilsin diye? Sınırları çizen taraf o değil miydi ki, şimdi neden konuşacaktım? Neden karşısına çıkıp çok değerli, kara şövalyenin deyimiyle kürek dilimi yoracaktım!
Ben böyleydim. Çatlak, kafasında kavak yelleri esen biraz da dırdırcıydım. Biraz mı? Bu tabiri duyan herkes gülerdi kesin. Ben mahallenin çenebaz Naime'sinden daha konuşkan, anında lafı şılap diye yapıştırıp karşımdakinin ağzına lafı tıkayan sivri dilli biriydim. Kim isterdi ki, beni Ömer istesin?
Boğazımı yumru gibi, tıkayan hıçkırığımı tutup mor perdelerin arasından kararmış havaya baktım. Daha akşamın sekisiydi. Genellikle bu saatlerde yemek yiyen ben, bu akşam sanki bir deveyi yutmuş gibi, aç değildim. Aslında kurtlar kadar açtım lakin bağrıma bir öküz oturmuştu işte. Kahretsin ki bu öküz, en az beş yüz kiloluk, kurbanlık kadar ağır ve baskındı. Altında kaldıkça midem ağrıyor, kalbim krampların içinde sıkılıyordu.
Derin derin nefes alarak, odanın içine sızan ve yastığa dökülen dolunaya baktım. Ne kadarda parlak ve netti bu akşam! Sanki benim derdimi biliyormuş gibi, yüzüme dalga dalga vuruyor ruhumu aydınlatıyordu. Yüzüme dökülen pırıltıyı bir müddet daha izlerken gözlerimi kapattım ve aç karnımın gurultusuyla uykuya dalmıştım.
Ertesi gün, yeni bir günün doğuşu, perdelerin arasından gözlerime ilk ışıklarıyla döküldü. Başımın ağrısı dinmemiş ve üstüne ağrılar saplanan tüm vücudum, satırla biçilmiş gibi sızlıyordu. At sırtından atmamış aksine tepmişti beni! Usul usul yerimden doğrularak, çapaklanmış gözlerimle etrafı taradım. Ev sessizdi. Ayaklarımı yere sürüdüm bir taraftan da ağrıyan başımı tutuyor, duyduğum acıyla yüzümü ekşitiyordum.
Odadan çıktığımda direkt mutfağa yöneldim. Karnımdan zil değil mahalleni ramazan davulcusu çalıyordu. Hızlıca buzdolabını açtım ve gözüme ilişen nutella kavanozunu kavradım. Çekmecelerden bulduğum kaşıkla o saniyede taş zemine oturdum. Dolabın dibinde kaşıklayarak, yediğim nutellanın aşkına bir anda tutulmuştum, gözlerim aldığımla tatla ışıldıyor, hüküm giymiş midem çikolata aşkıyla göbek atıyordu.
''Dünyada çikolatadan daha büyük aşk var mı be! Yemişim Ömer'ini! Aşkım deyişini! Ellerimi, tutan elleri akrep tutsun, yüzümü öpen dudakların yengeci öpsün, hatta yapışsın kemirsin! Hıh git bulduğun şıfrıntılarınla eğlen gez dolaş. Sabaha kadar iç zıbar istersen git, boğaz köprüsünden atla! Hatta don gömlek yolda çıplak kal. Boğazın serin sularında köpek balıklarına yem ol! Üzerinden yük gemisi geçsin, ezil, biçil, ütülen, ayıl, bayıl parçalara ayrıl! Diye söylenerek yemeye devam ettim.
''Yarasın bana! Ruhumun can dostu, sivilcelerimin sırdaşı ayva göbeğimin tek aşkı, basenlerimin göz bebeği nutellamsın. '' Diyerek kavanozu yarılamıştım ki, bir anda kahkaha koptu.
Sesin sahibi kim olabilirdi ki? Kara şövalyem kılıçlarını, kalkanlarını, kuşanmış kapıya alay edercesine yaslanmış, sırıtarak bana bakıyordu. Sadece bir pantolon ve üzerinde siyah bir atleti vardı. Duruşuyla bestwolff modellerine taş çıkarır şeytan taşlatırdı. .Kılıç darbesiyle boynuma inen gözlerine bakmadığım halde nefes alışını duydum. ''Nutella hayatı boyunca böyle iltifat almamıştır. Hiçbir kadını bu kadar gönülden fethetmemiştir. ''
Sustum. Karşılık vermek yerine kaşıklayarak yemeye devam ettim.
'' Ah nutella ahhh sen neden bir erkek değil de çikolata kavanozuna sıkışıp kaldın! Ahhhh ahhh keşke adam olsaydın da kadınları, nasıl mutlu edilir başkalarına anlatsaydın. İşte kader seni kavanoza bazılarını da avluya, dağa bayıra meydana salmış. Senin gibisi nerede ah nerde! Havada değilsin ki tutayım. Yerde değilsin ki ayağıma takılasın. İşte Allah'ın aciz kullarının ürettiği cam kavanozunun içindesin. Ah senin gibisi yok şu alemde. Ne demişler şimdi ki yerden bitmelere... Ayıya gül verdik, ayı burnuna tutacağına poposuna koklattı. Ayı gülden ne anlar. Adı üstünde dağ ayısı ne olacak!'' Diye söylenerek yemeye devam ederken, şövalyemin suratına bakmıyordum bile.
Dibini sıvazlayarak boğazıma tıktığım çikolatan başkasını görmüyordu gözlerim. Çikolatayla kurduğum diyalog, basın alemine malzeme olacak cinsten komediydi resmen. Ben, dalgamı geçerken Yalçın, ayısı dalgalarıyla coşmuş, homurdanmaya başlamıştı bile. Aman bana ne, keyfi bilir. Umrum da dahi olmazdı hani.
O'nun benden istediği şeyi yaparak yerden kalktım ve biten kavanozu tezgaha bırakıp kapıya yöneldim. Taş heykel kesilmiş bedenden gözlerimi yana devirip görmezden geldim, tam yanından çıkıyordum ki, bir el kolumu sıvazladı. ''Özür dile! Şimdi hemen benden özür dileyeceksin!''
Çıplak ayaklarımdan yukarı kaldırmadığım bakışlarımı şimdi yana çevirmiş boynuma vuran nefesi hissediyordum '' Özür dile dedim sana! Özür dilemelisin. Eğer dilemezsen...'' Diye bir kez daha sert dille uyardığında gözlerine gayri ihtiyari baktım. İçinden oluk oluk öfke akıyor, çikolata bulanmış dudaklarım ise sıkı sıkıya ısrarla kapalı duruyordu. Kararlıydım asla konuşmayacaktım.
Şovalyemin bir yerleri tutuşmuş can havliyle boğazıma sarılabilir, gürleyen sesiyle kulaklarımı sağır edebilirdi. Bakışları gözlerimden dudaklarıma kayınca alayca sırıttı. Dağların ayı Hanzo'su bakışları benden bir şeyler ister gibi, dudaklarıma yaklaştı. Ona verecek ne balım, ne de sütüm vardı. Elimde tek nutella ile bulanmış dudaklarım tatlanmış ağzım kalmıştı. Onu da ona yedirtmez gözlerini yerinden oyar elime verirdim.
'' Özür dilemeyecek kadar gaddar mısın? Az önce hem cinslerime hakaretler ettin! Hem de atıp tuttun. Çikolatadan adam olsaydı kavanozun içinde değil baş ucunuzda olurdu. Böyle bir şey olmadığına göre şimdi hepimizden özür di-le-ye-cek-sin!''
Üstüne basa basa heceleri öğretmeye çalışan kara şövalyem, birazdan özel matematik dersine de başlayabilirdi. Ben dilsiz değil tam tersine kırgındım. Bunu göremeyecek kadar aptal bir ayı olduğunu görmek ise fena halde sinir bozucuydu. Yutkundum ama suskunluğumu direttikçe diretiyordum. İnatçılık konusunda keçilere baş tutabilir, kafama iki boynuz geçirebilirdim.
Yaklaştı, yaklaştı ve biraz daha yaklaştı. Tünele giren arabanın farları gibi, benimde bir yerlerimden alev almaya başlamıştı. Çeneme bulanan çikolatayı, parmak uçlarıyla hafifçe silerken gözlerime baktı. Gece karası vadilerini gözlerimden çekmeyerek, parmak uçları yukarıya çıkıyor, çıkıyor ve üç yüzde giden araç gibi, efor sarf eden kalbim ise imdaaaaaaat diye bağırıyordu.
'' Dilini mi yuttun be kızım! Ha anladım sen, dünün tafrasını yapıyorsun! Ama bence çikolata bulanmış suratınla ancak palyaço.... dur zaten bir Pinokyo burundun öyle değil mi!'' Diye burnuma dokundu.
Şarja takılan telefonlar gibi, birden ısındım. Batarya dolu geri tepiyor fazla elektriği almıyordu. Siyah kirpiklerin arsından siyah vadilere bakan benim sönük gözler, dudaklarıma dokunan parmaklarıyla pörtledi yerinden. Bir elini yüzüme tutunca geri bastım. Hanzo, ayı'lıktan Nuri Alço'ya terfiye etmiş ayaklarımı yerden kesiyor paraşütünü sırtına takmış, benle beraber göklere yelken açıyordu.
Elinde ne gazozu ne de çayıma atacak hapı vardı. Öylesine daldım ki gece karası gözlerine baktıkça kanımı kurutuyor, Amasya elması tatlı duduşlarıyla kuru kemik bırakıyor, Urfa izot biberiyle içimi yakan Müslüm Gürses gibi, hücrelerimi yeniliyordu.
İşkence çektiren şövalyem, kara şövalyelikten çıkmış zırhlarıyla hedef almıştı beni! Hiç dokunulmayan duvarları taşlarla örülü kalemi işgal ediyor, namus davasına düşen abilerimizin, namlusunu yağlıyordu. Bir köşeye fırlatılıp atılan çöp yığını kalbimi, çöpçüler bile süpürmezken, nutella sarhoşu olan bedenimi Yalçın, hararete dönüştürmüş birazdan buzlu suya salacaktı.
Saçlarımın uçlarına giden parmaklar, hafifçe çektirerek dayanıklılığını ölçüyordu. Birazdan ensemden tutup ocağa yapıştırır gibi, duduşlarına beni yapıştıracakmış edasıyla yanaştı. Güçlü olsun diye arap sabunuyla yıkadığım saçlarım direnmeye çalışırken ''Özür dilemeden buradan çıkamazsın. İnat ettiğin sürece parmaklarım uslu durmayacak. Saçlarını seviyorsun değil mi? Diye sordu alaycı şekilde biraz daha saçımdan çekti.
'' Yerinden sökülmelerine göz yummazsın diye düşünüyorum. Keloğlan gibi, kabak kafa kalmak istemiyorsan bence ana dilimiz olan alfabeden başla derim. ''Diye devam eden şövalye biraz daha saçımdan çekince duyduğum acıyla gözlerim yaşardı.
'' Bu kadar zor mu? Diye diretti saçlarım avuçlarına dolmuş nefesini yüzüme üflüyordu. '' Allah'ım seni mumla mı buldum ben. Bulunmaz Hint kumaşı mısın ki bu ne tavır taslamak... Özür dilemek bir erdemliktir. Bakıyorum da sen de ne erdemlik ne de.....''
Dişlerimi sıkarak direnmeye çalıştım. Devamını getirmediği sözleri, az çok tahmin edebiliyordum. Ellerimi sıkarak yumruk yapmış içimden taşan öfkeyle siniri tutmaya çalıştım.
'' Efendim kahval--..''
Gelen hizmetliye döndü şapşal suratı. Saçlarım, avuçlarında bedenimiz birbirine balla yapışmış krepi andırıyordu. Yanlış anlaşılmıştık! Hem neden şaşırıyordu? Balayında oynaşan karı koca değil miydik ki, hizmetlinin şaşkınlığı ancak anasıyla babasını aynı yatakta basan çocuk gibiydi.
Benim koca karısını öpeceğine, tavuk keser gibi saçını başını yolup şekil veren kuaför rolüne bürünmüş, cansız bedene hayat vereceğine boğazını uçuran katili oynuyordu. Yanlış giden biz değil ortaya balıklama dalan hizmetli kızın hatasıydı.
'' Şey özür dilerim efendim ben, sadece kahvaltı hazırlamaya gelmiştim. Sizi rahatsız ettiğim için çok---''
Üstümden eller birden indi. Elini başına götürüp hızla yanımdan çekilirken, ben içimden kızcağıza'' Allah senden razı olsun. Allah ne Muradın, ne Fırat'ın ne Gökhan'ın varsa gani gani başına yağdırsın, eline düşürsün, kapına çiçekler bıraksın. Allah seni de böyle yakışıklı ayıların eline değil, bunların inine girmeni, ayaklarını gül sularıyla yıkamalarını, başına taçlar takmalarını nasip etsin.'' Diye dua ederken zavallı şaşkın gözlerle bana bakıyordu.
'' Şeyy şey.'' Diye geveledim bana hala bakmaya devam ederken. Ona ettiğim duayı kendime etsem bırak dünyada yaşamayı, uzay boşluğun bir yerinde yaşayan, başka taşlar beni bulur, bana yar Bağdat gibi diyar olur sayısını bilmediğim çocuk dünyaya getirmeme vesile olurdu.'' Sabah sporu yapıyorduk da. Bir an işte gördüklerin Judoydu canım. Saçlarımın dayanıklılığını ölçüyordu paşazadem. Ben saçlarımı arap sabunuyla yıkarım ardından yumuşasın diye de üstüne yumoş döker azcık da parlasın diye de mark uygularım.''
Dediklerimin hiç mantıklı olmasa da en azından yüzü gülüyordu genç kızın. İçinden kim bilir Hanzo ayısından kurtulmam için bana dua ediyor, hapisten çıkmam için ağıtlar yakıyordu. Allah razı olsun der gibi mazbutça baktım acıyan yüzüne, ardından oradan hınzırca ayrıldım. Sabah her zamankinden farklı adrenalinli başlamıştı ve akşama kadar canım sağ olursa geceye bir ayı kesebilirdim.
Odama girdim. Ah pardon odamızaymış. Önüme saçılan kat katlı baklavaları, şerbetli kadayıfları, peynirli künefelerini görmez olaydım. Görüp de sulanmaz, adam yiyen gözlerimle bakmaz karşılaşmaz olaydım. Don gömlek kalan adam pantolonunu bacağına geçirirken ben şah mat kendime gelememiş kapının girişinde kalakalmıştım.
'' Özür dilemek için geldiysen buyur seni dinliyorum. Başka bir şey demeyeceksen çık bir zahmet odamdan. Zaten dün gece yeterince meşgul ettin. '' Diye söylenirken ben, onun geniş biçimli omuzlarından, sıra sıra dizeli adalelerinden zıpkın gibi, dirençli kollarına sulanıyordum. Mücevherler antik kentten benim ülkeme iniş yapmış, hava raporları bir anlık çıkan fırtınadan dolayı kapanmıştı.
Geldiğim yöne geri döndüm. Özür dilemek mi ha! Erkeklerin topuna kibrit suyu, saman çöpü.... Ben aldığım darbenin haddini kim ödeyecekti ki, şimdi karşısına geçip özür dileyecektim. Bir kere atından düşmüş, kaşımı yarmış, üstüne birde azar yemiştim. Şimdi de bir kez daha enkazın altına sokan ayının mucizevi görseliyle aklım başımdan uçmuştu.
**************************
İkili, kahvaltı boyunca uyuşmayan tavırları ve suskun halleri gün boyunca devam etti. Akşama kadar evin bahçelerinde dolaşmamış yer bırakmayan Fecra, edinmiş olduğu bilgiyle arazinin ne kadar yüz ölçümü olduğunu tahmin edebilir, kaç kiraz ağacı dikildiğini bilebilir, kaç incir ağacının sulandığını söyleyebilirdi. Arazinin bitiminde açılan bir kuyuya çapkın aşığın leşini gömebilir, atların tay yavrularına yarenlik edebilirdi.
Gün boyu atların yanında ayrılmayan Yalçın'dan çok uzak, ağaçların tepesine tüneyen bir kuş gibi, avuçlarında kirazlarla toprak yüzünde dolanmış, yerden biten papatyaların falına bakmış, gelincik çiçeklerin içinde uzun uzadıya uzanmıştı.
Koskoca çiftlikte dolaşırken, ilk defa yalnız olduğunu anlamıştı. Daha evliliklerinin ikici gününde böyleyse geriye kalan üç yüz altmış üç günü, nasıl bitireceğim diye düşünüyor, büyük ahlar çekerek zamanı geriye almayı diliyordu. Her gün bir yıl kadar uzun ve kasvetli olacaksa, ruhu da en az seksen yaşında ki nineler kadar ölüme yakın olacaktı.
Gövdesi kalın ağaçların altından ağır adımlara yürüyen genç kız bacaklarına dolanan elbisenin eteklerini yukarı tuttu. İnce askılarıyla bedenini saran ve beyaz rengiyle saçlarını ortaya döken bu elbisenin etekleri, rüzgarda savruluyor yürümesini engelliyordu. Ellerinde ki kirazları hem tutmaya hem de akşam rüzgarın da yürümeye çalışan genç kız başkaları tarafından izleniyordu.
Çok ilerde başka bir çiftlikte güllerin dallarını kesen orta yaşlı bir adamın kurbanı olduğundan habersiz, açılan bacaklarını umursamıyordu Fecra. Yamyama dönen bakışlar kıza yönelmiş, akşam güneşin altında parlayan sütun bacaklar, kötü niyetli her erkeğin iştahını kabartırdı. Siyah saçlar gerilere saçılarak omuzlarına büklüm büklüm dökülüyor, beyaz örtünün içinde başka şekle bürünen Fecra, ısrarla açılan dizlerini kapatmaya çalışırken karşısına bir şövalye çıktı.
Heybetle yargılayan vadiler genç kızın açılan bacaklarından etrafa kaydı. ''Seni her yerde aradım Allah'ın cezası. Ne işin var burada? Diye söylenirken tekrar uzaklara baktı. Gizli tuzaklara verdiği hükümden habersiz Fecra ise sakince karşısında durdu.
Yalçın, bir kez daha etrafı sinirle talan etti ve o saniyede baruta dönen gözleri kızı yakaladı. '' Bir daha benden izinsiz buralarda dolanmayacaksın. Gezmek istiyorsan, bana söyle. Ya da evdeki hizmetlilerden birini yanına alabilirsin. Başıboş gezersen seni dışarı çıkarmam'' Diye hükümle devam etti. '' Şimdi gidelim buradan. Babamlar geliyor, hatta gelmiş bile olabilirler.''
'' Baskın mı yapacaklar? Diye inledi Fecra. Kendine verdiği sözler burada sonlanmış, akşam ana haberlerine hoş geldiniz sayın seyirciler diyen spikeri sollamak için ilk adımı atmıştı bile. '' Babanların burada ne işi var? Hani sen bir kaç gün burada kalırız demiştin? Yalnız oluruz diyerek kafanı dinleyecektin ve şimdi......!
'' Sonunda...'' Dedi Yalçın sinirle gülerek. '' Biraz acele edelim. Unutma güler yüz ve tatlı dil onlara yeter. Gözünü seveyim biraz kibar ol! Biraz alttan al! ''
Kanına giren öfkeyi çıkarmak yerine direkt Yalçın'a saldıracaktı genç kız ama o anda önlerinde beliren araçla sustu. Şimdi şirine kadar şirin, pamuk prenses kadar hassas olma zamanıydı. Çiftliğe giriş yapan araç yanlarından geçerken Yalçın'ın annesiyle babası evli çifte el sallıyordular.
'' Buyurun!''
'' Buyurun demesen sanki ben eve gitmeyeceğim.'' Diyerek başını dikleştiren Fecra, eve doğru yöneldiğinde, geride burnundan soluyan adamı bıraktı. Kızın ardından adımlarını sertçe eve atan Yalçın, homurdanarak peşinden yürüdü. Ellerini ceplerine koymuş o şekilde gözlerinin önüne düşen ve rüzgarda açılıp kapanan, karısının süt beyazı bacaklarına gidiyordu bakışları. Sonra engel olamadığı bu bakışlar, daha yukarılara biçimli yuvarlak kalçalarına yöneldiği anda kendini silkeledi.
Kızı resmen ayakta kesiyordu. Yaptığı adilikten başka hiçbir şey olamaz gözlerine hakim olmazsa bu hareketini kalıbına yakıştıramazdı. Patika yolun sağından eve çıkan ikili otlanmış giysilerini temizliyordular. Siyah aracın yanında yan yana geldiler ve birbirlerine bile bakmadan direkt sokak kapısına yöneldiler.
Açılan kapıyla samimiyetle içeri geçen ikili, karşılarında güler yüzle bekleyen iki yaşlıya doğru yürüdüler. '' Ah şunların tatlılığına bak bey. Ne kadar da birbirlerine yakışıyorlar. Oğlum hasretinize dayanamadık sizi bir yoklayalım dedik! Nasılsınız keyifler nası?'' Diyerek gelinine sarılan Ayşen hanım giydiği mavi safir renginde ki elbisesiyle salona renk getirmişti. '' Bak kızım, Yalçın oğlum sana karşı bir kabalık yaparsa, gel bana anlat! Ben ana kuzusu diye yetiştirdim oğlumu ama seni oğlumun dahi üzmesine göz yummam. Hiç kimseye seni yedirtmem güzel kızım.''
'' Bakıyorumda şimdiden pabucumu dama attın, beni sattın ha annem!'' Diye takılan Yalçın, şaşkındı. Gelin kaynana ilişkisi değil resmen ana kuzu yaprak sarması gibi kıza ha bire sarılıyordu.
'' Hiç şüpheniz olmasın en ufak kabalığında, kulağı çekilsin diye size gönderirim.'' Diye kayınvalideye gülümseyen Fecra, Erdem beyin gür kahkahasıyla başını ona çevirdi. '' Dinsizin hakkından imansız gelir diye boşuna denmiyor. Aferin kızıma. Gelin dediğin böyle olmalı. Etrafa yayacağına, gargara şamata çıkaracağına bize gönder. Biz hakkından geliriz evvel Allah.''
'' Ne demişler babacığım. Eşek bile kendi semerini bilir. Sizden başkası bana deva değil, hastalık olur.'' Diyerek Erdem beyin gülmesine eşlik eden Fecra, kocasını kay de bile almıyordu. Yaşlı çift gülmeye devam ederek salona geçtiler. Ardından gelinlerini aralarına oturtup sırtını sıvazlarken Yalçın, ayakta dikili kalmıştı.
'' Bu kadar sohbet bize yeter. Biz şu üstümüzdekileri çıkaralım gelelim mi sevgilim.'' Dedi Yalçın bozulmuş tavırla '' Gelir misin benimle. Hem akşama yemek menüsünü karar vermeliyiz.''
'' Tamam koçacağım memnuniyetle gelirim.' 'Dedi Fecra yerinden doğrularak yaşlı çifte başını döndürdü. '' Akşama ne isterseniz onlardan pişirelim anneciğim sevgili babacığım.''
'' Hayır kızım, siz bize bakmayın biz başımızın çaresine bakarız. Hem sizde bu geceyi dışarıda geçirin. Gezin dolaşın biz zaten geç vakitte ayrılacağız buradan.'' Diyerek oğluna gülümseyen Erdem bey yanda duran cam sehpanın üstünden dergiyi çekti. '' Hadi gidin giyinin. Ben karımla baş başa keyif yapacağım.''
Fecra'nın kolunu sıka sıka ara hölden odalarına geçen çiftin, arkasından baka kalan yaşlı çift birbirlerine bakıp güldüler. '' Hanım hatırlıyor musun? Bundan kırk beş yıl evvel bende senin kolundan tutup böyle yatak odamıza götürürdüm. Şimdi o yatak odası çok şükür ki oğlumuza yaradı. Gördün mü ilk defa birinin tatlı atışına karşılık vermedi. Sanırım bu safer oldu gibi.''
Ayşen hanım kocasının gülen gözlerine bakarak huzurla başını geriye attı ''Oldu bu iş bey oldu. Dünden beri huzursuzdum ama buraya gelince onları böyle çifte kumru gibi, görünce bu sefer gerçekten olmuş gibi. Artık birkaç ay sonra mutlu haberlerini de alırız. Böyle yumuk yumuk ellerle dünyaya gelen bir sürü torunlarla keyif yaparız''
'' Belki iki tane birden olur ha hanım. Gerçi tek bile olsun da ne olursa olsun.''
'' Neden olmasın, paşazade oğlumuzun canı sağ olsun! İkizde olur dördüzde!.''
Yaşlı çift gülerek salona yayılırken yeni evli çiftler odalarında kasırga estiriyordular. '' Ailemin yanında beni rezil edemezsin! Sen ne yapmaya çalışıyorsun! Amacın gözlerine girmekse gördüğün gibi, çoktan başarmışsın zaten. Fazla efor sarf edip uğraşmana gerek yok.'' Diyerek sert tavrını ortaya döken Yalçın, yatağın üzerine sertçe oturdu.
'' Ben sadece dediğini yaptım. Şirin, güler yüzlü ve espiriliydim. Hem bakıyorum da sen onlara çekeceğine başka genlere çekmişsin. Bu kadar candan insanların senin gibi, oğulları olması mandanın hindi doğurmasına benzer. ''
Sinirle yataktan fırladı Yalçın. Gar dolabın kapısını açan kıza ters ters baktığı halde sesini çıkarmadı. Bir lafına on laf yemek ancak cennet mahallesinde oynayan romanlara yakışırdı. Acaba doğumda yanlışlıkla roman geni taşıyan bir bebekle mi karıştırılmıştı da öyle mazbut bir anne ile babadan, böylesi çenebaz bir evlat çıkıyordu.
Düşüncelerini kendine saklayan genç adam üstüne bir ceket alarak odadan çıktı. Giden kocanın ardından kibirle bakan Fecra, başını yeniden elbiselerin içine çevirdi. Karşısında onlarca kıyafet duruyor ve renkten renge sıralanmış bu giysilerin içinden bir tanesini seçmekte karasız kalıyordu. Göz yordamıyla bir tanesini eline alıp çıkardı. Hemen aynanın karşısına geçip kırmızı renk elbiseyi üzerine tuttu. Kollarından yakalarına kadar kesimleri iddialı biçilmiş bu elbisenin açıkta bırakılan dekoltesi yerli yerindeydi.
O anda hemen giymeye karar verdi. Süslenecek gerçek bir kocası olmadığına göre çakma kocası da alıcı gözle kendine bakmazdı. Dağılmış saçlarına fırça sürüp ayağında ki ayakkabıları çıkardı. Öte yandan askıdan çıkardığı elbiseyi bedenine geçirip, tuvalet aynasının üzerinde duran birkaç makyaj malzemesiyle boyandı.
En son gar dolabın alt raflarına baktı ve açtığı onca kutunun içinden, siyahla kırmızı renklerini karışımıyla leopar desenli, iki çift ayakkabıyla göz göze geldi. Beni al ayağına girdir diyordu sanki genç kıza O da ayakkabının albeniliğine dayanamayarak, içinden geçeni yaptı geçirdi ayağına ve elbiseyle nasıl durduğunu gözlemledi.
Hazırdı! Tuvalet aynasının karşısında duruşunu şöyle bir süzdü. Göğüslerini yukarı aşağı çekiştirerek dekoltesini ayarladı. Ardından üstüne siyah bir şal atarak odadan çıktığında ağır adımlarla salona geçti. Çift kişilik koltukta oturan yaşını almış evli çift baktıkları, bir dosyanın içine gömülmüşler keyifle muhabbet içindeydiler. Onların o halini bozamayan genç kız kocasını baktığı hiçbir yerde göremeyince dışarı yöneldi.
Sokak kapısından bahçenin taş zeminine, düşünceler içinde ilerledi. O'da yaşlandığında, yanında ömrünü beraber geçirdiği bir adam olacak mıydı? Baş başa diz dize oturup gençliklerine gidip muhabbetlere dalabilecekler miydi? Anılarını, hayatlarının önemli dönemlerini, hatıralarına saklayıp ilerideki torunlarına anlatabilecekler miydi?
Kararmış havanın altında ağaçların arasından ilerlerken derin bir ah çekti. Yalçın'la olamayacağı kesindi. Ondan sonra karşısına çıkacak talihli de ancak yaşlı moruklardan genç nesile doğru ilerler, belki de evde kız kurusu olarak kalır, tüm yaşıtlarının evliliklerini yaşlı gözlerle izlerdi.
Yalçın, onu aracın içinde bekliyor, yaktığı farlar kızın yüzüne vuruyordu. Araca doğru gelen karısına bakmak yerine, başka tarafa çevirdi bakışlarını ve bu gün ki düştüğü bir anlık gaflete yeniden dalmamak için tedbirlerini sıkı sıkıya aldı. Sonra yanına geçen karısıyla beraber aracın gazına basarak caddeye çıktı.
Geldikleri mekanla yol arasını suskunlukla geçiren ikili, şimdi İstanbul'un en gözde yerlerinden Bağdat caddesindeydiler. Barın dip kuytu yerleri, aydınlansın diye konulan loş lambalar, masaların üzerine konulan şarap kadehleriyle süslenmiş ve uzun uzadıya mekanın yarısını kaplayan oval bar bölümüne baktı Fecra. '' Vayy anam vay burası şahaneymiş. Baban kıyak adamış he. Oğlunu böyle yerlere gözünü kırpmadan gönderiyor. Benim babam olsa bacaklarımı kırar, evde kırık bacakla dolandırır. Yok ben bu kayın pederle kayın validemi pek bir sevdim. Allah onları başımızdan bir dakika bile ayırmasın.'' Diyerek etrafta kahkaha atan toplu gençliğe baktı..'' Kocacığım ne dersin içenlerle iç içeyiz. Bizde bir iki kadeh deviriz ha ne dersin? Hep merak etmişimdir içkinin ve şarabı asıl tadını. Tuzlu mu, acı mı yoksa tatlı mı?
'' Kafam attığında geliyorum buraya. Birisi damarıma bastığında burada nefes alıyorum ki, şu an ki halim damarım kabarmış hali. Bence sus şimdi başımı şişirmek yerine deneyerek tatlarına bakarsın.'' Dedi Yalçın barmeni yanına çağırırken. '' Ne yiyeceksin? Buranın pizzası güzel olur. Boşnak böreğini de önerebilirim. Ama ilk önce bir spesiyal alalım.''
Yanlarına gelen barmenin elinde ki katalogdan menüyü kabul etmedi genç adam ve onun yerine damak tadına güvenerek siparişini verdi.
'' Yanında ne içersiniz efendim.'' Diye sordu Barmen genç kızın şaşkın suratına bakarak. '' Beyaz şarabımız var. 1988'den kalma özel bir kırmızı şarabımızı sizler için açabilirim.'''
'' Olur!''
Elinde kataloglarla uzaklaşan barmenin ardından Fecra, dekoltesine sardığı şalı masaya indirdi. Saçlarını elleriyle şekillendirerek etrafında ki şık giyimli insanlara döndürdü başını. '' Hepsi sosyete mi bunların? Hiç içlerinde benim gibisi var mıdır acaba? '' Diye devam ederken gözleri, sarmaş dolaş dans edenlere, kadehleri başlarına dikip bir taraftan da çerez atıştıran çapkın adamlara gidiyordu.
Sırıtarak karısına baktı Yalçın. Gözlerinin önüne düşen pürüzsüz tenin dekoltelerini yeni fark ediyordu. Omuzlarına salınan saçların arasında güzel surat merakla etrafına dönerken, ela gözleri ışıkların altında parlıyordu. Duruşunu düzeltip öne eğildi genç adam ve iki masa uzağında cam kenarında oturan yaşlı bir adamla genç kızı gösterdi. '' Bak şu beyaz takımlı adam neredeyse haftanın beş günü buraya gelip görmüş olduğun kızla buluşuyor. Adam evli. Yirmi beş yaşında ikiz bir oğlu ve bir kızı var. Karısını ayakta uyutan tam biz zampara! Yanında ki kızsa şirketinde çalışan bir sekreter! Asılında patronunun şirket işlerine bakmak yerine başka işleriyle ilgilendiğini, buradan daha net görebiliyoruz.''
'' Ama yaşlı ve moruk görmüyor musun gözleri içine kaçmış.'' Diyerek adamı gözleriyle işret eden Fecra şok geçiriyordu. '' Hem ben onlar gibi, senin sekreterin değil karın rolünü oynuyorum. Sen beni, onlarla bir tutamazsın.'' Diye tavrını ortaya koyan Fecra sinirle başını masaya çevirdi. '' Kart zampara ne olacak. Keşke karısını tanısam da ona kocasının neler yaptığını bir bir anlatsam. Mendebur herif. Böylelerini don gömlek bırakıp boğaz köprüsünden aşağı salmak gerek. ''
''Anlat anlat da ertesi gün de seni cenaze namazını kılıp mezara koyalım. Adam şirket üstü çalışan başka bir meslekle adını çokça duyuran bir dev mafya. Karısı gerçekleri bilse bile sana değil kocasına inanır. ''
''Offf amma da korkaksınız he. Sanki adam ayaklı bomba! Moruk ayakta zor duruyor üflesem uçacak gibi.''
'' Sen here şeye burnunu sokar mısın böyle? Diye sordu Yalçın. İster istemez gözleri hep aynı yere kızın açık yerlerine gidiyordu. '' Giyecek başka elbise bulamadın mı? Bu seni fazla yaşlı gösteriyor. Sanki karşımda karım değil de ablam oturuyormuş gibi izlenim yaratıyor. ''
'' Neee! Yaşlı mı? Üstelik ablan gibi duruyorum öyle mi? Diye endişeyle üzerine baktı Fecra. '' Ben daha yirmilerin başındayım. Sen bana yaşlı diyemezsin. Yaşlı elbise giysem dahi ben, giydiğim elbiseyi gençleştiririm. Sen, beni annenle karıştırma canım.''
'' Anne mi ortaya meze etmesen olmaz mı!''Diye yumruğu masaya dayadı Yalçın sert tavırla gözlerini kıstı. '' Sözlerine dikkat et! Sivri dilini yontamıyorsan azcık durması gereken yerde durmasını bil!''
'' Yanlış anladın meze değil direkt karşısına çıkıp seni şikayet edeceğim.'' Diye diklendi Fecra. '' Zengin bebeği ne olacak. Sana yaşlı kimmiş göstereceğim.' Diye içinden söylenirken, bu seferde gözleriyle birilerini kestirmeye başlamıştı bile.
Sinirle güldü Yalçın. Daha sonra elinde menülerle yanlarına gelen barmenle sustu. Yemeklerin yanında gelen kırmızı şaraplar masaya dahil olunca genç kızın keyfide yerine gelmişti. İlk önce gelen böreklerin tadına baktılar ardından usul usul şarapları yudumlarken Fecra, her ağzına alışında yüzünü ekşitiyor boğazını tutuyordu. '' Hiç merak edilecek şey değilmiş. İmamın abdest suyu daha iyidir bundan.''
Ağzında ki şarabı püskürmemek için zor tuttu Yalçın. Fecra, çenebaz yorucu kızdı ama bazı sözleri eğlenceli ve değişikti. Elinden kadehi iğrenerek bıraktığını görünce '' Sevmedin mi şarabı? Oysa barmen kaç yıllık olduğunu belirtmişti.'' Diyerek elinin tersiyle ağzını silişini izledi.
'' Aman be.... Ah benim Karadeniz'imin çayı çimeni gibisi var mı? Deminden beri içiyorum, ne yuttuğun belli ne de ağzına aldığın şeyin tadı damağında hoş lezzet bırakıyor. Boş yere insanlar sarhoş olmaya çalışıyor. Demlesinler valla bana bir demlik çayı, birkaç fincan kahveyi, akşama kadar sarhoş olmazsam namerdim. '' Diyerek çakır keyif olan Fecra, başını adama uzattı. '' Mutluluk sarhoşu olurum. Öyle bağırmam çağırmam ben! Ankara havasıyla göbek atar şarkı söylerim.''
Gülümsedi Yalçın. Gözlerinin önünde kadehin dibine varana kadar içip de enfes şarabın tadına varamaması güldürüyordu onu. Kulağa gelen Latin müziğine kapılan gençliğe baktı genç kız bir taraftan böreğini yiyor diğer taraftan da çılgınca dans edenlerin ayaklarını izliyordu. '' Karınla hiç böyle dans ettin mi şövalye?
Yalçın, ona yönelen soruyla duraksadı. Yanıtı vermek yerine tabağını bitirmeye çalışıyor, kadehinde ki şarabı yudum yudum midesine gönderiyordu. '' Çok zor sormadım.'' Dedi Fecra, başını birden kocasının kasılmış suratına döndürdü. '' Sadece merak ettim.''
''Bu konu seni aşar Pinokyo burun. Bence hiç bana bulaşma.''
''Sen, bana her kızdığında neden Pinokyo burun diyorsun?''
'' Sence!?
'' Sana boyun eğdiğim için olabilir.'' Diye sesi yükseldi genç kızın.
'' Olayı saptırıyorsun! Bana gerçeği söylemediğin için sana Pinokyo burun dediğimi biliyorsun.''
'' Pekala.... Benden bu kadar ben dansa gidiyorum. Bu günlük bu kadar öfke, kasılmalar duyduğum sinirler bana yeter. Azcık da eğlensin değil mi zavallı Pinokyo burun? '' Diyerek masadan kalktı Fecra. '' Şimdi kendime bir yakışıklı bulmalıyım. Yardımcı olur musun kara şövalye? Şu çılgınca dans eden nasıl? ''Diye sordu adama bakarken. Kara şövalye kendinden taraf olmayınca kendi işini kendisi halletmeye yöneldi.
Masadan uzaklaşan kızın ardından baka kalan Yalçın, daha aradan on saniye bile geçmeden bir gencin kollarına atmıştı kendini. Latin müziğin kıvraklığıyla belinden tutarak döndürdüğü kız karısından başkası değildi ve gayet formunda olan bu genç gözleriyle vücudunu süzüyor, elleri belinden sanki kalçalarına gitmeye ramak kala pes ediyordu. Yerlere doğru savrulan kızın siyah saçları, arada gencin pantolonundan boynuna çarparken yüzüne gülümseyen genç adam çapkınca dudaklarına eğilip kalkıyordu.
Yalçın, sinirle bir kadeh daha devirdi başına. Karışmak istemese de bir yerde karısıydı Eğer oturduğu masadan kalkmazsa, duruma bir el atmazsa, kollarında ki genç, dans ederek mekanın üst katlarına karısıyla çıkabilir sonra çakır keyif olan karısına.... Bundan sonrasını düşünmek bir yana aklında senaryolar canlanmaya başladığı o saniyede yerinden fırladı.
Yalçın, karısına doğru ilerlerken Latin müziği birden hızlandı. Gencin kollarından dönen bibloya dönen genç kız gülerek kendinden geçerken, müzik bittiği o anda belinden kırıp kollarına yatırdı genç onu. Fecra'nın etrafında masalar, sandalyeler, insanlar, dönüyor dönüyor sanki çarkıfeleğe bağlanmış sandı kendini. Dans ettiği genç ona gülümseyerek yaklaştıkça kolunu kıpırdatamaz şekilde midesi bulanıyor, dudaklarına yapışacak adam birden uzaklaşıyordu üstünden.
Belinde duyduğu acıyla kendini yerde bulan Fecra, kendine gelmeye çalışırken, karşısında yumruklaşan iki kişiyi gördü. Sonra bu iki adamdan biri korumalar tarafından dışarı çıkarılırken, diğeri ağzından akan kanları silerek, yere düşmüş karısını hızlıca çekip ayağa kaldırdı. '' Sen benim karımsın. Benden başkasıyla bırak dans etmeyi, tek başına yolda dahi gezemezsin.'' Diyerek sert dille hükmünü vermeye devam etti. '' Seninle evlenirken bu kısımları demeyi unutmuşum. Sakın yanlış anlamaya kalkışma. Ben yanımda dişi kedim dahi olsa başka kedilere, yan gözle bile olsa bakmalarına müsaade etmem.''
........................................RİCA EDİYORUM...LÜTFEN OKUYUN ......................Yazan Dilruba çetinkaya
evet bitti bölüm. Çok yorucu bir bölümdü anlamadım ama çok zorlandım. Lütfen herkesten beğeni ve yorum şiddetle bekliyorum. Hayalet okuyucu aldı başını gidiyor. Böyle giderse buna de siz kara verirsiniz beğenlierinizle gerek yorumlarınızla ben sınır koymak zorunda kalacağım. Yalvarırım okuyorsanız düşüncenizi en azından emeğim karşılığı olan begeniyi verin. ben hiç bir yazımı şarta dökmek istemediğimi defalarca yeniledim ama olmuyor. Okuyucu beni anlamıyor. İnanın ben bu bölümü en az beş kez üstünden geçtim şu an gözlerim zonkluyor sadece bu değil diğer bölümlerde de öyle. Bunu da şundan yazıyorum bu hikayeler büyük ihtimalle bastımam gibi. En azından sayfamda değer bulsun. Sıradan yazmak istemiyorum Orjinal sözler bulmak için kafamı yorup farklı olsun diye ruh dünyamı katıyorum. Biliyorum Facebook aleminde tanınan yazar değilim ama olmakta istiyorum. Her haliyle. yalvarım artık yeter hakkım olan begeni ve yorum şiddetle istiyorum. Yazım hatalarım olabilir ben her şekilde eleştiriye açık insanım. Yavaş yavaş pişecegim ama alaka bu kadar azken zor oluyor. İnşallah beni anlamışsınızdır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR AŞK MEVSİMİ
RomanceSakar, çılgın. deli, bir insanı çileden çıkaracak kadar konuşkan. zeki, obur, güzel bir kızdır Fecra Eroğlu. Bir kafe de çalışır ve babası araba tamircisidir. Yirmi yıllık çocukluk aşkı tarafından keklendiği gün hayatının dönüm noktasını yapar. Hiç...