"Sana köpeğini çalmadığımı söylüyorum. Ne tür bir manyaksın tanrı aşkına!"
Kaçıncı kez derin bir nefes aldığımı saymayı bırakarak karşımdaki laf anlamayan adama boş bakışlarımı dikmiş öylece duruyordum. Anlaşılan kurduğu saçma cümleyi birkaç bin kere defa tekrarlamaya fazlasıyla hevesliydi.
Açıklamam üzerine çattığı kaşlarını düzeltmeye yeltenmedi bile. Belliki kabul etmek istemediğinden cümlemin mantıklılığını içine sindirememişti. Kemikli ellerini tehdit edercesine bana doğru uzattığında gözlerimi devirdim.
Hakikaten de zamparanın tekiydi.
''Kim olduğumu biliyor musun sen?''
Kaşlarım kurduğu cümleyle eş zamanlı olarak havaya kalktı. Alaycı bir tavırla yüzüne güldüm. Boynumdan sırtıma doğru inen teri hissediyordum. Ya Santa Monica çok sıcaktı, ya da bana sinirden iyice sıcak basmaya başlamıştı.
''Kimmişsin ki sen? Ayrıca köpeğini falan çalmadım diyorum. Anlamak mı istemiyorsun? Kendisi beni buldu.'' Son cümlelerimi heceleye heceleye söyledikçe karşımdaki 'kim olduğumu biliyor musun'cu manyağın büyük burun delikleri aldığı nefesle daha da büyüdü. Onu tanımamış olmama sözde köpeğin almış olmamdan daha çok alınmıştı, ahmak.
''Kim olduğumu gerçekten bilmiyor olamazsın? Yalan söyleme bana. Aklınca köpeğimi çalıp benden para mı isteyeceksin değil mi? Rüyanda görürsün ancak bunu.'' Cümlesini tükürürcesine bitirmesinin ardından ağzımı açtım fakat o birden daha fazla muhabbete dayanamayıp köpeğe doğru atıldı. Bu benim de gerçekleştirdiği hamleye karşın birkaç adım geriye çekilmeme sebep olmuştu. Tüm bu hareketlerine karşı kaşlarım bu sefer şaşkınlıkla kalkarken ağzım da o şeklini aldı. Köpeği göğsüme bastırıp bir adım daha geriye çekildim. Bu hareketi yaparken, sağ avuç içimi de kot şortuma sürtmüştüm. Ellerim bile terlemişti artık sinirden.
''Sen gerçekten kafayı yemişsin. Etrafındaki her şeye parayla hükmetmeye alışmış olabilirsin ama sen de kim olduğun da paran da umrumda değil! Bana sahibi olduğunu kanıtla, ben de sana köpeği vereyim. Aptal gibi davranmana gerek yok!''
-4 saat önce-
Santa Monica'nın güzel denizine karşılık gözlerimi yummuş, en sevdiğim grup olan The Maine'i dinliyordum. Yorgun bir günün ardından ev arkadaşlarımdan birisi olan Valerie ile Santa Monica'ya biraz da olsa temiz hava almaya gelmiştik. Düşününce, hayatım buraya geldiğinden beri ne kadar da değişmişti. Çevrem, en sevdiğim kafe, dinlediğim müzikler bile değişmişti!
Dört sene önce ben ve iki arkadaşım, Valerie ve Heather, Ohio'dan hayallerin şehri Los Angeles'a taşınmıştık. Hepimizin ayrı ayrı hayalleri vardı. Ben bir veteriner dükkanı açmak istiyordum, Valerie'nin Los Angeles'a gelmesinin tek nedeni okuduğu film okuluydu ve Heather UCLA'de okumaya başlayan sevgilisinden uzakta olmak istememişti. Eh, gelin görün ki üçümüz de bir kafede garsonluk yapıyorduk.
Ben, param olmadığı için dükkanı açamadım. Valerie, en son aldığı senaristlikten değerlerine uymayan bir sahneyi yazmak istemediği için kovuldu ve tahmin edersiniz ki Heather'ın sevgilisi üniversiteye başlamasının hemen ardından Heather'ı terk etti...Tamam, hayallerimizi gerçekleştirmemiş olabilirdik ama bu ileride gerçekleştirmeyeceğimiz anlamına gelmiyordu. Yani öyleydi değil mi? Hala birbirimize sahiptik. Gerçekleştirebilirdik.
İçime dolan tüm bu sıkıntıları kovuşturmak istercesine Gözlerimi aralayıp önce gökyüzüne ardındansa tam olarak on beş dakika önce su almaya giden fakat hala kumsalın başında elinde bir pet şişeyle durmak yerne bir adamla tartışan Valerie'ye baktım. Uzun boylu, hafif kıvırcık saçlı hoş görünümlü bir adamla dışarıdan hiç de hoş görünmeyen hararetli bir tartışma içerisindeydi.