5.Bölüm 💫

285 42 616
                                    

Uzaklaştıkça artmasıyla bilinen mesafe, birine olması gerekenden daha yakın olduğunuzda daha çok artabilir..Büyü bozulur. Kuşlar yüzmeyi, balıklar uçmayı bırakır. .Anormal olan her şey durur. Ve artık içinizde birilerini terk etmeye başladığınızı anlarsınız.💫

Kulaklarımı sağır eden tezahüratlar arasında,bay Adams'ın geometri zırvalıklarını dinlemek istemediğim için kaçış olarak bulunduğum maç öncesi,dar ve kaygan olan aptal sandalyelerden birine değerli popomu yerleştirip etrafı kesiyorum.

Takım henüz alana gelmeden,insanlar tezahürat yapmaya ve popüler grupdaki kızların öncü olduğu dev pankart yarışına girmeye başlamışlar bile. Dikkatimi çeken ilk şey Emma Bennett'ın elinde tuttuğu''Bastır josh!''pankartı oluyor.

Adi serseri! O aptal sahada,havalı kıçını oraya buraya sallarken,leş gibi ıslanmış ve ter kokmuş halde ona sarılmayı hayal eden etek hırsızı kızların olması acınası!

Elbette duygusal hiç bir şey hissederek söylemiyorum bunları! ''Hıı tamam tamam'' dediğinizi duyuyorum bi kere! Kaylee'nin hâlâ inatla saklamaya devam ettiği lazımlığa ağzınızı sokmamı istemiyorsanız o güzel çenelerinizi kapayın!

Büyükkannem, "eğer su çok kaynarsa düşman çoğalır" der.

Siz yine anlamadınız tabi. Aklınız çaya gitti. Olur öyle..

Anlamı şu, ortamı boş bırakmak, uzun süre ortalarda olmamak farklı bir izlenim verecektir.
Ve bu..isteyeceğim son şey.

Biraz sonra takım oyuncuları sahaya iniyor ve heyecanlı bekleyişin son bulması ile sesler daha çok yükseliyor.

Start verildikten bir süre sonra maça istemeden ne kadar adapte olduğumu fark ediyorum.

Basket atmaya yaklaştıkları her an oturduğum yerden sıçradığımı,kaçırdıkları her sayıda sinirlenip üzüldüğümü fark ettiğimde, aslında burada olmamın yalnızca dersten kaçmak için olmadığını anlıyorum.

Sanırım intikam alırken, aynı zamanda o kişinin mutlu olmasını istemek çok çılgınca.
İşler yolunda gitmeli ve ben de onun için üzülmemeliyim.

Yoksa vicdanımı mı rahatlatıyorum?
Saçmalık!

Nihayet maç bittiğinde mağlubiyetin getirdiği küfürlü söylemler çoğalıyor ve takım sahadan keyifsizce ayrılıyor.

Tribündekiler de en az onlar kadar keyifsizce, yavaşça boşaltmaya başlıyorlar alanı.

Bir süre öylece oturup, nihayet istediğim sessizliği dinliyorum.
Gözlerimi kapatıp bir kaç dakika rüzgarı hissederek, aslında ne kadar yorulduğumu ve kendimi dinlemeyeli ne kadar uzun zaman olduğunu fark ediyorum.

Bu aptal intikam oyunu beni olduğumdan daha tembel, daha yorgun ve daha kötü biri gibi hissettiriyor.

Biraz sonra telefonuma gelen mesajla gözlerimi aralayıp, kafamdaki düşünce balonlarını patlatıyorum.

-"Berbat bir maçtı."

Gözlerimi hızla ekrandan kaldırıp, görüş menzilimde herhangi birinin olup olmadığına bakıyorum.

-"Pek sayılmaz."

-''Hadi ama Karla! Hümanistliğin sırası değil.''

Alt dudağımı dişleyip beni rahat bırakmasını dilerken,arkamdan gelen sesle irkiliyorum;

-''Sen...neden hâlâ buradasın?''

Gerçekten o olup olmadığını anlamak için bir süre bekleyip arkamı dönüyorum.

Josh?
Kuş beyinli kaslı pislik!

-"Ben...Şimdi derse gidiyordum."

Yavaşça yanımdaki sandalyeye oturuyor.

-"Berbat bir maçtı."

Bugünün viral cümlesi falan mı bu?
Hayır,çünkü artık sıktı da.

-"Bir maçı kaybetmek ya da kazanmak önemli değil Josh.Önemli olan mücadele etmek."

Başını kaldırıp, gözlerimin içine bakıyor ve gülümsüyor;

-"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

-"Elbette."

Mahçup bir ifadeyle parmakları ile oynarken; esen rüzgar, terden alnına yapışan sarı saçlarını dağıtıyor.

Bu göğsümü tırmalayan merhamet de neyın nesi? O seni aldattı Karla! Kendine gel lütfen!

-"Bu hayatımın en kötü maçı olabilir.. İnsanları hayal kırıklığına uğratmayı sevmiyorum."

Sevmiyormuş. Yalancı serseri!

Gözlerimi kısıyorum;

-"Bunu başkaları için mi yapıyorsun? Hani şu, "spor hayatımın bir parçası", "Yaşam felsefem" falan gibi cümleler birer şehir efsanesinden mi ibaret? Yoksa kızları tavlamak için kullandığınız asılsız sözlerden sadece biri mi?"

-"Beni kıskanacak kadar çok mu seviyorsun?"

-"Senden nefret ediyorum." diyorum sakince.

Mavi gözlerini güneşin etkisi ile kısarak gülerken, ayaklanıp sınıfa gitmek için önünden geçiyorum.

-"Derse gitmeliyim."

Bileğimde hissettiğim dokunuş durduruyor beni.

-"Karla?"

Ona dönüp hissiz bir halde söyleyeceği şeyi bekliyorum.

Bir suçlu arar gibi bakışları sertleşiyor ve bir şeyler sakladığını hissettiğim ses tonuyla konuşuyor;

-"Tehdit ediliyorum."

Başını iki yana sallayıp, aptal egosunu şişirerek devam ediyor;

-"İnanabiliyor musun, biri çocukça mektuplar yazıp beni tehdit ediyor."

Hassii... vas spor!

Marcus! Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin