Hayatım boyunca hiç kalabalık aile masalarında bulunmamıştım mesela. Yani, çekirdek ailem dışında büyük bir aile ile kahkahalar ve sohbetler eşliğinde, filmlerde olduğu gibi bir masada yemek yemedim hiç.
Babam sürekli işte olurdu. Annem, benim için bu kadar çalıştığını ve bana bir gelecek hazırlayabilmek için kendini parçaladığını söyler, üniversite okurken bile bu yüzden neredeyse her gün ders çalışmamı isterdi benden. Babamla annemi dünyadaki her şeyden çok severdim. Fakat ikisiyle bir bağım olmasa, yıldızımızın barışmadığı üç yabancı olabilirdik bile. O kadar zıttık yani.
Akrabalarımızı sevmezdi annem, hakkı vardı çünkü ben de sevmezdim. O yüzden üç veya dört senede bir ancak beraber oturup bir şeyler yerdik. Bu yüzden çok uzaktım bu kalabalık, eğlenceli aile yemeklerine.
Fakat bir sorun vardı, şuan eğlenmiyorduk ama evet kalabalıktık. Herkes gergingi, Joy hariç.
Ciddi anlamda, ismi gibi neşeli bir kadındı Calum'un annesi. Evimize geldiğinden beri, yanımdan tek bir saniye bile ayrılmamıştı. Sürekli benimle konuşmuş, bana ne kadar güzel olduğumu söylemiş durmuştu. David ile ayrı olmalarına rağmen birbirleriyle bu kadar geçinebilmelerine ise şaşırmıştım. Benim annemle babam geldikleri ilk saniyede araba için park kavgası edip eve öyle gelmişlerdi.
Mali derin bir nefes aldı, sonra güldü ''Neden herkes bu kadar gergin? Çocuklar evlenmişler...Ölmüş gibi davranmayalım.'' dedi, sesi sona doğru kısıldığında Calum güldü. Annem gözlerini bana çevirdi, sonra biraz Calum'a baktı. ''Evlenmişler, evlenmişler de...Bir haberi çok görmüşler.''
Calum elimi sıkıca kavradı, ''Hepsi benim hatam,'' dedi mırıldanarak, ''Üzgünüm, gerçekten. Size haber verecektik aslında. Ama ben hayatımın son günlerini yaşıyor olabilirdim. Geciksin istemedim sadece.'' boğazımda oluşan yumru ile gözlerimi Calum'a çevirdim, ''Söyleme şöyle,'' dedim fısıldayarak, sesim çıkacak kadar güçlü değildi çünkü.
Babam kaşlarını çattı, ''Ne demek oluyor o?''
Calum'un isteğiyle onlara hasta olduğunu söylememiştim, oraya gittiğimizde kendisinin söylemek istediğini güzel bir şekilde dile getirmişti bana. Ben de ona saygı duyup anneme tek bir kelime etmemiştim.
David iç çekti, Calum'un omzuna hafifçe vurup babama baktı. ''Frank,'' dedi sonra Calum'un omzundaki elini sıklaştırdı ''Calum'a iki sene önce bir tanı konuldu.'' annem kaşlarını çattı bu sefer, ''Ne tanısı tam olarak?''
''Oğlumuzun kafasında bir tümör var,'' dedi David. Calum'un yanında gayet tabii soğuk kanlı olmaya uğraşıyordu. Fakat hepimiz biliyorduk, o da bizler gibi her gece Calum'a ne olacağını kara kara düşünüyordu.
Annem, hayatımda ilk defa, beni şaşırtacak bir davranışta bulundu. ''Agh,'' dedi, ''Gerçekten çok üzüldüm. Ama ben eminim ki, Fiona ve birbirlerine duydukları aşk bu hastalığın üstesinden gelecektir.'' o da babamın elini kavradı ''Değil mi Frank?'' babamın üzüldüğü suratından belliydi. Yirmi iki yaşındaki bir gencin kafasında tümör olması ve onu öldürme ihtimali olması herkesi üzerdi. O da kafa salladı, ''Oğlum, çok üzgünüm. Fakat Sophia'nın da söylediği gibi...''
Derin bir iç çekti, ''Benim babamla annem, sizler gibiydi. Yani, babam parkinson hastasıydı. Annem de ona koşulsuzca aşık bir kadındı. Evlenmeden önce hastalığına tanı konulmuştu, onlar da apar topar evlenmiş ve beni dünyaya getirmişlerdi. Ben ve annem, babama çare olduk denilebilirdi. Babamın dünyadaki en büyük iki mutluluğu.''
Calum, gözleri dolmuş bir şekilde babamı izliyordu. Elini kaldırıp üstüne öpücükler kondurdum. Sonra kafasını bana çevirdi, ''Ağlamak yok,'' diye fısıldadım, gözlerinden hemen düşen yaşları parmaklarımla yakalayarak.